Ana sayfa
Forumlar
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Blog
Neler yeni
Yeni mesajlar
Son aktiviteler
Giriş yap
Kayıt ol
Neler yeni
Ara
Ara
Sadece başlıkları ara
Kullanıcı:
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Menü
Giriş yap
Kayıt ol
Install the app
Yükle
Forumlar
Bediüzzaman Said Nursi ve Risale-i Nur Cemaati
Risale-i Nur Talebeleri
Hulusi Yahyagil
Hulusi Yahyagil Ağabeyden Hatiralar
JavaScript devre dışı. Daha iyi bir deneyim için, önce lütfen tarayıcınızda JavaScript'i etkinleştirin.
Çok eski bir web tarayıcısı kullanıyorsunuz. Bu veya diğer siteleri görüntülemekte sorunlar yaşayabilirsiniz..
Tarayıcınızı güncellemeli veya
alternatif bir tarayıcı
kullanmalısınız.
Konuya cevap cer
Mesaj
<blockquote data-quote="NuruAhsen" data-source="post: 28970" data-attributes="member: 857"><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 12px"><span style="color: darkred"><img src="http://www.sorularlarisaleinur.com/srn/images/article/2220.jpg" alt="" class="fr-fic fr-dii fr-draggable " style="" /> </span></span></span></p><p></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 12px"><span style="color: darkred">Aşağıda okuyacağınız hatıralar Hulusî Yahyagil`e ait olup, 1969 yılında Nur`un ilk sâdık talebelerinden Ahmed Feyzi Kul ile aralarında geçen konuşmalardan alınmış. Muhterem Mustafa Birlik tarafından kaydedilen bu sohbet metnini yazıya döküp gönderen ise, merhum A. Feyzi Kul`un oğlu Yaşar Kul.</span></span></span></p><p></p><p><strong><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 12px"><span style="color: darkred">Evet, merhum Hulûsi Yahyagil anlatıyor: </span></span></span></strong></p><p> </p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 12px"><span style="color: darkred">Kur`ân`ın feyzinden mülhem sözler</span></span></span></strong></p><p> </p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: darkred"><strong>Nura taraftar bir üniversite talebesi (bir gün) bana sordu:</strong> “Siz diyorsunuz ki, Risâle-i Nur ilham eseridir?” Yukarıdakilere ilaveten dedim: “İnsan küçücük bir yazı yazsa, o yazının da tenkid edilecek ellere geçeceğini bilse, o yazıya ne kadar ihtimam eder. Haydi ihtimam etti, fakat hasta bir halde, zehirlenmiş bir zamanda, müfekkiresini toplar da böyle tenkitten koruyacak bir belâgatte, veciz ve nâfiz sözleri bir araya nasıl getirir ve yazar?" </span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: darkred"><strong>(Sohbetin burasında Ahmet Feyzi Kul, şu sözlerle araya giriyor:</strong> "Ben altı eserin yazılmasına şahid oldum. O da iki hapishanede. Biri Denizli, diğeri Afyon hapsinde. Her iki hapishanede de, o kadar takayyüt/kayıtlar altında, yani bir kelime bile yazılmaması için şiddetli bir baskı vardı. Ve hiçbir yazının içeri girmesine, dışarı çıkmasına, kuş uçmasına—zahiren—imkân yoktu. Bu şartlar altında altı eser yazıldı. Bilhassa Meyve Risâlesi... Meyve Risâlesi bir şaheserdir." Ardından, Hulusî Yahyagil devam ediyor.) </span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: darkred">Merhum Hafız Ali’nin (Denizli hapishanesinde, Üstadının yerine vefat etti, 1944) münkereyne cevabı Meyve Risâlesi olmuştur. </span></span></span></p><p> </p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 12px"><span style="color: darkred">Tunceli kâbusu</span></span></span></strong></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 12px"><span style="color: darkred">...Tunceli harekâtı 1937’de yapıldı. Vaziyet çok ehemmiyetli, fakat izhârı zor. Bilfiil muhaberemiz (Üstad`la haberleşmemiz) de, o sırada dikkat çekiyor. Mektup kesilmiş vaziyette. Tunceli harekâtına gideceğiz. Türkçesi "imha" üzerine gidiliyor. </span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: darkred">Eee, benim de bu iş aklıma yatmıyor. Fakat, bu hissimi açığa çıkarmama da imkân yok. Hiç kimseye emniyet edip de söyleyemiyorum. </span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: darkred">Babam sağ rahmetlik. İşte başka büyükler de orada, onlarla da görüştük. Neyse, hayvana (ata) bindim. </span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: darkred">Baktım evde bizim hizmeti yapan koşuyor. Elinde bir zarf. Derhal açtım. Kastamonu Lâhikasında geçer. Fakat, şu vaziyeti söyledikten sonra okursanız, o zaman hakikat daha iyi anlaşılır. Abdülmecid Efendi, zarfı değiştirerek mektubu aynen göndermiş.</span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: darkred"><strong>İşte, selâmdan sonra şöyle diyor Üstad:</strong> “Hulûsi’nin bir hüznü, bir gailesi var olduğunu hissediyorum. Merak etmesin, Risâle-i Nur şakirtlerine inayet ve rahmet-i İlâhiye nezaret eder. Dünyaya ait meşakkatler madem sevap verir geçerler, o musibetlere karşı sabır içinde şükürle, metanetle mukabele edilmek gerektir. Sen ve Hulûsi bütün duâlarımda ve kazançlarımda berabersiniz.” </span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: darkred">Şimdi bunu okudum... Yani, bana dünyayı verselerdi, o kadar bir sevinç duymazdım. Bana öyle bir emniyet hâsıl oldu ki... Öptüm, başıma koydum, sonra koynuma yerleştirdim. Elhamdülillah. </span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: darkred">Yine de kimseye bir şey söylemedim. Verilen vazife gayet çetin ve mutlaka ağır, kanlı bir vaziyete girmesi muhtemel. Cenâb-ı Hak, öyle sıyânet (hıfz, muhafaza) etti—elhamdülillah—öyle sıyânet etti ki, kirlenmeden o badireden kurtardı, tertemiz. Çetin vazife içinde, eli bulaştırmak ihtimali var, sonra da mesul mevkide. Neyse, bu da böyle... </span></span></span></p><p> </p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 12px"><span style="color: darkred">Tahribatın tamiri</span></span></span></strong></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 12px"><span style="color: darkred">Şimdi, yine kendi sözüne geleceğim, yine Barla’da... Kur’an`ın bütün surları yıkılmış, Kur’an tek başıyla kendini müdafaa ediyor. "Kur’an`ın bütün surları yıkılmış" sözünün mânası, kanaatımca şudur: Dinî tedrisat yapan medreseler, mekteplerdeki din dersleri ve nihâyet camilerin arkasında Allah, Allah denilen tekyeler... Bunların kapanması ve en büyük musibet olarak başımıza gelmesi. Tedris-i Kur’aniyi yasak etti. </span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: darkred">Şimdi, Kur’an atlas kaba, atlas kılıfa konarak, kıble duvarına asılmak ve Cuma akşamları ölülerin ruhuna Yasin-i Şerif okunmak için mi kullanılacak? </span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: darkred">İşte Üstad, öyle mukaddes ve kudsî bir kitabın, kelâmullahın bu asra bakan ehemmiyetli mânasına işaret edecek... Ve o, bu vazifenin icâbını hepimizin bildiği gibi, en ağır şartlar altında, daima hayatı tehlikede olarak yapmak suretiyle îfâ etmiştir. Bunun için fazla söz söylemeye zannederim ihtiyaç yoktur. </span></span></span></p><p> </p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 12px"><span style="color: darkred">Bir avuç şâkirdin ihlâsı</span></span></span></strong></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 12px"><span style="color: darkred">...Şu Risâle-i Nur dersini dinleyen, sonra başında iki elin parmağı kadar az olan ve hakikaten geçim derdine müptelâ olan bu insanlar, Risâle-i Nura birinci derece muhatap onlardır. İşte onların ihlâslı davranışlarının neticesidir ki, bugün bu eserler elimizde bulunuyor. </span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: darkred">Mektup şeklinde, kâğıtlar üzerinde, parça parça, köyden köye gezdirilen Risâle-i Nur, böyle kitaplar halinde mi idi canım? </span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: darkred">İlk defa Haşir Risâlesi Kur’ân hurufatıyla tabedildi. O tab da—Allah rahmet eylesin—Şamlı Hâfız Tevfik’in dediği gibi, Üstad’ın kemerindeki otuz altınını bu işe sarf etmesi ile oldu. Kitapların çoğunu da hediye ederdi. </span></span></span></p><p> </p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 12px"><span style="color: darkred">Ev sallanıyor!</span></span></span></strong></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 12px"><span style="color: darkred">Sonra, muhacir Hafız Ahmed... O zatın erkek misafirleri için küçücük bir odası vardı. Üstad Barla’ya, karadan değil, göl tarikiyle, motorla geliyor, sahile çıkıp doğru Muhacir Hafız Ahmed’in o odasına gidiyor. Kendisini kimse tanımıyor, neyse misafirdir. Zaten Hafız Ahmed de misafirperver bir zat idi. İftar zamanı yakın. Peynir, zeytin gibi üç-dört parça iftariyelik getirmiş. Üstad birini alıyor, diğerlerini götür diyor. Yatsıdan sonra, Üstad o odada yalnız kalıyor. </span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: darkred"><strong>Hafız Ahmed kendi anlatıyor:</strong> “Ne kadar zaman geçti bilmiyorum, bir de baktım, ailem beni dürtüyor. Baktım ki ev sallanıyor. Üstad, `Rabbî innî messeniyeddurru ve ente erhamürrahimîn` diyor. Çok gür olarak söylüyor. Evet, ev sallanıyor. Hanımıma dedim ki, Allah bizim başımıza bir devlet kuşu kondurdu.” </span></span></span></p><p> </p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 12px"><span style="color: darkred">Yemek ve kira parasını peşin verirdi</span></span></span></strong></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 12px"><span style="color: darkred">Üstad, beş senelik kirasını peşin vermek suretiyle orada kaldı. Kendisi ile biz de orada görüşmüştük. Akşamdan akşama kendisine yemek gelir; Üstad da, minderini kaldırır, o zaman tedavülde olan heykelsiz nikel on kuruşluklardan bir tane verir, sonra yemeği alırdı. </span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: darkred">Üç-beş misafir de gelse yiyecekleri odur. Beş tane kedi misafir geldiği zaman da yiyecekleri odur. Kedilerin yemeğini peşinen ayırır; misafirler beklerler. Götürür, kedilerin yemeklerini kor, onlar yemeğe başlarlar. Ondan sonra gelir. “Fiatını verelim, Bismillah” der, yemeğe başlanır. </span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: darkred">İlk gittiğimiz zaman, <strong>ilk sofra yemek hatırası da şöyle olmuştu:</strong> İlk yemek girdi. Biz yedi-sekiz kişi oturduk. “Fiyatını verelim, Bismillah” yemeğe hemen başlanmıyor. Biraz duruyor, “Bismillah”, biraz daha duruyor “Bismillah...” </span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: darkred">Ben çok zaman sonra hükmettim ki, biz Bismillah’ı şümulüyle söyleyemiyoruz da, o zat herbirimizin namına "Bismillah" diyor. </span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: darkred">Isparta havalisinde hamur tahtasını sofra diye kullanırlar. Hamur tahtası geldi. O kadar insan yedi. Elhamdülillah. O yemek bitmedi. Yemek hemen hemen geldiği gibi gitti. </span></span></span></p><p> </p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 12px"><span style="color: darkred">Çay içerken, hep onu hatırlarım</span></span></span></strong></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 12px"><span style="color: darkred">Bir defa yanına gittiğim vakit, o gün-Sıddık Süleyman dahil—yanındakiler bir tarafa gitmişler. Hiç kimse yok. Kalktı, kendi eliyle çay yaptı. Böyle bir bardağa kendisine, saplı büyükçe bir bardağa da bana çay koydu. Daha fazlasını verir. Yine fiyatı var. Çayı içerken unutmuşum. Dibinde biraz artmış. “Kardaşım, sen sünnet bilmez!” dedi. Şimdi imkânı mı var, bir çay içeyim de, Üstad’la beraber içtiğimiz çay hatırıma gelmesin. Ve sonunda hâtıra canlanmasın “Sen sünnet bilmez!" </span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: darkred">Nereye gitsem diyorlar, “Üstad’la olan maceranızı anlatın.” Üstad ile olan mâceram ne olacak ki, diyorum. </span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: darkred"><strong>Mâcerası şudur:</strong> Elimizdeki kıymetli eserlerin ne gibi şartlar altında yazıldığını düşünün. Bunlar düşmanlar tarafından bile takdir ediliyor. Ama malumdur ki, kıymetli eserler, bilhassa münekkitlerin eline geçecek, onların diline düşecek kıymetli eserlerin kusuru olmamak gerektir. Mesail-i imaniyeden bahsediliyor. Bu eserlere karşı kusur aramak için kulaklarını dikenler çıktı. Halbuki böyle bir şey yok (yani eserlerde kusur bulamadılar). İftira ettiler, Mustafa Sabri’yi mezardan çıkarıp konuşturdular. İftiranın bu derecesine vardılar. Ancak iftira ile tenkit edebildiler. Eğer bu eserlerin içinde hakikatte bir kusur olsaydı, bu müfterilerin gözünden kaçmayacak idi. </span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: darkred">Yaa, onun için asıl hârika olan bu eserlerdir. Bir zat, o da kendi tâbirince, "yarım ümmi, yardımcısız, tazyikat (baskı) altında" ve daima kendisine şüpheli olarak bakılan bir zat tarafından yazılan bu eserler en büyük hârikadır.</span></span></span></p></blockquote><p></p>
[QUOTE="NuruAhsen, post: 28970, member: 857"] [FONT=Book Antiqua][SIZE=3][COLOR=darkred][IMG]http://www.sorularlarisaleinur.com/srn/images/article/2220.jpg[/IMG] [/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=3][COLOR=darkred]Aşağıda okuyacağınız hatıralar Hulusî Yahyagil`e ait olup, 1969 yılında Nur`un ilk sâdık talebelerinden Ahmed Feyzi Kul ile aralarında geçen konuşmalardan alınmış. Muhterem Mustafa Birlik tarafından kaydedilen bu sohbet metnini yazıya döküp gönderen ise, merhum A. Feyzi Kul`un oğlu Yaşar Kul.[/COLOR][/SIZE][/FONT] [B][FONT=Book Antiqua][SIZE=3][COLOR=darkred]Evet, merhum Hulûsi Yahyagil anlatıyor: [/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Book Antiqua][SIZE=3][COLOR=darkred]Kur`ân`ın feyzinden mülhem sözler[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [SIZE=3][FONT=Book Antiqua][COLOR=darkred][B]Nura taraftar bir üniversite talebesi (bir gün) bana sordu:[/B] “Siz diyorsunuz ki, Risâle-i Nur ilham eseridir?” Yukarıdakilere ilaveten dedim: “İnsan küçücük bir yazı yazsa, o yazının da tenkid edilecek ellere geçeceğini bilse, o yazıya ne kadar ihtimam eder. Haydi ihtimam etti, fakat hasta bir halde, zehirlenmiş bir zamanda, müfekkiresini toplar da böyle tenkitten koruyacak bir belâgatte, veciz ve nâfiz sözleri bir araya nasıl getirir ve yazar?" [/COLOR][/FONT][/SIZE] [SIZE=3][FONT=Book Antiqua][COLOR=darkred][B](Sohbetin burasında Ahmet Feyzi Kul, şu sözlerle araya giriyor:[/B] "Ben altı eserin yazılmasına şahid oldum. O da iki hapishanede. Biri Denizli, diğeri Afyon hapsinde. Her iki hapishanede de, o kadar takayyüt/kayıtlar altında, yani bir kelime bile yazılmaması için şiddetli bir baskı vardı. Ve hiçbir yazının içeri girmesine, dışarı çıkmasına, kuş uçmasına—zahiren—imkân yoktu. Bu şartlar altında altı eser yazıldı. Bilhassa Meyve Risâlesi... Meyve Risâlesi bir şaheserdir." Ardından, Hulusî Yahyagil devam ediyor.) [/COLOR][/FONT][/SIZE] [SIZE=3][FONT=Book Antiqua][COLOR=darkred]Merhum Hafız Ali’nin (Denizli hapishanesinde, Üstadının yerine vefat etti, 1944) münkereyne cevabı Meyve Risâlesi olmuştur. [/COLOR][/FONT][/SIZE] [B][FONT=Book Antiqua][SIZE=3][COLOR=darkred]Tunceli kâbusu[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [FONT=Book Antiqua][SIZE=3][COLOR=darkred]...Tunceli harekâtı 1937’de yapıldı. Vaziyet çok ehemmiyetli, fakat izhârı zor. Bilfiil muhaberemiz (Üstad`la haberleşmemiz) de, o sırada dikkat çekiyor. Mektup kesilmiş vaziyette. Tunceli harekâtına gideceğiz. Türkçesi "imha" üzerine gidiliyor. [/COLOR][/SIZE][/FONT] [SIZE=3][FONT=Book Antiqua][COLOR=darkred]Eee, benim de bu iş aklıma yatmıyor. Fakat, bu hissimi açığa çıkarmama da imkân yok. Hiç kimseye emniyet edip de söyleyemiyorum. [/COLOR][/FONT][/SIZE] [SIZE=3][FONT=Book Antiqua][COLOR=darkred]Babam sağ rahmetlik. İşte başka büyükler de orada, onlarla da görüştük. Neyse, hayvana (ata) bindim. [/COLOR][/FONT][/SIZE] [SIZE=3][FONT=Book Antiqua][COLOR=darkred]Baktım evde bizim hizmeti yapan koşuyor. Elinde bir zarf. Derhal açtım. Kastamonu Lâhikasında geçer. Fakat, şu vaziyeti söyledikten sonra okursanız, o zaman hakikat daha iyi anlaşılır. Abdülmecid Efendi, zarfı değiştirerek mektubu aynen göndermiş.[/COLOR][/FONT][/SIZE] [SIZE=3][FONT=Book Antiqua][COLOR=darkred][B]İşte, selâmdan sonra şöyle diyor Üstad:[/B] “Hulûsi’nin bir hüznü, bir gailesi var olduğunu hissediyorum. Merak etmesin, Risâle-i Nur şakirtlerine inayet ve rahmet-i İlâhiye nezaret eder. Dünyaya ait meşakkatler madem sevap verir geçerler, o musibetlere karşı sabır içinde şükürle, metanetle mukabele edilmek gerektir. Sen ve Hulûsi bütün duâlarımda ve kazançlarımda berabersiniz.” [/COLOR][/FONT][/SIZE] [SIZE=3][FONT=Book Antiqua][COLOR=darkred]Şimdi bunu okudum... Yani, bana dünyayı verselerdi, o kadar bir sevinç duymazdım. Bana öyle bir emniyet hâsıl oldu ki... Öptüm, başıma koydum, sonra koynuma yerleştirdim. Elhamdülillah. [/COLOR][/FONT][/SIZE] [SIZE=3][FONT=Book Antiqua][COLOR=darkred]Yine de kimseye bir şey söylemedim. Verilen vazife gayet çetin ve mutlaka ağır, kanlı bir vaziyete girmesi muhtemel. Cenâb-ı Hak, öyle sıyânet (hıfz, muhafaza) etti—elhamdülillah—öyle sıyânet etti ki, kirlenmeden o badireden kurtardı, tertemiz. Çetin vazife içinde, eli bulaştırmak ihtimali var, sonra da mesul mevkide. Neyse, bu da böyle... [/COLOR][/FONT][/SIZE] [B][FONT=Book Antiqua][SIZE=3][COLOR=darkred]Tahribatın tamiri[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [FONT=Book Antiqua][SIZE=3][COLOR=darkred]Şimdi, yine kendi sözüne geleceğim, yine Barla’da... Kur’an`ın bütün surları yıkılmış, Kur’an tek başıyla kendini müdafaa ediyor. "Kur’an`ın bütün surları yıkılmış" sözünün mânası, kanaatımca şudur: Dinî tedrisat yapan medreseler, mekteplerdeki din dersleri ve nihâyet camilerin arkasında Allah, Allah denilen tekyeler... Bunların kapanması ve en büyük musibet olarak başımıza gelmesi. Tedris-i Kur’aniyi yasak etti. [/COLOR][/SIZE][/FONT] [SIZE=3][FONT=Book Antiqua][COLOR=darkred]Şimdi, Kur’an atlas kaba, atlas kılıfa konarak, kıble duvarına asılmak ve Cuma akşamları ölülerin ruhuna Yasin-i Şerif okunmak için mi kullanılacak? [/COLOR][/FONT][/SIZE] [SIZE=3][FONT=Book Antiqua][COLOR=darkred]İşte Üstad, öyle mukaddes ve kudsî bir kitabın, kelâmullahın bu asra bakan ehemmiyetli mânasına işaret edecek... Ve o, bu vazifenin icâbını hepimizin bildiği gibi, en ağır şartlar altında, daima hayatı tehlikede olarak yapmak suretiyle îfâ etmiştir. Bunun için fazla söz söylemeye zannederim ihtiyaç yoktur. [/COLOR][/FONT][/SIZE] [B][FONT=Book Antiqua][SIZE=3][COLOR=darkred]Bir avuç şâkirdin ihlâsı[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [FONT=Book Antiqua][SIZE=3][COLOR=darkred]...Şu Risâle-i Nur dersini dinleyen, sonra başında iki elin parmağı kadar az olan ve hakikaten geçim derdine müptelâ olan bu insanlar, Risâle-i Nura birinci derece muhatap onlardır. İşte onların ihlâslı davranışlarının neticesidir ki, bugün bu eserler elimizde bulunuyor. [/COLOR][/SIZE][/FONT] [SIZE=3][FONT=Book Antiqua][COLOR=darkred]Mektup şeklinde, kâğıtlar üzerinde, parça parça, köyden köye gezdirilen Risâle-i Nur, böyle kitaplar halinde mi idi canım? [/COLOR][/FONT][/SIZE] [SIZE=3][FONT=Book Antiqua][COLOR=darkred]İlk defa Haşir Risâlesi Kur’ân hurufatıyla tabedildi. O tab da—Allah rahmet eylesin—Şamlı Hâfız Tevfik’in dediği gibi, Üstad’ın kemerindeki otuz altınını bu işe sarf etmesi ile oldu. Kitapların çoğunu da hediye ederdi. [/COLOR][/FONT][/SIZE] [B][FONT=Book Antiqua][SIZE=3][COLOR=darkred]Ev sallanıyor![/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [FONT=Book Antiqua][SIZE=3][COLOR=darkred]Sonra, muhacir Hafız Ahmed... O zatın erkek misafirleri için küçücük bir odası vardı. Üstad Barla’ya, karadan değil, göl tarikiyle, motorla geliyor, sahile çıkıp doğru Muhacir Hafız Ahmed’in o odasına gidiyor. Kendisini kimse tanımıyor, neyse misafirdir. Zaten Hafız Ahmed de misafirperver bir zat idi. İftar zamanı yakın. Peynir, zeytin gibi üç-dört parça iftariyelik getirmiş. Üstad birini alıyor, diğerlerini götür diyor. Yatsıdan sonra, Üstad o odada yalnız kalıyor. [/COLOR][/SIZE][/FONT] [SIZE=3][FONT=Book Antiqua][COLOR=darkred][B]Hafız Ahmed kendi anlatıyor:[/B] “Ne kadar zaman geçti bilmiyorum, bir de baktım, ailem beni dürtüyor. Baktım ki ev sallanıyor. Üstad, `Rabbî innî messeniyeddurru ve ente erhamürrahimîn` diyor. Çok gür olarak söylüyor. Evet, ev sallanıyor. Hanımıma dedim ki, Allah bizim başımıza bir devlet kuşu kondurdu.” [/COLOR][/FONT][/SIZE] [B][FONT=Book Antiqua][SIZE=3][COLOR=darkred]Yemek ve kira parasını peşin verirdi[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [FONT=Book Antiqua][SIZE=3][COLOR=darkred]Üstad, beş senelik kirasını peşin vermek suretiyle orada kaldı. Kendisi ile biz de orada görüşmüştük. Akşamdan akşama kendisine yemek gelir; Üstad da, minderini kaldırır, o zaman tedavülde olan heykelsiz nikel on kuruşluklardan bir tane verir, sonra yemeği alırdı. [/COLOR][/SIZE][/FONT] [SIZE=3][FONT=Book Antiqua][COLOR=darkred]Üç-beş misafir de gelse yiyecekleri odur. Beş tane kedi misafir geldiği zaman da yiyecekleri odur. Kedilerin yemeğini peşinen ayırır; misafirler beklerler. Götürür, kedilerin yemeklerini kor, onlar yemeğe başlarlar. Ondan sonra gelir. “Fiatını verelim, Bismillah” der, yemeğe başlanır. [/COLOR][/FONT][/SIZE] [SIZE=3][FONT=Book Antiqua][COLOR=darkred]İlk gittiğimiz zaman, [B]ilk sofra yemek hatırası da şöyle olmuştu:[/B] İlk yemek girdi. Biz yedi-sekiz kişi oturduk. “Fiyatını verelim, Bismillah” yemeğe hemen başlanmıyor. Biraz duruyor, “Bismillah”, biraz daha duruyor “Bismillah...” [/COLOR][/FONT][/SIZE] [SIZE=3][FONT=Book Antiqua][COLOR=darkred]Ben çok zaman sonra hükmettim ki, biz Bismillah’ı şümulüyle söyleyemiyoruz da, o zat herbirimizin namına "Bismillah" diyor. [/COLOR][/FONT][/SIZE] [SIZE=3][FONT=Book Antiqua][COLOR=darkred]Isparta havalisinde hamur tahtasını sofra diye kullanırlar. Hamur tahtası geldi. O kadar insan yedi. Elhamdülillah. O yemek bitmedi. Yemek hemen hemen geldiği gibi gitti. [/COLOR][/FONT][/SIZE] [B][FONT=Book Antiqua][SIZE=3][COLOR=darkred]Çay içerken, hep onu hatırlarım[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [FONT=Book Antiqua][SIZE=3][COLOR=darkred]Bir defa yanına gittiğim vakit, o gün-Sıddık Süleyman dahil—yanındakiler bir tarafa gitmişler. Hiç kimse yok. Kalktı, kendi eliyle çay yaptı. Böyle bir bardağa kendisine, saplı büyükçe bir bardağa da bana çay koydu. Daha fazlasını verir. Yine fiyatı var. Çayı içerken unutmuşum. Dibinde biraz artmış. “Kardaşım, sen sünnet bilmez!” dedi. Şimdi imkânı mı var, bir çay içeyim de, Üstad’la beraber içtiğimiz çay hatırıma gelmesin. Ve sonunda hâtıra canlanmasın “Sen sünnet bilmez!" [/COLOR][/SIZE][/FONT] [SIZE=3][FONT=Book Antiqua][COLOR=darkred]Nereye gitsem diyorlar, “Üstad’la olan maceranızı anlatın.” Üstad ile olan mâceram ne olacak ki, diyorum. [/COLOR][/FONT][/SIZE] [SIZE=3][FONT=Book Antiqua][COLOR=darkred][B]Mâcerası şudur:[/B] Elimizdeki kıymetli eserlerin ne gibi şartlar altında yazıldığını düşünün. Bunlar düşmanlar tarafından bile takdir ediliyor. Ama malumdur ki, kıymetli eserler, bilhassa münekkitlerin eline geçecek, onların diline düşecek kıymetli eserlerin kusuru olmamak gerektir. Mesail-i imaniyeden bahsediliyor. Bu eserlere karşı kusur aramak için kulaklarını dikenler çıktı. Halbuki böyle bir şey yok (yani eserlerde kusur bulamadılar). İftira ettiler, Mustafa Sabri’yi mezardan çıkarıp konuşturdular. İftiranın bu derecesine vardılar. Ancak iftira ile tenkit edebildiler. Eğer bu eserlerin içinde hakikatte bir kusur olsaydı, bu müfterilerin gözünden kaçmayacak idi. [/COLOR][/FONT][/SIZE] [SIZE=3][FONT=Book Antiqua][COLOR=darkred]Yaa, onun için asıl hârika olan bu eserlerdir. Bir zat, o da kendi tâbirince, "yarım ümmi, yardımcısız, tazyikat (baskı) altında" ve daima kendisine şüpheli olarak bakılan bir zat tarafından yazılan bu eserler en büyük hârikadır.[/COLOR][/FONT][/SIZE] [/QUOTE]
Adı
İnsan doğrulaması
Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Cevap yaz
Forumlar
Bediüzzaman Said Nursi ve Risale-i Nur Cemaati
Risale-i Nur Talebeleri
Hulusi Yahyagil
Hulusi Yahyagil Ağabeyden Hatiralar
Bu site çerezler kullanır. Bu siteyi kullanmaya devam ederek çerez kullanımımızı kabul etmiş olursunuz.
Accept
Daha fazla bilgi edin.…
Üst