Hz. Peygamber'in Tarihte Emsali Olmayan Davranışları - I

genc_kalem

Okumak,Yaþamaktýr
Hz. Peygamber'in Tarihte Emsali Olmayan Davranışları - I

Prof. Dr. İsmail Yakıt

Günlük hayatta yapılan davranışların, başkaları tarafından aynen yapılması veya daha iyisinin gerçekleştirilmesi her zaman mümkündür. Ancak, mümtaz şahsiyetler olan peygamberler için de durum biraz farklıdır. Onlar gelecek nesilleri de dikkate alarak ümmetlerine örnek olabilecek davranışlar sergiler. Bir Peygamber'i örnek almak onu aynen taklit etmek demek değildir. Onun davranışları üzerinde düşünmek, ondaki hikmeti anlamak ve o olayı yorumlamak sonra da onu hayata geçirmektir. Nitekim Kur'ân'da Hz. Peygamber'i, "en güzel örnek" olarak vasfeden âyete dikkatle baktığımızda, alınması gereken örneğin, onun dinî ve ahlaki davranışlarını hayata geçirmek olduğunu görürüz.

Hz. Peygamber bir insan olması ve Kur'ân'ın ifadesiyle "içimizden biri" olması hasebiyle ibret alınacak, üzerinde düşünülecek ve yorumlanacak pek güzel davranışları vardır. Ancak O yüce şahsiyetin öyle davranışları ve ifadeleri vardır ki, beşeriyet tarihinde emsali yoktur. Bir diğer ifadeyle, insanlık o davranışların bir benzerini bugüne kadar gösterememiştir. Bu yazımızda işte bu davranışlardan örnekler vermeye çalışacağız. O'nun hayatından seçtiğimiz on kadar örnekle konuyu ele almak istiyoruz.

İnsana Verdiği Değer

1-Kur'ân'ın insana ve onun hayatına verdiği değeri hepimiz biliriz. "Haksız yere bir insanı öldürmek, bütün insanlığı ördürmek gibidir, bir insana da hayat vermek, bütün insanlığa hayat vermek gibidir." anlamındaki evrensel vahyin anlamı ne kadar geniş ve derindir. Hz. Peygamber'in sadece hayatta olan insanla ilgili değil, aynı zamanda başka dinden olsa bile, vefat etmiş insana da saygı gösterilmesi gerektiğine dair örneği vardır. Bir gün Hz. Peygamber, bir cenaze geçerken ayağa kalkıyor. Sahabe, cenazenin bir gayr-i müslime ait olduğunu, ölenin bir Yahudi olduğunu söylüyor.

Hz. Peygamber de ölümün düşündürücü olduğunu, kim olursa olsun ölenin bir insan olduğunu, saygı göstermek gerektiğini oradakilere telkin ediyor.

Hz. Peygamber'in bu davranışı tarihte emsali olmayan davranışlarından biridir. Zira bir dinin peygamberinin kendi dininden olmayan birisinin cenazesine sırf insan olduğu için ihtirama durmasının tarihte başka bir örneği yoktur.

2- Hz. Peygamber, kim olursa olsun, insan olarak dünyaya gelmiş birisinin inançsız ve müşrik olarak ölmesini istememiştir. Hayatı kendisine zehir eden, her türlü hakaretlerini gördüğü azılı düşmanlarının bile imansız olarak bu dünyayı terk etmelerini istememiştir. Nitekim, Bedir savaşında ölen müşriklerin insan onuruna halel gelmeyecek şekilde gömülmelerini emrediyor ve ölmüş müşriklere bir hitapta bulunuyor: Herkesin beklediğinden farklı olarak, kendisinden çok çektiği baş düşmanı Ebu Cehil'in de içinde bulunduğu bu müşrik cesetlere hitaben tarihte emsali olmayan şu mealdeki sözleri söylüyor
" Ben size demedim mi ? Keşke Beni dinleseydiniz. Müşrik olarak öldünüz, azap üzerinize hak oldu." Görüldüğü gibi, düşmanı bile olsa bir insanın dinsiz veya müşrik olarak ölmesini istemediğini anlıyoruz. O'nunbu hitabı, cihan tarihinde emsali olmayan bir davranıştır.

kaynak: www.sonpeygamber.info


 

müdavim

Üye Sorumlusu
Peygamber Efendimizin Fikirlere Saygısı

Hz. Muhammed S.A.V.


Kur'ân-ı Kerim'in pek çok yerinde akletme, akıl yürütme, düşünme, tefekkür etme fiillerini öğütleyen pek çok âyet vardır. Bu âyetlerde verilmek istenen mesaj, insanların hiç bir baskı ve zorlama olmaksızın akılları vasıtasıyla düşünmeleri, hadiseleri değerlendirmeleri ve doğruyu ancak kendi zihnî gayretleriyle bulmalarıdır. Fakat bir fikrin/inancın sadece zihinde, düşünce seviyesinde kalması bir anlam ifade etmez. Aslolan, düşüncenin hiç bir baskı ve kısıtlamaya maruz kalmadan ifadeye dönüşmesi, açıklanması, yayılması, fiiliyata geçirilmesidir.

İslam, fikir hürriyetini bir hak olarak vermenin yanında, inananları fikirlerini açıklama noktasında da sorumlu tutmaktadır. Zira fikir hürriyeti, dinin önemli bir prensibi olan "emr-i bi'l-ma'ruf, nehy-i ani'l-münker"in 1 gerçekleşmesi için de gereklidir. Eğer bir toplumda ifade hürriyeti yoksa bu tavsiye/emir/hüküm insanlar tarafından hakkıyla uygulanamaz; insanlar ne iyiyi emredebilirler, ne de kötülükten sakındırılabilirler.

Düşünce ve düşünceyi ifade hürriyeti, aynı zamanda din ve inanç hürriyetini de temin eder. Zira din ve inanç; insanın vicdanıyla ilgili bir husustur ve hiçbir güç ve zorlama onu etkileyemez. "Dinde zorlama yoktur, artık hak ile batıl iyice ayrılmıştır." 2 âyeti zorlama ile inancın bir arada bulunmasının mümkün olmadığını gösterir. İnsanları yaratan ve onlara her türlü nimeti veren Allah bile hiç bir zorlamaya yönelmeksizin, kendi yarattığı insanlara, kendisine inanıp inanmama hürriyeti vermişken 3, kulların kendilerini bu konuda yetkili görmelerinin anlamsızlığı ortadadır.

İlahî mesaj insanlara açık olarak iletildiği zaman, peygamberin vazifesi tamamlanmış olur ve o, artık tebliği ulaştırdığı insanların yaptıklarından sorumlu değildir. Hak ile batılı birbirinden ayırdıktan sonra muhataplarını zorla imana getirmek onun görevi değildir. Kur'ân bu gerçeği Hz. Peygamber'e hitaben şöyle bildirir:

"Ey Muhammed! Sen öğüt ver, çünkü Sen ancak öğüt verirsin. Onların üzerine zorlayıcı değilsin." 4

"Eğer yüz çevirirlerse bilsinler ki, biz Seni onların üzerine bekçi göndermedik, Sana düşen sadece tebliğdir." 5

"Biz bu kitabı insanlar için Sana hak ile indirdik. Artık kim doğru yola gelirse, kendi yararınadır, kim de saparsa kendi zararına sapmış olur. Sen onlar üzerine vekil değilsin." 6

"De ki, Hak (bu Kur'ân) Rabb'inizdendir. Artık dileyen inansın, dileyen inkar etsin." 7

"Peygamber'e düşen sadece açık bir şekilde duyurmaktır." 8

"De ki, ey İnsanlar işte Rabbinizden gerçek geldi. Artık yola gelen, kendisi için gelir, sapan da kendisi zararına sapar. Ben sizin üzerinize vekil değilim." 9

Bu âyetler İslam'ın inanç hürriyetine bakışını açık bir şekilde ortaya koymaktadır. İslam'ı kabul veya red noktasında hiç kimse zorlama altında değildir. İnanç zorla kabul ettirilmeye çalışılırsa, o zaman insanın sorumluluğunun, seçme hürriyetinin, ilahî adaletin, ceza ve mükafatın, dünyanın bir imtihan yeri olmasının da bir anlamı kalmayacak, hesap gününden söz etmek, ahiretten, cennet ve cehennemden bahsetmek mümkün olmayacaktır.

Hz. Peygamber din ve vicdan hürriyetiyle ilgili uygulamaları, yukarıda özet olarak ortaya koymaya çalıştığımız teorik esaslar dahilinde gerçekleşmiştir. Bu esaslar sadece Hz. Peygamber değil, aynı zamanda daha sonra halifeler dönemi başta olmak üzere bütün Müslüman devlet idarecilerinin dinen uymaları gereken talimat niteliğinde olmuştur. Bu hususlar gereğince yöneticiler İslam'a girmeyen insanların, yani gayr-i müslimlerin zorla dine kazandırılması yoluna gitmemişler, onları kendi inançlarıyla başbaşa bırakmışlardır. Bu sayededir ki, tarih boyunca çeşitli İslam ülkelerinde gayr-i müslim azınlıklar varlıklarını daima koruyabilmişlerdir.

Müslümanların diğer dinlerin mensuplarına yönelik davranışları Kur'ânî öğreti ve Rasûlullah'ın uygulamalarından ilham almaktadır. Daha önce de işaret edildiği gibi, Kur'ân samimi gerekçelerle inanç hürriyetini destekler. Kur'ân'da, Allah'ın insanı yarattığı, imanı kabul veya red hususunda onu serbest bıraktığı, bunu kendi rızasıyla yaptığı, tekrar tekrar ifade edilir.

Hz. Peygamber İslam'ı insanlara tebliğ ettikten sonra onları vicdanlarıyla baş başa bırakmış, iman edenleri din kardeşi olarak kabul etmiş, İslam'ı kabul etmeyip eski inançları üzerinde kalmak isteyenlere karşı herhangi bir olumsuz tavır takınmamış, onların inançlarına sadece saygı göstermiştir.

Gayr-i müslimlere tanınan din ve vicdan hürriyeti; inanç hürriyeti, dinî ayin, ibadet ve öğrenim hürriyeti gibi alanlarda kendini gösterir. İslam dini herşeyden önce gayr-i müslimlere kendi inançlarını koruma izni vermiştir. Hz. Peygamber'in, Mekke'den Medine'ye hicretinden sonra düzenlediği Medine Sözleşmesi'nin 25. maddesi özellikle bu konuya hasredilmiş ve şöyle denilmiştir:

"Benû Avf Yahudileri, müminlerle birlikte olarak bir ümmet (camia) teşkil ederler. Yahudilerin dinleri kendilerine, müminlerin dinleri kendilerinedir. Buna gerek bizzat kendileri, gerekse mevlaları dahildir."

Allah Rasûlü'nün gayr-i müslimlere tanıdığı din ve vicdan hürriyeti konusunda en detaylı bilgiler, O'nun Necran Hristiyanlarıyla ilgili uygulamalarında yer alır. Hz. Peygamber, Medine'ye gelen Necran heyetini İslam'a davet ettiğinde, onlar çağrıyı kabul etmemişler, bununla birlikte cizye ve haraç ödemeleri şartıyla bir anlaşma imzalamışlardır. Anlaşmanın konumuzla ilgili bölümü şöyledir:

"Onların mallarına, canlarına, dinî hayat ve tatbikatlarına, hazır bulunanlarına, bulunmayanlarına, ailelerine, mabetlerine ve az olsun çok olsun onların mülkiyetinde bulunan her şeye şamil olmak üzere, Allah'ın himayesi ve Rasûlullah Muhammed'in zimmeti Necranlılar ve onların tabileri üzerine haktır. Hiç bir piskopos kendi dinî vazife mahalli dışına, hiç bir papaz kendi vazifesini gördüğü kilisenin dışına, hiç bir rahip, içinde yaşadığı manastırın dışına başka bir yere alınıp gönderilmeyecektir...?

Hz. Peygamber'in Necran halkı ile yaptığı bu anlaşmadan sonra ülkelerine dönen heyet başkanı ve heyetin din adamı kısa süre sonra tekrar geri gelerek Müslümanlıklarını açıklamışlardır. Onların davranışında Hz. Peygamber'in kendilerine daha önce gösterdiği hoşgörü ve din hürriyetinin etkisinin olduğu muhakkaktır.

Hz. Peygamber Necranlılara olduğu gibi Yemen halkına da geniş din serbestliği tanımıştır. Bölge idarecisi Muaz b. Cebel'e gönderilen talimatnamede Yemenliler'e şu şekilde hitab edilmektedir:

"Ben Muaz b. Cebel'i, sizi hikmet ve iyi söz ile Rabb'inin yoluna davet etmesi için gönderdim. O, Allah'ın razı olduğu şeyi kabul edecek, olmadığı şeyi reddedecektir. İçinizden her kim Allah'ın birliğini ve Muhammed (sav)'in O'nun kulu ve peygamberi olduğunu kabul eder ve tam bir teslimiyetle İslam' a girerse, o kişi Müslümanların tüm haklarını elde etmiş ve onların sorumluluklarını yüklenmiş olur. Kim de cizye vermek suretiyle eski dini üzerinde kalmak isterse, o kendi dini üzerine bırakılır. Bu halde o kimse Allah'ın, onun peygamberinin ve müminlerin koruması altındadır; öldürülmez, esir edilmez, kendisine gücünü aşan sorumluluk yüklenmez ve dinini terketmesi için kendisine bir baskı yapılmaz."

Gayr-i müslimlere tanınan dinî ayin ve ibadetlerini icra etme hürriyeti zaruri olarak kilise, havra vb. gibi mabedlerin korunmasını da ihtiva etmektedir. Allah Rasûlü kendisiyle görüşmek amacıyla Medine'ye gelen ve ibadet etmek istediklerini beyan eden Necran heyetine Medine mescidini göstermiş, onlar, Müslümanların ibadet ettikleri bu kutsal mekanda ayinlerini icra etmişlerdir. Hz. Peygamber'in Necran Hıristiyanlarıyla yapmış olduğu zimmet anlaşmasında onların mabetlerine dokunulmayacağı da yukarıdaki metinde açıkça belirtilmişti. Ayrıca gayr-i müslimlere, dinlerinin esaslarını öğrenme, çocuklarına öğretme hürriyetinin tanınmış olduğunu da aynı metinlerden çıkarmamız mümkündür. Zira din ve vicdan hürriyeti; ibadet hürriyeti, dini yaşama, yayma ve öğretme hürriyeti bir bütün olarak değerlendirilmektedir. Bu hürriyetlerden her hangi birinin ortadan kaldırılması veya kısıtlanması genelde inanç hürriyetinin zedelenmesi anlamına gelecektir. Bu nedenle bir piskopos, papaz veya rahibin görev yerinin dahi değiştirilmeyeceği garantisi veren Hz. Peygamber'in onların inançlarını yayma ve öğretme hürriyetlerini tanımamış veya kısıtlamış olması düşünülemez.

Gayr-i müslimler, yine din ve vicdan özgürlüğünün tabii sonucu olarak aile, borçlar, miras gibi özel hukuk alanlarında ve şahsi hakların gerektirdiği diğer hukuki konularda tam bir serbestlik içinde olmuşlardır. Onlara, hukuki ihtilaflarını, kuracakları cemaat mahkemelerinde kendi mevzuatlarına göre çözme imkanı tanınmış ve bu hak din ve vicdan hürriyetinin bir gereği sayılmıştır. Nitekim Allah Rasûlü, Hendek savaşı esnasında Mekke müşrikleriyle anlaşıp Müslümanlara ihanet eden Kureyza Yahudilerini İslam hükümlerine göre değil, Yahudi şeriatına göre cezalandırmıştır. Zimmilere tanınan hukuki ve kazaî muhtariyet, Hz. Peygamber'den sonraki İslam tarihi sürecinde de düzenli bir şekilde uygulanmıştır.

kaynak:mishakal
 
Üst