Konuya cevap cer

BİRİNCİ DÜSTURUNUZ


Amelinizde rıza-yı İlâhî olmalı.


Eğer O razı olsa, bütün dünya küsse ehemmiyeti yok. Eğer O kabul etse, bütün halk reddetse tesiri yok. O razı olduktan ve kabul ettikten sonra, isterse ve hikmeti iktiza ederse, sizler istemek talebinde olmadığınız halde, halklara da kabul ettirir, onları da razı eder. Onun için, bu hizmette, doğrudan doğruya, yalnız Cenâb-ı Hakkın rızasını esas maksat yapmak gerektir.



Birinci Düstur:


Amelinizde rıza-yı İlâhî olmalı


Allah rızası bütün amellerin önünde, olmazsa olmaz bir duygu olarak bulunmalıdır. Namaz kılarken Allah rızası, kitap okurken Allah rızası, ailenin geçimini sağlarken Allah rızası, i'lâ-yı kelimetullah için yapılan hizmetlerde Allah rızası… Allah için yapılan hizmetlerde zaman zaman farklı mülâhazalara girilebilmektedir. "En güzel ve başarılı hizmeti yapma ve bunu herkese gösterme" şeklinde bir niyet bazen insanların zihinlerine gelebilmekte ve riyaya kapı aralanabilmektedir. Halbuki, "Allah, ancak kendi rızası umularak ve Allah için hâlisane yapılan amelleri kabul eder." (Nesai, Cihad 24)


Herkes razı edilse bile Allah'ın razı olmadığı bir hizmet makbul değildir. Zîrâ hizmetler, sınırlı dünya hayatı için değildir. İnsanın ebedî saadeti, Allah'ın rızasını elde etmesi sonucu Cennet'te tecelli edecektir. Allah razı olmadıktan sonra milyonlarca insan bir hizmeti alkışlasa bile bu, beş para etmez, O'nun nezdinde bir kıymeti olmaz.



İKİNCİ DÜSTURUNUZ


Bu hizmet-i Kur’âniyede bulunan kardeşlerinizi tenkit etmemek ve onların üstünde faziletfuruşluk nev’inden gıpta damarını tahrik etmemektir.



Çünkü nasıl insanın bir eli diğer eline rekabet etmez, bir gözü bir gözünü tenkit etmez, dili kulağına itiraz etmez, kalb ruhun ayıbını görmez. Belki birbirinin noksanını ikmal eder, kusurunu örter, ihtiyacına yardım eder, vazifesine muavenet eder. Yoksa o vücud-u insanın hayatı söner, ruhu kaçar, cismi de dağılır.


Hem nasıl ki bir fabrikanın çarkları birbiriyle rekabetkârâne uğraşmaz, birbirinin önüne tekaddüm edip tahakküm etmez, birbirinin kusurunu görerek tenkit edip, sa’ye şevkini kırıp atâlete uğratmaz. Belki bütün istidatlarıyla birbirinin hareketini umumî maksada tevcih etmek için yardım ederler; hakikî bir tesanüd, bir ittifakla gaye-i hilkatlerine yürürler. Eğer zerre miktar bir taarruz, bir tahakküm karışsa, o fabrikayı karıştıracak, neticesiz, akîm bırakacak. Fabrika sahibi de o fabrikayı bütün bütün kırıp dağıtacak.


İşte, ey Risale-i nur şakirtleri ve Kur’ân’ın hizmetkârları! Sizler ve bizler öyle bir insan-ı kâmil ismine lâyık bir şahs-ı mânevînin âzâlarıyız. Ve hayat-ı ebediye içindeki saadet-i ebediyeyi netice veren bir fabrikanın çarkları hükmündeyiz. Ve sahil-i selâmet olan Dârüsselâma ümmet-i Muhammediyeyi (a.s.m.) çıkaran bir sefine-i Rabbâniyede çalışan hademeleriz. Elbette, dört fertten bin yüz on bir kuvvet-i mâneviyeyi temin eden sırr-ı ihlâsı kazanmakla tesanüd ve ittihad-ı hakikîye muhtacız ve mecburuz. Evet, üç elif ittihad etmezse, üç kıymeti var. Sırr-ı adediyet ile ittihad etse, yüz on bir kıymet alır. Dört kere dört ayrı ayrı olsa, on altı kıymeti var. Eğer sırr-ı uhuvvet ve ittihad-ı maksat ve ittifak-ı vazife ile tevafuk edip bir çizgi üstünde omuz omuza verseler, o vakit dört bin dört yüz kırk dört kuvvetinde ve kıymetinde olduğu gibi, hakikî sırr-ı ihlâs ile, on altı fedakâr kardeşlerin kıymet ve kuvvet-i mâneviyesi dört binden geçtiğine, pek çok vukuat-ı tarihiye şehadet ediyor.


Bu sırrın sırrı şudur ki: Hakikî, samimî bir ittifakta herbir fert, sair kardeşlerin gözüyle de bakabilir ve kulaklarıyla da işitebilir. Güya on hakikî müttehid adamın herbiri yirmi gözle bakıyor, on akılla düşünüyor, yirmi kulakla işitiyor, yirmi elle çalışıyor bir tarzda mânevî kıymeti ve kuvvetleri vardır. (HAŞİYE)


(HAŞİYE) : HAŞİYE Evet, sırr-ı ihlâs ile samimî tesanüd ve ittihad, hadsiz menfaate medar olduğu gibi, korkulara, hattâ ölüme karşı en mühim bir siper, bir nokta-i istinaddır. Çünkü ölüm gelse, bir ruhu alır. Sırr-ı uhuvvet-i hakikiye ile, rıza-yı İlâhî yolunda, âhirete müteallik işlerde kardeşleri adedince ruhları olduğundan, biri ölse, “Diğer ruhlarım sağlam kalsınlar. Zira o ruhlar her vakit sevapları bana kazandırmakla mânevî bir hayatı idame ettiklerinden, ben ölmüyorum” diyerek, ölümü gülerek karşılar. Ve “O ruhlar vasıtasıyla sevap cihetinde yaşıyorum, yalnız günah cihetinde ölüyorum” der, rahatla yatar.



İkinci Düstur:


Bu hizmet-i Kur'âniye'de bulunan kardeşlerinizi tenkid etmemek ve onların üstünde fazilet-füruşluk nev'inden gıbta damarını tahrik etmemektir.


Bu düsturda beraber yaşamanın ve ortak bir hedef olarak Allah rızasına yürümenin önündeki iki temel problem nazara verilmektedir: Tenkid ve insanları gıbtaya sevk etmek.


Herkes yaptığı hizmetlerden bahsederken diğer insanların duygularını da dikkate almalı ve başkalarını kıskançlık ve gıptaya sevk etmemelidir. Allah için yapılan hizmetlerde çok önemli olan bu düstur hayata taşınmayınca herkesi tenkit ve kendi yaptıklarını büyüterek anlatma gibi bir hastalık ortaya çıkar. 


Evet, "Her şeyi tenkit, her şeye itiraz, bir yıkma hamlesidir. Şayet insan, bir şeyi beğenmiyorsa, ondan daha iyisini yapmaya çalışmalıdır. Zîrâ, yıkmaktan harabeler, yapmaktan da mâmûreler meydana gelir."8


Tenkit meselesine bir fabrikanın çarklarının âhenkle işlemesi misâl veriliyor. Allah yolunda hizmet edenler de şuurlu olarak işlerini ve hizmetteki vazifelerini âhenkle yapmalı, bir fabrikanın çarkları gibi düzenli çalışmalı; birbirini tenkit ederek çalışma azmini kırmamalıdır.


akîm : neticesiz

atâlet : hareketsizlik

âzâ : uzuvlar, organlar

Cenâb-ı Hak : Hakkın tâ kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah

Dârüsselâm : sonsuz esenlik ve güvenliğin bulunduğu yer, Cennet

esas : temel

faziletfuruşluk : üstünlük taslama, üstünlüklerini satmaya çalışma

fert : birey

gaye-i hilkat : yaratılış amacı

gıpta : özenti, imrenme

hademe : hizmetkârlar

hakikî : gerçek

hayat-ı ebediye : sonsuz hayat, âhiret hayatı

hikmet : bir gaye ve faydaya yönelik olarak, tam yerli yerinde olma

hizmet-i Kur’âniye : Kur’ân hakikatlerini yayma hizmeti

ikmal etmek : tamamlamak

iktiza etmek : gerektirmek

insan-ı kâmil : insanın Allah'ın fiilleri, isimleri ve sıfatlarının en parlak aynası olma seviyesine ulaşması

istidat : kabiliyet

ittifak : anlaşma, birlik

ittihad : birlik, birleşme

ittihad-ı hakikî : gerçek anlamda birlik oluşturmak

kuvvet-i mâneviye : mânevî güç

maksat : amaç, gaye

mecbur : zorunlu

muavenet : yardım

neticesiz : sonuçsuz

nev’ : çeşit, tür

noksan : eksik

rekabetkârâne : rekabet ederek

rıza-yı İlâhî : Allah’ın rızası, hoşnutluğu

sa’y : çalışma

saadet-i ebediye : sonsuz mutluluğun yaşanacağı Cennet hayatı

sahil-i selâmet : kurtuluş sahili

sefine-i Rabbâniye : Rabbanî gemi, iman hakikatlerini yayma hizmeti

sırr-ı ihlâs : samimiyet ve doğruluğun sırrı

şahs-ı mânevî : belli bir kişi olmayıp, bir topluluktan meydana gelen mânevî kişilik

şakirt : talebe

şevk : şiddetli arzu ve istek

taarruz : saldırı

tahakküm etmek : kendi hükmü ve hakimiyeti altına almak

tahrik etmek : harekete geçirmek

talep : istek

tekaddüm etmek : öne geçmek

temin etmek : sağlamak

tenkit : eleştirme

tesanüd : dayanışma

tevcih etmek : yöneltmek

umumî : genel

ümmet-i Muhammediye : Hz. Muhammed’in (a.s.m.) yolundan giden ümmet

vücud-u insan : insan bedeni

zerre miktar : çok az miktar




Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Üst