Peygamberimizin (s.a.v.) Mâriye’den (r.a.) İbrâhîm adında bir oğlu dünyâya geldi. Bu sebeple de Peygamberimizin (s.a.v.) hanımları içinde Hz. Hadîce’den sonra çocuğu olan ikinci hanımı olma şerefine de kavuşmuş oldu. Peygamberimizin (s.a.v.) oğlu İbrâhîm, Medine dışında bulunan Avali isminde bir köyde, süt anneye verildi. Peygamber efendimiz sık sık bu köye oğlunu ziyârete gider O’nu şefkat ve merhametle severdi. Yine bir gün aynı köye; Oğlu İbrâhîm’i ziyârete gitti. Oğlunun ruhunu teslim etmek üzere olduğunu görür görmez O’nu, hemen bağrına bastı. Saçlarını okşamaya başladı. Birkaç dakika sonra İbrâhîm vefât edince: “Yâ İbrâhîm! Ölümüne çok üzüldük. Gözlerimiz ağlıyor, kalbimiz sızlıyor. Fakat Rabbimizi gücendirecek herhangi bir söz, söylemeyiz” buyurdu. Bu sırada gözlerinden damla damla yaşlar akıyordu. Peygamberimizin (s.a.v.) bu halini gören yanındaki arkadaşı Abdurrahman bir Avf (r.a.): “Yâ ResûlALLAH, siz de mi ağlıyorsunuz” demesine karşılık Peygamberimiz (s.a.v.) “Ben sizi ağlamaktan menetmem, o insanın elinde, iradesinde değildir. Ama sesli ağlamaktan ve feryat etmekten ve cahiliye âdetlerinden men ederim. Bunlar ALLAHü teâlânın rızasına muhaliftir (uygun değildir). Ama gayri ihtiyari gözyaşı dökülür ve mahzun olunur” buyurmuştur. Bu ise, vefât edenler için bağırıp çağırmadan, üst baş yırtmadan, ALLAHü teâlâya karşı şirk koşmayacak durumda üzülmenin serbest olduğunun müslümanlara güzel bir şekilde izahı olmuştur.
Peygamberimiz (s.a.v.) aynı gün oğlu İbrâhîm’in cenâze namazını kendi kıldırdı. Bakî kabristanlığına defn edildi. Kabrinin üzerini hafifçe açarak su döktü. Baş tarafına ise büyükçe bir taş koydu. Bu durum hâlâ Peygamberimizin (s.a.v.) sünneti olarak Müslümanlar arasında bugün de devam etmektedir.
Yine aynı gün; (İbrâhîm’in defn edildiği gün) güneş tutulmuş her taraf kararmıştı. Bunu gören herkes, Peygamberimizin (s.a.v.) oğlu İbrâhîm’in ölümüne yormuştu. Bunu duyan Resûl-i Ekrem efendimiz; “Ay ve Güneş, ALLAHü teâlânın âyetlerinden ikisidir. Kimsenin ölümünden dolayı tutulmazlar” buyurmuşlar ve bu olayın tabiî bir hâl olduğunu Eshâb-ı kirâma açıklamışlardı.
Hz. Mâriye ve oğlu İbrâhîm’in hayatı, müslümanların bir çok İslâmi konularda uyarılmasına, sebep olmuştur. Mâriye (r.anhâ) çok sakin, sessiz ve kendi halinde olduğu için, kendisinden hadîs rivâyeti olmamıştır. Mâriye (r.anhâ), Halife Hz. Ömer’in halifeliğinin son yıllarında 16 (m. 637)’de vefât etmiştir.