Habibullah: Allah’ın en sevdiği kul olan Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (a.s.m.) | Hak: doğru, gerçek, hakikat; Allah |
Rab: herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah | Vâcibü’l-Vücud: varlığı zorunlu olan ve var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı olmayan Allah |
Zât-ı Vâcibü’l-Vücud: varlığı zorunlu olan, var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı olmayan Zât, Allah | asfiya: hem velî hem âlim olan büyük zâtlar |
ayn-ı hakikat: gerçeğin ta kendisi | aynelyakîn: gözlem ve müşahedeye dayanarak, şüpheye yer bırakmayacak şekilde kesin bilme |
beyan: açıklama, anlatım | beşaret: müjdeleme |
burhan: güçlü, kesin delil, kanıt | cilve: göründü, yansıma |
define: hazine, gizli servet | dellâl-ı saltanat: saltanatın ilâncısı |
delâlet etmek: delil olmak, işaret etmek | dâr-ı saadet: mutluluk yurdu, âhiret |
ekser: çoğunluk | enbiya: nebiler, peygamberler |
evliya: Allah’ın sevgili kulları, veliler | hakikat: doğru, gerçek |
hakikat-ı ekber-i haşriye: büyük, haşir hakikati | hakkalyakîn: bizzat yaşanarak elde edilen kesinlik |
hakkaniyet: doğruluk, gerçekçilik | hâmi: koruyucu |
hüccet: delil, kanıt | hüsn-ü hâtime: güzel son, dünyadan son nefeste imanla ayrılma |
ibâd: kullar | ihsanat: bağışlar, iyilikler |
ilmelyakîn: ilmî ve sağlam delillere dayanarak, kuşkuya yer bırakmayacak derecede kesin bilme | iman-ı ekmel: en mükemmel iman |
makamat: bölümler | mazhar: görünme yeri, ayna |
medar: dayanak, kaynak, sebep, vesile | merci: kaynak |
mevcudiyet: varlık | mutabık: uygun |
mu’cize: Allah’ın izniyle peygamberler tarafından ortaya konulup bir benzerini yapmakta başkalarını aciz ve hayrette bırakan olağanüstü hal ve iş | müddeâ: iddia edilen şey |
nübüvvet: peygamberlik | rahmet: İlâhî şefkat, merhamet |
rububiyet: Rablık; herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması | sadık: doğru sözlü |
semâvî: İlahî, vahiyle gelen | suret: şekil, biçim, görüntü |
tahakkuk: gerçekleşme | tâlim: öğretme, eğitme |
uhrevî: âhirete ait | ulûhiyet: ilâhlık |
umum: bütün | vahdet: birlik |
vâki: olmuş, meydana gelmiş | vücud: varlık |
zuhur etmek: ortaya çıkmak, görünmek | âhiret: öldükten sonraki hayat |
âlem-i bekà: devamlı ve kalıcı olan âhiret âlemi | şefaat: günahlarımızın bağışlanması için aracılık etme |
şehadet: şahitlik, tanıklık |
|