Konuya cevap cer

Cevap: İ'lem Eyyühel-Aziz!


İnsanı gaflete düşürtmekle Allah'a ubudiyetine mani olan, cüz'î nazarını cüz'î şeylere hasretmektir. Evet cüz'iyat içerisine düşüp cüz'îlere hasr-ı nazar eden, o cüz'î şeylerin esbabdan sudûruna ihtimal verebilir. Amma başını kaldırıp nev'e ve umuma baktığı zaman, edna bir cüz'înin en büyük bir sebebden sudûruna cevaz veremez. Meselâ: Cüz'î rızkını bazı esbaba isnad edebilir. Fakat menşe-i rızık olan arzın, kış mevsiminde kupkuru, kıraç olduğuna, bahar mevsiminde rızk ile dolu olduğuna baktığı vakit, arzı ihya etmekle bütün zevilhayatın rızıklarını veren Allah'dan maada kendi rızkını verecek bir şey bulunmadığına kanaatı hasıl olur.

Gaflet: Düşüncesizlik ve ihmal sebebiyle, içinde bulunduğu gerçeklerden habersiz olma.

Ubudiyet: Kulluk, Allah'ın (cc) emir ve yasaklarına uymak.

Cüz'iyat: Küçük şeyler. 

Hasr-ı nazar: Bütün dikkatini verme.

Sudûr: Çıkma, meydana gelme, kaynaklanma.

İsnad: Dayandırılma, mal etme.

Menşe-i rızık: Rızık kaynağı.

İhya: Hayatlandırma, canlandırma, diriltme.

Zevilhayat: Hayat sahipleri, canlılar.

Maada: Başka.


Ve keza evindeki küçük bir ışığı veya kalbinde bulunan küçük bir nuru bazı esbaba isnad edebilirsin. Amma o ışığın, şemsin ziyasıyla, o nurun da Menba'-ul Envâr'ın nuruyla muttasıl olduğuna vâkıf olduğun zaman anlarsın ki; kalıbını ışıklandıran, kalbini tenvir eden ancak leyl ü neharı birbirine kalbeden Fâtır-ı Hakîm'dir.

Esbab: Sebepler.

Menba'-ul Envâr: Nurlar kaynağı.

Muttasıl: Bitişik, yapışık, aralıksız.

Tenvir: Nurlandırma, aydınlatma.

Leyl ü nehar: Gece ve gündüz.

Kalbeden: Döndüren, çeviren, değiştiren.

Fâtır-ı Hakîm: Sonsuz hikmet sahibi yaratıcı.


Ve keza senin vücudunun zuhur ve vuzuhca Hâlık'ın vücuduna nisbeti, Hâlık'ın vücuduna delalet edenlerin nisbeti gibidir. Çünki sen bir vecihle kendi vücuduna delalet ediyorsun. Amma Hâlıkın vücuduna, bütün mevcudat, bütün zerratıyla delalet ediyor. Öyle ise onun vücudu senin vücudundan, âlemin zerratı adedince zuhur dereceleri vardır.

Keza: Böylece, bunun gibi, bu dahi öyle.

Zuhur: Meydana çıkma, ortaya çıkma, görünme.

Vuzuh: Açıklık, anlaşılırlık, netlik.

Hâlık: Yaratıcı Allah(cc), yoktan en güzel şekilde yaratan Allah(cc).

Delalet: Delil olma, yol gösterme.

Zerrat: Zerreler. 



Ve keza seni nefsini sevmeye sevkeden esbab:


1- Bütün lezzetlerin mahzeni nefistir,


2- Vücudun merkezi ve menfaatin madeni nefistir,


3- İnsana en karib -yakın- nefistir, diyorsun. Pekâlâ. Fakat o fâni lezzetlere mukabil, lezaiz-i bâkiyeyi veren Hâlık'ı daha ziyade ubudiyetle sevmek lâzım değil midir? Nefis vücuda merkez olduğundan muhabbete lâyık ise, o vücudu icad eden ve o vücudun kayyumu olan Hâlık, daha fazla muhabbete, ubudiyete müstehak olmaz mı? Nefsin maden-i menfaat ve en yakın olduğu, sebeb-i muhabbet olursa; bütün hayırlar, rızıklar elinde bulunan ve o nefsi yaratan Nâfi', Bâki ve daha karib olan, daha ziyade muhabbete lâyık değil midir? Binaenaleyh bütün mevcudata inkısam eden muhabbetleri cem' ve muhabbetin ile beraber mahbub-u hakikî olan Fâtır-ı Hakîm'e ihda etmek lâzımdır.


Lezaiz-i bâkiye: Sürekli ve devamlı olan zevkler.

Ubudiyet: Kulluk, Allah'ın (cc) emir ve yasaklarına uymak.

Kayyumu: Ayakta tutanı.

Maden-i menfaat: Menfaat kaynağı.

Sebeb-i muhabbet: Sevgi sebebi, sevme sebebi.

Nâfi': Menfaatli, faydalı, yararlı.

Karib: Yakın.

İnkısam: Bölünme, kısımlara ayrılma.

Mahbub-u hakikî: Gerçek sevilen, gerçek sevgili.

Fâtır-ı Hakîm: Sonsuz hikmet sahibi yaratıcı.



Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Üst