İlhan ÖZTİN
[FONT=trebuchet ms,sans-serif]Din Hayatımızın Neresinde?http://www.haber7.com/yazarlar.php?aID=709 [/FONT]
“Din hayatın hayatı, hem nûru hem esası. İhya-yı din ile olur bu milletin ihyası.” Bu cümleyi ilk okuduğum zaman, etkilendiğimi ve hemen ezberlediğimi çok iyi hatırlıyorum. Yıllarca bu cümlenin şiirsel ifadesini de bir slogan olarak kullandım. Sanırım şimdi bunun farkına varmanın acısını da sizinle paylaşmamda bir sakınca yoktur.
Bundan 15(on beş) yıl kadar önceydi. Bir ara birdenbire aklıma yukarıdaki cümle geldi. Zihnimde cümleyi tahlile çalışıp bir yandan da mezkûr cümlenin manâsını anlamaya yöneldim. Bu yöneliş bende hayret uyandırdı.
Bugüne kadar, cümleler ifade ettiği manâdan çok, sloganlaşıyor ve bir hezeyana dönüşüyordu. “Ne diyor?” bu cümle diye manâya yönelik bir tahlile giriştiğimde anladım ki; biz cümlenin manası üzerine düşünmemiş ve hiçbir şey anlamamışız. Zira Hz. Muhammed Aleyhisselatü Vesselam'ın getirdiği dinin, günlük hayatımızda yer almadığı gerçeğiyle yüzleşince şaşırıp kaldım.
Önce kendi enfüsi dairemde “Din Nedir?” sorusunun cevabını aradım. Bilâhare etkisi altında kaldığım bu tefekkürü paylaşmak üzere, konuyu gençlerle haftalık sohbetlerimizde gündeme taşıdım. Gençlerle birkaç hafta mütalâalarda bulunduk ve anladık ki; hepimiz manâdan çok, slogandan hoşlanmışız. Bu basit sorunun, net bir tanımını yapamadığımızı fark edip dindar deyince ne anladığımızın somut bir tarifini bulmaya çalıştık. O zaman da önemli bir problemle karşı karşıya kaldığımızın farkına vardık. Çünkü “Dindar kimdir?” sualinin cevabı da; “Namaz kılan, oruç tutan ve dînî vecibeleri yerine getirendir.” olunca; dinin ibadet ve hayat alanlarının doğru anlaşılmadığı kanaatine vardık. [FONT=verdana,sans-serif]Çünkü dinin ibadet kısmını -taklîdi de olsa- bildiğimizi fakat muamelât dediğimiz, hayattaki ahlakî uygulamalarını ıskaladığımızı gördük.[/FONT]
Rahmetli dostum, Nazif Kocayusufpaşaoğlu, anayasa diye bir kavramın yanlışlığına dikkat çekerek, “Bu; devletin teşkilât yasasıdır. Hatta bu kavram cumhuriyetin kuruluşu zamanında da Teşkilât-ı Esasiye Kanunu olarak geçer. Yasanın anası mı olurmuş? Yarın, ana olduğuna göre, buna bir de baba lâzım diyerek babasını da çıkarırlar.” der ve ironik bir tarzda itirazını dile getirirdi. Dolayısıyla bu kavramın devletin yönetim ve işleyiş şemasının esasları olduğuna atıfta bulunarak, devlet yönetiminde insanların inanç ve vicdanlarına yönelik, ideolojik yaklaşımlara yer olmaması gereğine işaret ederdi. Allah Rahmet eylesin...
Lâiklik; devletin teşkilât yasasında, vatandaşının inançlarına ve inançları gereği yaşayışına, taraf olmadan, "temel hak ve hürriyetler" çerçevesindeki teminatı olarak tanımlanır. Yani vatandaşın inanç ve ibadet özgürlüğünün teminatıdır. Ancak bu ülkede yıllarca laiklik teminatı yerine, laisizm ideolojisi uygulandı. Konuya bu tanımla girmekteki amacım budur.
Bize ilköğrenimimizden itibaren bir laiklik tanımı yaptılar. “Din ile dünya işlerinin birbirinden ayrılması” biçimindeki bu tanımın, farkında olmadan hepimize yutturulan bir zoka olduğunu Bediüzzaman'ın “Din hayatın hayatı…” tanımı ile çizdiği çerçeveyi idrak edince anladım. Yıllarca yanlış bir tarif,yönlendirmenin hedefi olduk.
“Din ile dünya işlerinin birbirinden ayrılması?” ne demektir? “Dünyevî işlerinizde dinin yeri yoktur.” demektir. Peki, din nedir? O güzeller güzeli Efendimiz Hz. Muhammed (asm), “İslam dini güzel ahlâk” diye tanımlamamış mıdır? O halde ahlâkın günlük hayatımızın içinde yeri olmamalı mı? Evet, tam da öyle! Şimdi hep beraber düşüneli bir kere, sadece mukaddes saydığımız mekânlarda uygulanabilir prensipleri içerdiği için, dini mukaddes mekanların dışında hiçbir işimize karıştırmayacağız. Yani cami veya mescitlerde yalan söylemeyeceğiz, zina yapmayacağız, hırsızlık-gasb etmeyeceğiz, adaletsiz olmayacağız, hak ve hukuka saygılı olacağız, fakat onun dışındaki yaşadığımız hayatın her alanında aksini yapabileceğiz, öyle mi?.. Bu tanım; mantık itibariyle buraya taşıdı bizi. Hatta bu anlayış, günlük hayatımızdan “ahlâk” kelimesini çıkarıp yerine tamamen yabancısı olduğumuz “etik” kelimesini yerleştirmek suretiyle, bizi ahlâk kelimesinin yaptığı ve yapacağı kutsal çağrışımlardan da uzaklara taşıdı...
Zira yaşantı dini olarak yeni bir anlayışla karşı karşıyız. Kemalizm ve onun öğretisindeki prensiplerden laisizm. Yaşantı kelimesini bilhassa kullanıyorum. Çünkü Türkçe’nin yapım eklerinden, “-ıntı/-inti;-untu/-üntü”; kullanım mantığı itibariyle olumsuzluk ifade eder. Kelimenin mantığı tabii ki içeriğine de yansır. İslâm dini ise bir hayat dinidir. Yaşantılara çekidüzen verip, hayata geçişi ifade eder.
Sosyoloji bilimi, bir dinin temel öğeleri için; peygamberi, kitabı ve ona inananları, mü'minleri olması gereğine işaret etmiş. Bu anlamda içinde yaşadığımız Kemalist yapı bizi, yıllarca kendi ürettiği dine mü'min yapmaya çalıştı.
İşte bu sebeple sistem; laisizm dayatmasıyla İslâm dinini ve onun ahlâkî prensiplerini, günlük hayatımızın dışına iterek, bizi insanlığımızdan da uzaklaştırdı.
Günlük hayatın uygulamalarında, din ve dinin muamelata yönelik ahlâk anlayışını dışımızda tutup iş-fiillerimize karıştırmayacağız. Ama cami ve mescidlerde dindarlık anlamında ahlaklı olacağız. Camiden çıkarken mutasyona uğrayıp kimlik değiştirerek gündüz insan gece kurt gibi bir hilkat garibesi olacağız...
Namazında niyazında bir Müslüman; iş hayatında öyle uygulamalara imza atıyor ki, şaşarsınız. Bu uygulamaların insanî ve ahlâkî olmadığı yolunda kendisini uyarmaya kalktığınız zaman da, “Piyasanın kuralı bu abi!” diyerek kendini savunabiliyor. Bu kuralların, Allah (CC) emrine ve Peygamber'in (asm) sünnetine uygun olmadığını hatta; zalimane bir anlayışın tatbikatı olduğu ikazına karşı da; “Ben namazımı kılıyorum, zekâtımı veriyorum, haccıma da gittim; yani dinî sorumluluklarımı yerine getiriyorum.” diyen bir Müslümanın din anlayışının sadece mukaddes mekanlarla ve ibadetle sınırlı olduğunu fark edebiliyor muyuz?
İşte ülkemdeki dayatmacı laisizmin ürettiği Müslüman tipi böyle olursa, gerisini siz hesap edin. İnsanların heva ve heveslerine, nefsin isteklerine uygun zemin oluşturan bir laiklik uygulamasının, bizleri insanlığımızdan uzaklaştırdığını görmeliyiz.
[FONT=trebuchet ms,sans-serif]Din Hayatımızın Neresinde?http://www.haber7.com/yazarlar.php?aID=709 [/FONT]
“Din hayatın hayatı, hem nûru hem esası. İhya-yı din ile olur bu milletin ihyası.” Bu cümleyi ilk okuduğum zaman, etkilendiğimi ve hemen ezberlediğimi çok iyi hatırlıyorum. Yıllarca bu cümlenin şiirsel ifadesini de bir slogan olarak kullandım. Sanırım şimdi bunun farkına varmanın acısını da sizinle paylaşmamda bir sakınca yoktur.
Bundan 15(on beş) yıl kadar önceydi. Bir ara birdenbire aklıma yukarıdaki cümle geldi. Zihnimde cümleyi tahlile çalışıp bir yandan da mezkûr cümlenin manâsını anlamaya yöneldim. Bu yöneliş bende hayret uyandırdı.
Bugüne kadar, cümleler ifade ettiği manâdan çok, sloganlaşıyor ve bir hezeyana dönüşüyordu. “Ne diyor?” bu cümle diye manâya yönelik bir tahlile giriştiğimde anladım ki; biz cümlenin manası üzerine düşünmemiş ve hiçbir şey anlamamışız. Zira Hz. Muhammed Aleyhisselatü Vesselam'ın getirdiği dinin, günlük hayatımızda yer almadığı gerçeğiyle yüzleşince şaşırıp kaldım.
Önce kendi enfüsi dairemde “Din Nedir?” sorusunun cevabını aradım. Bilâhare etkisi altında kaldığım bu tefekkürü paylaşmak üzere, konuyu gençlerle haftalık sohbetlerimizde gündeme taşıdım. Gençlerle birkaç hafta mütalâalarda bulunduk ve anladık ki; hepimiz manâdan çok, slogandan hoşlanmışız. Bu basit sorunun, net bir tanımını yapamadığımızı fark edip dindar deyince ne anladığımızın somut bir tarifini bulmaya çalıştık. O zaman da önemli bir problemle karşı karşıya kaldığımızın farkına vardık. Çünkü “Dindar kimdir?” sualinin cevabı da; “Namaz kılan, oruç tutan ve dînî vecibeleri yerine getirendir.” olunca; dinin ibadet ve hayat alanlarının doğru anlaşılmadığı kanaatine vardık. [FONT=verdana,sans-serif]Çünkü dinin ibadet kısmını -taklîdi de olsa- bildiğimizi fakat muamelât dediğimiz, hayattaki ahlakî uygulamalarını ıskaladığımızı gördük.[/FONT]
Laiklik mi, Laisizm mi?
Lâiklik; devletin teşkilât yasasında, vatandaşının inançlarına ve inançları gereği yaşayışına, taraf olmadan, "temel hak ve hürriyetler" çerçevesindeki teminatı olarak tanımlanır. Yani vatandaşın inanç ve ibadet özgürlüğünün teminatıdır. Ancak bu ülkede yıllarca laiklik teminatı yerine, laisizm ideolojisi uygulandı. Konuya bu tanımla girmekteki amacım budur.
Bize ilköğrenimimizden itibaren bir laiklik tanımı yaptılar. “Din ile dünya işlerinin birbirinden ayrılması” biçimindeki bu tanımın, farkında olmadan hepimize yutturulan bir zoka olduğunu Bediüzzaman'ın “Din hayatın hayatı…” tanımı ile çizdiği çerçeveyi idrak edince anladım. Yıllarca yanlış bir tarif,yönlendirmenin hedefi olduk.
“Din ile dünya işlerinin birbirinden ayrılması?” ne demektir? “Dünyevî işlerinizde dinin yeri yoktur.” demektir. Peki, din nedir? O güzeller güzeli Efendimiz Hz. Muhammed (asm), “İslam dini güzel ahlâk” diye tanımlamamış mıdır? O halde ahlâkın günlük hayatımızın içinde yeri olmamalı mı? Evet, tam da öyle! Şimdi hep beraber düşüneli bir kere, sadece mukaddes saydığımız mekânlarda uygulanabilir prensipleri içerdiği için, dini mukaddes mekanların dışında hiçbir işimize karıştırmayacağız. Yani cami veya mescitlerde yalan söylemeyeceğiz, zina yapmayacağız, hırsızlık-gasb etmeyeceğiz, adaletsiz olmayacağız, hak ve hukuka saygılı olacağız, fakat onun dışındaki yaşadığımız hayatın her alanında aksini yapabileceğiz, öyle mi?.. Bu tanım; mantık itibariyle buraya taşıdı bizi. Hatta bu anlayış, günlük hayatımızdan “ahlâk” kelimesini çıkarıp yerine tamamen yabancısı olduğumuz “etik” kelimesini yerleştirmek suretiyle, bizi ahlâk kelimesinin yaptığı ve yapacağı kutsal çağrışımlardan da uzaklara taşıdı...
Zira yaşantı dini olarak yeni bir anlayışla karşı karşıyız. Kemalizm ve onun öğretisindeki prensiplerden laisizm. Yaşantı kelimesini bilhassa kullanıyorum. Çünkü Türkçe’nin yapım eklerinden, “-ıntı/-inti;-untu/-üntü”; kullanım mantığı itibariyle olumsuzluk ifade eder. Kelimenin mantığı tabii ki içeriğine de yansır. İslâm dini ise bir hayat dinidir. Yaşantılara çekidüzen verip, hayata geçişi ifade eder.
Sosyoloji bilimi, bir dinin temel öğeleri için; peygamberi, kitabı ve ona inananları, mü'minleri olması gereğine işaret etmiş. Bu anlamda içinde yaşadığımız Kemalist yapı bizi, yıllarca kendi ürettiği dine mü'min yapmaya çalıştı.
İşte bu sebeple sistem; laisizm dayatmasıyla İslâm dinini ve onun ahlâkî prensiplerini, günlük hayatımızın dışına iterek, bizi insanlığımızdan da uzaklaştırdı.
Günlük hayatın uygulamalarında, din ve dinin muamelata yönelik ahlâk anlayışını dışımızda tutup iş-fiillerimize karıştırmayacağız. Ama cami ve mescidlerde dindarlık anlamında ahlaklı olacağız. Camiden çıkarken mutasyona uğrayıp kimlik değiştirerek gündüz insan gece kurt gibi bir hilkat garibesi olacağız...
Namazında niyazında bir Müslüman; iş hayatında öyle uygulamalara imza atıyor ki, şaşarsınız. Bu uygulamaların insanî ve ahlâkî olmadığı yolunda kendisini uyarmaya kalktığınız zaman da, “Piyasanın kuralı bu abi!” diyerek kendini savunabiliyor. Bu kuralların, Allah (CC) emrine ve Peygamber'in (asm) sünnetine uygun olmadığını hatta; zalimane bir anlayışın tatbikatı olduğu ikazına karşı da; “Ben namazımı kılıyorum, zekâtımı veriyorum, haccıma da gittim; yani dinî sorumluluklarımı yerine getiriyorum.” diyen bir Müslümanın din anlayışının sadece mukaddes mekanlarla ve ibadetle sınırlı olduğunu fark edebiliyor muyuz?
İşte ülkemdeki dayatmacı laisizmin ürettiği Müslüman tipi böyle olursa, gerisini siz hesap edin. İnsanların heva ve heveslerine, nefsin isteklerine uygun zemin oluşturan bir laiklik uygulamasının, bizleri insanlığımızdan uzaklaştırdığını görmeliyiz.