Ihlas testi

İhlas testi
Ne zamandır aklımda… Sorup duruyorum kendime… “Nasıl olur da bir insan, 15 günde amelinde maksadının rıza-yı İlahî olduğunu unutur?” Değil 15 gün, 15 yıldır yaptığım her işte “rıza-yı İlahî” peşinde olduğum o kadar belli ki başkasının rızasını aramak aklımın ucundan geçmez

İyi güzel de, İhlas Risalesi’nin başındaki o not niye? Niye sadece İhlas Risalesi’nin başında o not? Haşir’in başında olamaz mıydı? Ayetül Kübra için de söylenemez miydi? Birinci Söz, bu uyarıyı daha çok hak ediyor değil miydi? “En az 15 günde bir okuyun!” diyen Üstad, demek istiyor ki “en fazla 15 gün sonra amelinizde maksadınızın rıza-yı İlahî olduğunu hatırlayın!” Yani, en babayiğidimizin bile 16 Günde amelinde maksadının ne olduğunu unuttuğunu ima ediyor

Çok sonraları anlayacaktım ki, rıza-yı İlahi’nin en yakın rakibi, en sinsi ortağı “ben”imizmiş görünüşte Allah rızası için yapıyor olsan da, niyet temizliğini hemen kaybedip, “ben var ya, ben!” havasını, hevasına sapabiliyoruz Öyle olmasaydı, bir konuda kendisinden daha iyi olduğun kardeşine şöyle bir yukarıdan bakıp, “Sen yapamadın, bak, ben yaptım işte…!” deme hevesimiz olmazdı Öyle olmasaydı, bizden daha iyi hizmet eden kardeşimizi görünce, kıskançlıkla parmaklarımızı ısırıp “Tüh… Ben yapamadım, o nasıl yaptı!” diye dövünmezdik

Hadi kendimize, gizli gizli soralım Cevabını da gizli gizli verelim Elimiz vicdanımızda düşünelim “Daha iyi hizmet ediyorum!” diye kostaklandığımız olmadı mı hiç? “Daha iyi hizmet ediyor şunlar…” diye yazıklandığımız olmadı mı hiç? Yoksa, biz bizim yapamadığımız bir hizmeti kardeşlerimizi yapar görünce, “Ohhh, çok şükür…”diyenlerden miyiz? Yoksa, biz kardeşlerimizin yapamadığı hizmeti biz yapmaya muvaffak olduğumuzda, “Beni Rabbim bu işte vazifelendirdi Bana bu hizmeti ikram etti…” diye diğer kardeşlerimize mahcubiyetle bakabilenlerden miyiz?

Şimdi asıl meseleye gelelim: İhlas Risalesi’nin ikinci ve dördüncü düsturunun birinci ve biricik düsturunun (Amelinizde rıza-yı ilahi olmalı) sağlaması gibi geliyor bana…

Kardeşinizden daha iyi hizmet ediyorsanız:
Bu hizmet-i Kur'âniyede bulunan kardeşlerinizi tenkit etmemek ve onların üstünde faziletfuruşluk nev'inden gıpta damarını tahrik etmemektir Yani, “Ben yaptım işte…” havasına girmemek

Kardeşiniz sizden iyi yapıyorsa hizmeti:
“Kardeşlerinizin meziyetlerini şahıslarınızda ve faziletlerini kendinizde tasavvur edip, onların şerefleriyle şâkirâne iftihar etmektir” Yani, “asıl ben yapacaktım ki…” hüsranına düşmemek
Yaptığın hizmeti sen razı olasın diye değil Allah razı olsun diye yapıyorsan, bu iki testten de geçersin

Ama hiç de kolay değil

Değil mi?

Senai Demirci
 

Eyvàh!

Well-known member
Cevap:Dinde ihlâsı korumak

ihlas risalesinin başında yer alan, ‘İnsanlar helâk olur; ancak âlimler hariç. Âlimler helâk olur; ancak ilmiyle amel edenler hariç. İlmiyle amel edenler helâk olur; ancak ihlâslı olanlar hariç. ihlasli olanlar da her an onu kaybetme tehlikesi ile karşı karşıyadırlar’ hadisini açıklar mısınız? Ayrıca bu risâleyi her on beş günde bir okumak için pratik bir yol önerilebilir mi? Meselâ derslerin öncesinde on beş günde bir bitirilecek şekilde birer düstur okumak tavsiye edilir mi?”

Dinde, inançta, ibadette, her türlü dinî hizmet ve hareketlerde ihlâs isteyen, içtenlik isteyen, samimiyet isteyen bizzat Cenab-ı Allah’tır. “Onlar ancak dinde ihlâsla ve dosdoğru biçimde ibadet etsinler, namazı dosdoğru kılsınlar ve zekâtı versinler diye emrolundular”1 buyuran Kur’ân, bizden ihlâs istiyor.

Din hizmetlerinde ihlâs ve içtenlik, olmazsa olmaz şarttır. Budin hizmetlerinin hiçbir şeye âlet edilmeden, sırf Allah rızası için yapılması demektir. Yukarıda zikredilen hadis, ihlâsı hayatın her alanında şart görüyor. Öncelikle, insanın helâk olmaması için ilim sahibi olması gerektiğini, ilim sahiplerinin helâk olmaktan kurtulmak için bildiklerini yaşamaları gerektiğini, bildiklerini yaşayanların helâk olmaktan kurtulmak için ihlâslı ve samimî olmaları gerektiğini, ihlâslı ve samimî olanların da ölünceye kadar sürekli imtihanda olma haliyle, ihlâsı bozan binlerce sebebe karşı sürekli ihlâslı olma yükümlülüğüyle bıçak sırtında bir tehlike yaşadıklarını Sevgili Peygamberimiz (asm) bu hadislerinde bildiriyor.

İnsanın ebedî kurtuluşa ermesi için bilmesi şarttır. Çünkü bilmek aklın sıfatıdır, vasfıdır, hakkıdır, işidir.Insan akıl sahibi olarak yaratılmış ve ebediyet noktasında kendisine lâzım olacak bilgileri elde etmek için aklına ehliyet verilmiştir. İnsan bu ehliyetini kullanmalıdır. Kur’ân bu açıdan insana “Oku!”2 diye emreder; “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?”3 diye sorar ve insanı kayıtsız şartsız bilmeye davet eder.Bilenlerin , bilmeyenleri Allah katında da geçeceği böylece bildirilmiş olur.

Fakat bilenleri bir tehlike bekliyor: Peygamber Efendimizin ’in (asm) uyarısı bundandır. Bilenler, bildiklerini yaşamak ve bunda da ihlâslı olmakla yükümlüdürler. Ihlas yoksa kurtuluş yoktur. Yani bilgi ve amel insanı kurtarmıyor. Cenâb-ı Allah ne için yaşadığımıza bakıyor. Bu anlamda ihlâsın tanımı, bildiğini Allah için yaşamak oluyor.

Peygamber Efendimiz (asm), Allah için amel etmeyi bıçak sırtında bir iş olarak niteliyor. Öyle ki, insan her tecellîde Allah için olup olmama imtihanındadır. Dolayısıyla insan öfkesinde, sevgisinde, acısında, sevincinde, başarısında, iflâsında, gafletinde, hastalığında, sağlığında, iyi halinde, kötü halinde hep Allah için olma vizyonunu korumalıdır. Meselâ, Kur’ân başımıza bir şey isabet ettiğinde (İnnâ Lillah ve inna ileyhi raciun ve ciun) ‘Biz Allah için yaşıyoruz ve Allah’a döneceğiz’ dememiz gerektiğini bize öğretiyor.4 Bu âyeti sadece ölümlerde okuyup diğer tecellilerde Allah’ı unutmak kâmil mânâda ihlâsı yaşamakla bağdaşmaz. Esas olan her tecellîde, her musibette bu âyeti okuyarak Allah’ı hatırlamaktır. Bilmelidir ki Allah hatırlanmazsa hüzün de, hastalık da musibet olduğu gibi; Allah’ı unutturan sağlık da, mutluluk da musibettir.

İhlâslı olanın büyük tehlike içinde olmasından murad, bir meselede Allah için olmayı başaran insanın, diğer bir meselede Allah’ı unutmaması yükümlülüğüdür. Hastalığında Allah’a sığınıp, sağlığında Allah’ı unutması veya iyi günde Allah’a şükredip kötü günde isyan etmesi ya da sevindiğinde Allah’ı hatırlayıp öfkelendiğinde Allah’ı unutarak cinayet işlemesi yahut sıkıntı yokken dindar gözüküp, zora düştüğünde dinini dünya, siyaset, iktidar, hâkim zihniyet, hâkim rejim menfaatine satması imtihan noktasında ihlâs karnesine binlerce kırıklar doldurur.

Anlaşılıyor ki, her tecellide, her işte, her meselede ihlâsı korumak ateşten gömlek giymek gibi zordur. Bundan dolayıdır ki Sevgili ve musfik Peygamberimiz (asm) uyarıyor: “İhlâslı olanlar da her an ihlâsı kaybetmek tehlikesiyle karşı karşıyadır.”

İşte bu tehlikeyi bertaraf etmek için Bediuzzaman Ihlas Risalesini on beş günde bir okumamızı tavsiye ediyor.Okuma biçimini sınırlandırmak taraflısı değiliz. Fakat tarz olarak, bir defada okuyup kaldırmak yerine, on beş günde bitirecek şekilde bir plânlama ve süreç içerisinde okumak, mümkünse üzerinde müzakereler yapmak hiç şüphesiz tavsiye edilebilir.

Dipnotlar:
1- beyine suresi , 5; 2- Alak suresi : 1; 3- Zumer suresi: 9; 4- Bakara suresi: 156;

Mersin ’den Yasar Kilic:
 

Eyvàh!

Well-known member
Cevap: İbadetin ruhu, ihlastır

İbadetin ruhu, ihlastır.

İhlâs ise, yapılan ibadetin yalnız emredildiği için yapılmasıdır.

Eğer başka bir hikmet ve bir fayda ibadete illet gösterilse, o ibadet batıldır. Faydalar, hikmetler yalnız müreccih olabilirler, illet olamazlar.

işaretül icaz-142 sayfa

Ve keza, ibadetin ancak ihlas ile ibadet olduğuna

ve ibadetin mahzan vesile olmayıp maksud-u bizzat olduğuna ve ibadetin sevap ve ikab için yapılmaması ..

işaretül icaz-154


Arkadaş! Bu niyet meselesi, benim kırk senelik ömrümün bir mahsulüdür.
Evet, niyet öyle bir hâsiyete mâliktir ki, âdetleri, hareketleri ibadete çeviren pek acip bir iksir ve bir mayedır.

Ve keza, niyet ölü ve meyyit olan hâletleri ihya eden ve canlı, hayatlı ibadetlere çeviren bir ruhtur.

Ve keza, niyette öyle bir hâsiyet vardır ki, seyyiatı hasenata ve hasenatı seyyiata tahvil eder.

Demek, niyet bir ruhtur.

O ruhun ruhu da ihlâstır. Öyleyse, necat, halâs, ancak ihlâsladır.

İşte bu hâsiyete binaendir ki, az bir zamanda çok ameller husule gelir. Buna binaendir ki, az bir ömürde Cennet, bütün lezaiz ve mehâsiniyle kazanılır. Ve niyetle insan daimî bir şâkir olur, şükür sevabını kazanır.
mesnevi nuriye-61
 
Fakat bilenleri bir tehlike bekliyor: Peygamber Efendimizin ’in (asm) uyarısı bundandır. Bilenler, bildiklerini yaşamak ve bunda da ihlâslı olmakla yükümlüdürler. Ihlas yoksa kurtuluş yoktur. Yani bilgi ve amel insanı kurtarmıyor. Cenâb-ı Allah ne için yaşadığımıza bakıyor. Bu anlamda ihlâsın tanımı, bildiğini Allah için yaşamak oluyor.
 

Eyvàh!

Well-known member
Cevap: Herşeyde bir ihlâs var.

İkinci Mesele: Ubudiyet, emr-i İlâhîye ve rıza-yı İlâhîye bakar. Ubudiyetin dâîsi emr-i İlâhî ve neticesi rıza-yı Haktır.

Semerâtı ve fevâidi uhreviyedir.

Fakat ille-i gaiye olmamak, hem kasten istenilmemek şartıyla, dünyaya ait faydalar ve kendi kendine terettüp eden ve istenilmeyerek verilen semereler, ubudiyete münâfi olmaz.

Belki zayıflar için müşevvik ve müreccih hükmüne geçerler. Eğer o dünyaya ait faydalar ve menfaatler o ubudiyete, o virde veya o zikre illet veya illetin bir cüz'ü olsa, o ubudiyeti kısmen iptal eder.

Belki o hâsiyetli virdi akîm bırakır, netice vermez. İşte bu sırrı anlamayanlar, meselâ yüz hâsiyeti ve faydası bulunan Evrâd-ı Kudsiye-i Şah-ı Nakşibendîyi veya bin hâsiyeti bulunan Cevşenü'l-Kebîr'i, o faydaların bazılarını maksud-u bizzat niyet ederek okuyorlar. O faydaları göremiyorlar ve göremeyecekler ve görmeye de hakları yoktur. Çünkü o faydalar, o evradların illeti olamaz ve ondan, onlar kasten ve bizzat istenilmeyecek.

Çünkü onlar fazlî bir surette, o hâlis virde talepsiz terettüp eder. Onları niyet etse, ihlâsı bir derece bozulur.
Belki ubudiyetten çıkar ve kıymetten düşer.

mesnevi nuriye-144

"İnsanlar helâk oldu-âlimler müstesna.
Âlimler de helâk oldu-ilmiyle amel edenler müstesna.
Amel edenler de helâk oldu-ihlâs sahipleri müstesna.
İhlâs sahiplerine gelince, onlar da pek büyük bir tehlike ile karşı karşıyadırlar."

Yani, medar-ı necat ve halâs, yalnız ihlâstır.
İhlâsı kazanmak çok mühimdir. Bir zerre ihlâslı amel, batmanlarla hâlis olmayana müreccahtır.
İhlâsı kazandıran, harekâtındaki sebebi

sırf bir emr-i İlâhî

ve neticesi rıza-yı İlâhî olduğunu düşünmeli

ve vazife-i İlâhiyeye karışmamalı.

Herşeyde bir ihlâs var.
Hattâ muhabbetin de ihlâsla bir zerresi, batmanlarla resmî ve ücretli muhabbete tereccuh eder.
İşte bir zat bu ihlâslı muhabbeti böyle tabir etmiş: Yani, "Ben muhabbet üzerine bir rüşvet, bir ücret, bir mukabele, bir mükâfat istemiyorum." Çünkü, mukabilinde bir mükâfat, bir sevap istenilen muhabbet zayıftır, devamsızdır.

Hattâ hâlis muhabbet, fıtrat-ı insaniyede ve umum validelerde derc edilmiştir.
İşte bu hâlis muhabbete tam mânâsıyla validelerin şefkatleri mazhardır. Valideler, o sırr-ı şefkatle, evlâtlarına karşı muhabbetlerine bir mükâfat, bir rüşvet istemediklerine ve talep etmediklerine delil; ruhunu, belki saadet-i uhreviyesini de onlar için feda etmeleridir.

Tavuğun bütün sermayesi kendi hayatı iken, yavrusunu itin ağzından kurtarmak için-Hüsrev'in müşahedesiyle-kafasını ite kaptırır.

mesnevi nuriye 145
 

Elif_Gibi

Well-known member
Ihlas yoksa kurtuluş yoktur.

Yaptığın hizmeti sen razı olasın diye değil Allah razı olsun diye yapıyorsan, bu iki testten de geçersin

Ama hiç de kolay değil

Değil mi?

Demek, niyet bir ruhtur.

O ruhun ruhu da ihlâstır. Öyleyse, necat, halâs, ancak ihlâsladır.

İşte bu hâsiyete binaendir ki, az bir zamanda çok ameller husule gelir. Buna binaendir ki, az bir ömürde Cennet, bütün lezaiz ve mehâsiniyle kazanılır. Ve niyetle insan daimî bir şâkir olur, şükür sevabını kazanır.


Tavuğun bütün sermayesi kendi hayatı iken, yavrusunu itin ağzından kurtarmak için-Hüsrev'in müşahedesiyle-kafasını ite kaptırır.



zor çok zor ama imkansız değil...Allah'ın ihlaslı kullarından olmak duasıyla...
 

Eyvàh!

Well-known member
Cevap:İhlasın zaferi

Asrın idrakine sunulan Kur`an tefsiri Risale-i Nur`un özelliklerinden biri de—malum olduğu üzere—`ihlas`a çokça vurgu yapmasıdır. `İhlas Risalesii`ndeki `Birinci Düstur` şöyledir: `Amelinizde rıza-yı İlahi olmalı.

Eğer O razı olsa, bütün dünya küsse ehemmiyeti yok. Eğer O kabul etse, bütün halk reddetse tesiri yok.

O razı olduktan ve kabul ettikten sonra, isterse ve hikmeti iktiza ederse, sizler istemek talebinde olmadığınız halde, halklara da kabul ettirir, onları da razı eder.` (Lem`alar, s. 164) Bu düsturun tezahürünü son günlerde bir defa daha görmüş olduk. Sabah gazetesinde başlayan `Nurculuk` tartışması, dallanıp budaklanarak bütün gazetelere sirayet etti.


Dün itibarıyla 13. günü geride bırakan `Nu Cemaati` dizi yazısı, sadece okuyucuların değil, diğer medya organlarının/ yazarların da ilgisini çekti.

Prof. Şerif Mardin`in TÜBA`ya (Türkiye Bilimler Akademisi) üyeliğinin, sırf Risale-i Nur eserlerini/ tefsirini telif eden Said Nursi ile ilgili `bilimsel çalışma yapmış olması` sebebiyle engellenmesi beklendiği gibi tepki aldı.

Bütün bu tartışmalar, bazıları istese de, istemese de Risale-i Nur`u medyanın, dolayısıyla Türkiye`nin gündemine taşımış oldu.

Önceki gün (23 Aralık 2004) Hürriyet`teki köşesinde `Mardin-i Nursi` başlığıyla nefis bir yazı kaleme alan Hadi Uluengin, (yazı, dün gazetemizin `basından seçmeler` köşesinde yer aldı) Prof. Şerif Mardin`e yapılan haksızlıktan yola çıkarak Said Nursi`nin hakkını teslim ederken soruyordu:

`Çok merak ediyorum, o `TÜBA` üyelerinden acaba kaç tanesi, zahmet edip de Büyük Said Nursi`yi öğrenmeye çalışmıştır?` (Bu arada TÜBA`yı merak edenler sanal alemdeki TÜBA - Anasayfa adresini ziyaret edebilirler.)

`İnsan, bilmediği ve yetişemediği şeye düşmandır` kaidesince, `aydın` geçinen pek çok kişi, (bunlara bir kısım TÜBA üyelerini de dahil etmek gerekmez mi?) Said Nursi`yi inceleme, eserlerini ya da hakkında yazılanları okuma zahmetine girmemiştir.

Said Nursi`yi, fikirlerini, davasını bilmedikleri için de `düşmanca` tavır takınmışlar, bunun hıncını da onu araştıran bir ilim adamından almayı uygun görmüşler.

Peki, insaf ehli bir kişi çıkıp da, `TÜBA`nın yaptığı doğrudur, Şerif Mardin suçludur` demiş ya da diyebilmiş midir? Mardin`in de ifade etmeye çalıştığı gibi, Said Nursi, Türkiye`nin gerçeğidir.

Bu hareketi görmezden gelmek, yok saymak, inkar etmek ve onunla ilgili çalışma yapanları cezalandırma yolunu tercih etmek hiçbir surette makul gösterilemez. Bugün itibarıyla Türkiye`ye bu konuda akademik çalışma yapmanın önünde gizli/açık `yasak` var ise de, dünya bu konuyu araştırıyor.

Hür dünya ülkelerinden belki de onlarca üniversitede Risale-i Nur`lar `tez` konusu oluyor ve üzerinde çeşitli araştırmalar yapılıyor.

Bugünden söyleyelim: Türkiye`deki üniversitelerdeki görünen/ görünmeyen mevcut yasağın fazla ömrü olduğunu düşünmüyoruz.

Yakın bir gelecekte, (her gelecek yakındır!) bizim üniversitelerimizde de `Nurculuk` araştırılacak ve Said Nursi`nin ortaya koyduğu tesbitlerin doğruluğu görülecek. Üstelik, `Bu güne kadar niçin geç kaldık?` diye de hayıflanılacak...

Medyada şahit olduğumuz `hakkı teslim` tavrı, Said Nursi`nin ve `Nur talebeleri`nin; hakta sebat etmiş olmasının neticesi değil midir? Risale-i Nur`ların telif edildiği Barla`daki ilk yıllara hayalen olsun gidelim.

Yanındaki bir kaç fedakar talebesiyle bir kişi (halk nezdinde bir `hoca`) inançsızlığa meydan okuyor ve bir manada diyor ki: `Ben Kur`an`ın sönmez ve söndürülmez bir hakikat olduğunu dünyaya ilan edeceğim!` Bu büyük iddiayı seslendirirken yanında üçü, beşi geçmeyen, ama ihlasları dağ gibi, samimi talebeleri vardı. `Son Şahitler` hatıralarında anlattıkları üzere—bir anlamda—diyorlar ki, `Üstadım, biz burada üç/beş kişiyiz. Bu nasıl olacak?

Her halde bize şevk vermek için bunları söylüyorsun.` Ama o, Kur`an`dan aldığı ilhamla `Kardeşlerim, küfrün beli kırılmıştır` demiş ve `Tesadüf, şirk ve tabiattan teşekkül eden fesat şebekesinin alem-i İslamdan nefiy ve ihracına Risale-i Nurca verilen karar infaz edilmiştir` şeklinde bu günleri müjdelemiştir.

(Mesnevi-i Nuriye, s. 152) İşte, ihlasa dayanan bir davanın; sabırla, sebatla devamından çıkan netice bu olmuştur. Küfrün beli kırılıp, `fesat şebekesinin` ihraç edilmesi, Risale-i Nur`un önündeki engellerin aşılmasına vesile olmuştur. Bugünkü netice başka nasıl izah edilebilir?
Faruk ÇAKIR
 

Eyvàh!

Well-known member
Cevap: İhlas ve motivasyon

Bediüzzaman`a göre en büyük, en etkili, en ucuz, en kolay motivasyon unsuru, ihlastır. Hatta, ihlas batıl/yanlış yolda da olsa netice verir.1 Bunu, `Kuvvet hakta ve ihlastadır.

Haksızlar dahi, haksızlıkları içinde gösterdikleri ihlas ve samimiyet yüzünden kuvvet kazanıyorlar`2 şeklinde ifade eder. Çünkü, ne olursa olsun, ister olumlu, ister olumsuz, bir şeye samimane yapışmak; sonuç almanın en önemli şartlarından birisidir.

Bu, Allah`ın kainata koyduğu kanun, prensiplerden birisidir. Meselenin müsbet-menfi, hayır-şer, iyi-kötü, güzel-çirkin, sevap veya günah olması ayrı bir meseledir. Burada önem arz eden, samimiyet, ihlas, yani motivasyondur.

Aynı zamanda hakperestlik olan ihlas, İslamiyet`te mühim bir esastır ve tevhid, yani Allah`ın varlığı, birliği, sonsuz isim ve sıfatlarının insanda yansımalarıyla da ilgilidir.

Bu husus İhlas Risalesinde şöyle geçer: Bu dünyada, özelikle ahirete yönelik hizmetlerde en mühim bir esas ihlastır. En büyük bir kuvvet ihlastır. En makbul bir şefaatçi ihlastır.

En metin/sağlam bir istinat noktası ihlastır. En kısa hakikat yolu ihlastır. En makbul manevi bir dua ihlastır.

Maksatlara ulaşmada en kerametli (harika) vesile ihlastır. En yüksek bir haslet ihlastır. En safi ubudiyet/kulluk ihlastır`.3 İhlas; bir işi, bir hizmeti, bir hareketi nefsi, şahsi, maddi herhangi bir çıkar beklemeksizin yalnız Allah rızasını gözeterek yapmaktır.

Eğer, niyet bozulsa, araya başka bir beklenti girerse, ihlasın sırrı bozulur, gücü kaybolur ve motivasyon bozulur. Zira, niyet, bir kimya, bir maya gibidir. Reaksiyona girdiği şeyi değiştirir. İhlas zedelenince, motivasyon da zedelenir, gücü kırılır.

O takdirde de, o işten beklenen verim ve sonuç alınamaz. Maddi olarak alınsa da, ondaki gerçek güç hissedilmez, gerçek lezzet ve zevk yok olur. Kendimizi işimize vermenin, fena-fi`l-iş, yani işinde yok olmanın, tam bir motivasyon ve konsantrasyon sağlamanın harika sonucunu şu kısa hikayecikte görebiliriz: Bir adam krala gider ve `Baştan çıkmaya nasıl direneceğim` diye sorar.

Kral, ağzına kadar yağ dolu fıçıyı adama verir ve başına da iki yalınkılıç adam diker: `Fıçıyı şehrin bir kapısından diğer kapısına kadar götür ve getir.

Tek bir damla dökülürse başın kesilecek!` Adam, tezgah ve satıcıların bulunduğu çarşıda, çok dikkatli bir şekilde istenileni yerine getirdikten sonra Kral sorar: `Ne var, ne yok; şehirde kimleri gördün?` `Kimseyi göremedim Efendim, aklım fikrim yağdaydı!` `Şimdi baştan çıkmamanın yolunu buldun işte. Allah`a da fıçıdaki yağa baktığın gibi bak. Seni hiçbir şey baştan çıkaramaz.` Kendimizi işimize verirsek, mutlaka başarırız.

Aklımızı, fikrimizi odakladığımızda başarmayacağımız hiçbir iş yoktur. Motivasyon dersini; mini minnacık vücudları, büyük `sebat, kararlılık ve fena-fi`l-iş` olup harika sonuçlar alan karınca ve böceklerden alabiliriz. Motivasyonun bir başka mefhumu, şevktir.

Bediüzzaman, hayatın bir hareket ve faaliyet; şevk ise, onun bineği olduğunu beyan eder. Öte yandan, ümidvar olmak da motivasyon listesinin başlarında yer alır.

4 Dipnotlar: 1-Lem`alar, s. 154, 159; 2-Age, s. 165; 3-Age, s. 163; 4-Münazarat, s. 136. 17.08.2004
Ali FERŞADOĞLU
 

Eyvàh!

Well-known member
Cevap:Hizmet ve ihlas

Bediüzzaman, İhlas Risalesinde, `En metin bir dayanak noktası, en kısa hakikat yolu, en makbul manevi bir dua ihlastır`1 der. Yine bununla, bir başka insan tipine daha seslenmektedir.

Bazı kişilik ve karakterler; elem, üzüntü ve ızdırabı, yaşama biçimine çevirirler. Onlar için ızdırap ve çile bir hayat biçimidir. Bu tipler, içine kapanır, kabuklarına çekilir. Sosyal hayattan elini-eteğini çeker. İşte bunlara karşı `en büyük istinad/dayanak noktası` ihlas imdada yetişir.

Ayrıca Hastalar Risalesinde de ihlas yoğrularak hastalığı sıhhate, derdi dermana, sıkıntıyı sevaba dönüştürmenin yolları gösterilir. Çilecilik, aynı zamanda tüketim boyutunda da görülür.

Ne var ki, burada ifrat ve tefrite düşülür: Haz ve lezzetlerin esaretine girilmesi ifrat; aşırı riyazet (çilecilik) tefrit; meşru dairede kalıp, `ruh cesede, kalb nefse, akıl mideye hakim olup, lezzeti şükür için isteme`1 vasattır.

Gerçek, tam ve elemsiz lezzet bu mertebededir ve bu da ihlasla elde edilir.

* Hakikat yolu: Kimi mizaçlarda akılcı/rasyonel düşünme, objektif olma, daha ön plandadır. Başarı ve mutluluğu, huzur ve dirliği yalnızca bilgi, ilimde ararlar.

Hayatı, bunlarla kavramaya ve yaşamaya çalışırlar. Bu da, kalb/sezgi, gönül yönünün ihmal edilmesi ve hayatın gerçeklerinden kopması demektir.

İhlas bu tiplere, `en kısa hakikat yolu` olur ve gerçeklerle yüzleşme direnci verir. * Manevi dua: Bazı fıtratlar; meselelere olumsuz yönden yaklaşırlar. Hadiselerin negatif/menfi yönlerini, tehlikeleri, boşlukları, olumsuzlukları yakalarlar. Zihinlerinin, bu doğrultuda akıl yürütmesine engel olamazlar. Bu algılama biçimi, hayali düşmanlar, tehlikeler, kötü sonuçlar doğurur.

Zihin durmadan akıl yürüterek olumsuz sonuçlara varır. İhlas, bunlar için de `manevi bir dua` olur. Dua, aynı zamanda kendini iyiye, güzele, müsbete yönelttiğinden ihlas, olumlu motivasyona sebeptir.

Dipnot: 1-Lem`alar, s. 145

Ali FERŞADOĞLU
 

Eyvàh!

Well-known member
Cevap: İnsan tipleri ve ihlas

Zihni, hissi ve davranış temelli farklılıkları açıklamak için şahsiyet/kişiliği inceleyen interdisipliner bir bilim dalı geliştirilmiştir.Bu, insan fıtratının/yaratılışını çeşitli cephelerden ele alır.

Bunlar, üçlü, beşli, yedili, dokuzlu, on birli, on altılı temel kategorilerde modellenip incelenir.

İnsan mizacına/huyuna/karakterine ait çoklu modellerden bazıları, insanın mahiyetini; ikili, üçlü veya bunların katları desenlerle anlamaya ve insanların farklılıklarını izah etmeye çalışır.

Mesela; 1- Düşünme, hissetme ve faaliyet` cihetleriyle, yani, akıl (bilme gücü) ile,
2- Sevgi(aşk), kalb ve sezgi yönüyle;
3- Aksiyon/hareket (lisan-ı hal, fiil) açılarıyla.

İstidat/potansiyel yetenek ve güçlerinden hangisinin baskın olduğuna bakılarak maneviyatımız, psikolojik yapımızdan beslenen güçlü motifler veya katları halinde gruplanır.

Bu gruplar, temelde fizik merkezliler (aksiyoner olmaya aday tipler), duygu merkezliler (aşık, veli olmaya aday tipler) zihin merkezliler (arif veli olmaya aday tipler) şeklinde tanımlanır.

Şimdi ihlasın çeşitli insan tiplerine nasıl yansıdığını ve sonuçlandığını tahlil etmeye çalışalım. İhlas Risalesi ile de insanın mahiyetini, zaaflarını, psikolojik yapısını ve farklı tipleri ortaya koyarken; her birisine psikoterapi, yani, ruhi, manevi tedavi metodlarıyla zaaf ve hatalardan koruma formüllerini gösterir.

İhlas Risalesi`nde (21. Lem`a`da) insanın mahiyetini, psiko-sosyal boyutları ve fıtratını inceler ve İhlas Risalesi`nde, meseleler üçlü ve katları şeklinde tasnif edilir.

Girişte ihlas gücünü, etkisini, faydalarını, nurlarını dokuz boyutta; son kısımda da ihlası kıran sebepler yine üç ana başlık altında ve ihlasın dokuz tipe yönelik cepheleri özetlenir; şöyle ki: `Bu dünyada, özellikle ahirete yönelik hizmetlerde en mühim bir esas ihlastır.

En büyük bir kuvvet ihlastır. En makbul bir şefaatçi ihlastır.

En metin bir istinat noktası ihlastır. En kısa hakikat yolu ihlastır. En makbul manevi bir dua ihlastır. Maksatlara ulaşmada en kerametli (harika) vesile ihlastır.
En yüksek bir haslet ihlastır. En safi kulluk ihlastır.`1 Dikkat edilirse burada ihlasın dokuz boyutu dikkate sunulurken; dokuz psikolojik yapıda, farklı karakterde/mizaçta, kişilikteki fıtratlara hitap edilir. Bunlar, `esas, kuvvet, şefaatçi, istinat noktası, hakikat, dua, keramet/harika hal, haslet, ubudiyet/kulluktur.` En mühim bir esas: `Esas`a önem veren karakterler; mükemmeliyetçi, titiz, prensiplere bağlı, tenkitçi, detaylara dikkatlidirler. Bu motiflere vurgu yapanlar için ihlasın en büyük faydası ve kuvveti, `esaslar, kurallar` çerçevesinde Allah rızasını kazanmayı ön plana çıkarmaktır.

Yani, kural için kuralcılığı engeller. Mükemmeliyetçiliği değil, mükemmelliği esas alır. Kuralcılığı değil, Allah rızasını esas maksat yapmak gerekir.

Dipnot: 1- Lem`alar, s. 163

Ali FERŞADOĞLU
 

Eyvàh!

Well-known member
Cevap: Hedefe ulaştıran en kısa yol: İhlas

Bediüzzaman, İhlas Risalesinde, `Maksatlara ulaşmada en kerametli vesile ihlastır. En yüksek bir haslet ihlastır.

En safi kulluk ihlastır`1 der. * Hedefe ulaştıran en kerametli, kısa yol: Bazı kişilikler, bugünden çok, istikbali düşünür, geleceğe yoğunlaşır. Kendisini ona göre kurgular. Çeşitli alternatifler üretir, akıl yürütür.

Veya`gayesiz hayaller` kurar. Böylece bulunduğu anı ihmal eder. Sıkıntılarını atlamak için yeni imkan arayışlarına girer. Geçmişi ve şimdiki zamanı nazara almaz.

Oysa insan üç boyutlu bir zaman diliminde yaşar. Bunlar sadece istikbale atladıklarından gerçeklerden kopar.

Bu durum, endişe, korku, vehim gibi rahatsızlıklara sebep olabilir. Bu da dengesiz ve ölçüsüz davranmaya yol açar. Dengesizlik ve başarısızlık, kaderi tenkit etmeye iter. İşte, bu mizaçtaki kişilikler için de ihlas, maksat ve hedeflere ulaştıran en kısa yoldur.

Allah`a tevekkül ve teslimiyet artar. Aşk ve şevkle, dengeli bir çalışma zeminine girilir. * En yüksek haslet: İnsan elinden gelirse herkese yardım, iyilik ve şefkat etmek ister.

Bundan haz alır. Kimi fıtratlar nefsi bir karşılık, bir takdir bekler. Kimisi de, iyiliğinin karşılığını tasdik veya takdir suretinde almayınca `kullanılma psikolojisi`ne girebilir.

Ancak, en iyi haslet, özellik, ihlastır. Yani, yapılan her şeyin Allah rızası için yapılması, hiçbir karşılık beklememeyi gerektirir. Bu da, pek çok psikosomatik/ruhi hastalıkların engellenmesi demektir.

Bir anlamda, koruyucu sağlık oluşur. * En safi ubudiyet/kulluk: Bir tip, bir karakter yapısı için hayatta en önemli değer uyum, denge, müsbet/olumlu hareket, müsamaha, vakar, fazilettir.

Bu tipler, ben merkezli olmaktan çok, dışa yöneliktirler. Akraba, dost ve çevrelerine aşırı düşkündürler.
Onlara yardımcı olmak ve korumak için her türlü tehlikeyi göze alabilirler. Bu onlar için adeta bir tutkudur.
Bu iki tehlikeyi beraberinden getirir:

1.`Ben her şeyi hallederim` anlayışı hakim olur.Bu da enaniyet/benlik ve gurur bataklığına düşürme riski taşır.
2.Herkese ulaşamamaktan doğan sıkıntı, üzüntü ve strese sebebiyet verir...

İşte, `en safi ubudiyet/kulluk ihlas`tır.

İhlas der ki, bu işleri kulluk için, Allah rızası için, Allah`ın verdiği güç ve kuvvetle yapmaktasın. Dolayısıyla benliğe, enaniyete düşme. Üzülmemelisin.

Allah rızası için yaptığına göre; sonucu halk edecek olan Allah`tır.

Senin görevin, ihlasla hareket etmektir.
Dipnot: 1.Lem`alar, s. 145

Ali FERŞADOĞLU
 
Üst