Akşam yemeğinden sonra odasına çekildi. Bir süredir takıldığı Nar- Nur kavramlarına yoğunlaşacak, içine doğanları rayına oturtmak, yeni doğabilecek olanları yakalamak üzere ilim okyanusuna dalacaktı. Nur ve Nar… Ayetleri dizdi önce. Sonra kelime köklerine daldı.
Zihninde lamba yakacak kıvılcıma rastlamamıştı henüz. Bir de dostları arasam diye düşündü. Basiret ehline telefon açtı. Hoş- beş derken sordu: “Nar ve Nur için ne dersin abi?..”
Hattın öbür ucundaki; “Biz de şimdi misafirimle nar ve nur konuşuyorduk. Tevafuka bak!”
Sonra İrfan ehlini arayacaktı. Telefon uzarsa çalışması kesilebilirdi. Cebe mesaj attı. Gelen cevap: “Ben de şu an Gazali’nin "Nurlar Feneri"ni okuyorum!..”
Birbirinden habersiz ve uzak kimseler aynı anda aynı konuya yoğunlaşmıştı!
***
Sevgiye dair bir hadis hatırlıyordu. Birkaç aşamalı bir hadis. Bir bakışa göre Fatiha’nın özeti, diğer yaklaşıma göre Nefs Mertebelerinin hasılası idi. Düşündü, aradı, taradı ama tam metne erişemedi. Mail kutusuna yeni bir mail düştü. Açtı. Gözlerine inanamadı. Dostu, haftalık sözler derlemiş, araya bu hadisi de almıştı. Hem de kaynağını belirterek!
***
Kendisi ile hesaplaşmaya giriştiği yoğun günlerdi. İnsan bazen dertler ve sıkıntılar bitsin ister, hatta gaybın dili olsa da çözüm tarihi önüme gelse derdi. O gece sevdiği bir zatı gördü.
- Bunaldım baba. Kestirme bir çıkış göster, kurbanın olayım!
Abdest alan zat cumaya hazırlanıyordu. Havlu ile kurulandıktan sonra raftan eski bir eser çekti. Açtı. Madde madde dua ve salavatlar vardı. “Bunları oku. 7-8 madde bir şey. Kısa ve öz. Tam istediğin gibi.”
Birden uyandı. Ne kitap, ne de zat vardı ortada. Kitabın ismini hatırlasa gider arardı. O da yoktu. İşe gitti. Dairede çalışırken öğleye doğru bir genç uğradı. Hemen hemen her sabah telefon edip, kısaca hayırlı işler ve bereket dileyen Muhammedi edebe sahip o gençti gelen. Odayı kalabalık görünce:
- Bunları hocam yolladı. Bizzat kendi derledi. Okursunuz inşallah, bana müsaade, deyip çıktı.
Ortalık sakinleşince açtı küçük kitapçığı. Her güne salavat ve dualar vardı. El yazması eserlerden titizlikle derlenmişti. Hem de evliyanın en büyüğüne; Gavs-ı Azam’(ks)a ait virdler, salavatlar, dualardı bunlar. Bir rüya bu kadar mı çabuk çıkar, demekten kendini alamadı.
***
Sohbet meclisi o hafta da mütevazı dostlarla bir araya geldi. Çok soru soran ve çabuk cevap almak isteyeni arkadaşı uyardı: ”N'olur acele etme. Sus izle. Sorularının cevapları bir bir çıkar dostlardan. Ama n'olur sus bekle, olur mu?”
Öteki; “Ben dayanamam, hemen sorarım” dedi. “Bak n'olur bekle” diye ısrar etti daha tecrübeli olan. Bizim tez canlı zor da olsa kabul etti: “Tamam, bekleyeceğim”
Şehrin değişik semtlerinden toplandı dostlar. Sohbet başladı. Herkes tecrübesini ve tefekkürünü açıyordu bir, bir. Bizimki yerinde duramıyor, kan ter içinde kıvranıyordu ama dostu göz ucuyla ikazlarını hiç kesmiyordu. Sohbet bitip gelenler evine dönünce sordu acele edene: “N'oldu hala aklında soru var mı?” Bizimki:
- Nasıl oldu anlamadım. Ağzımı açmadım ama, beynimi okuyup cevap verdiler. Bu nasıl iş?
***
Sevdiği yazarın her yazısı onun için ayrı bir anlam ifade ediyordu. Hasretini çektiği bir açıklamayı ondan bekledi. Her hafta bakıyordu ama cevap bir türlü gelmiyordu. Mail yazdı.
“Efendim rica etsem şu hususu açar mısınız?” Cevap vermedi yazar. Durumu arkadaşına anlattı. Arkadaşı çıkıştı: “Ayıp yaaa. Sanki kasaba et sipariş ediyor! Ayıp etmişsin, hiç şunu yaz denir mi?”
Haklıydı. Ama soru da içini kemiriyordu. O gece zikir çekerken yazarın simasını gözlerinin önüne getirdi. Bir süre yoğunlaştı. Nasılsa yanında değildi, naz etti, hatta emir verir gibi konuştu: “Bunu yaz artık, n'olur yaz! Bir kere dediğimi yapsan kıyamet mi kopar?”
İki gün sonra siteyi açtı. Yeni yazı, beklediği konuyu açıklıyordu. Hem de bütün detayları ile.
Mırıldandı: “Nurum benim, nasıl da duyarmış, sen çok yaşa emi !”
…….
……………
………………………
Hepsi de yaşanmış bu örneklerle ne anlatmaya çalıştım? Ana fikri sezdiniz mutlaka.
Tasavvuf literatürüne çok eskilerden girmiş bir kavram bu: İNİKÂS!.. Ne demek?
Yansıma, yankılanma, ışığın ya da sesin karşı bir mahale çarpıp çıktığı mahale geri gelmesi. Hem de yoğunlaşarak, artarak, bereketle dönüşü.
İnikas, akis kelimesinden aklınızda kalsın. Sadece bir kavram olarak değil, metot olarak da belleğinize kaydedin. Farkında olmadığımız zamanlarda oluşan bu durumu bir de farkındalık hali ile kullanırsak neler gelişmez değil mi?..
Evrene saldığınız her düşünce, her soru, her arayış, mutlaka bir açılımla dönecek size. Ama aynalarınız var ise! Boşlukta, kararsız ya da egoya kilitlenmeyi maharet sayan ukalalıkta iseniz hiçbir şey dönmez. Dostlarınız varsa, sevebilmişseniz, bağlanabilmişseniz, vermeyi, paylaşmayı yaşam ilkesi olarak seçmişseniz şanslısınız!
Siz şimdi bu inikasa daha kuvvetli delil de istersiniz. Bilirim ben sizi. Hadis ya da ayet olmazsa ikna olmazsınız. Hadis buldum. Onunla bitireyim: “Mümin; müminin aynasıdır”
İnikâs bereketiyle gönül zenginliğine erişenlerden olmanızı diliyorum.
Selam; karşı mahalleri kendinden ayrı görmeyip ayna olduğunu fark edenlere, en azından fark etmeyi niyete alanlara olsun!
Zihninde lamba yakacak kıvılcıma rastlamamıştı henüz. Bir de dostları arasam diye düşündü. Basiret ehline telefon açtı. Hoş- beş derken sordu: “Nar ve Nur için ne dersin abi?..”
Hattın öbür ucundaki; “Biz de şimdi misafirimle nar ve nur konuşuyorduk. Tevafuka bak!”
Sonra İrfan ehlini arayacaktı. Telefon uzarsa çalışması kesilebilirdi. Cebe mesaj attı. Gelen cevap: “Ben de şu an Gazali’nin "Nurlar Feneri"ni okuyorum!..”
Birbirinden habersiz ve uzak kimseler aynı anda aynı konuya yoğunlaşmıştı!
***
Sevgiye dair bir hadis hatırlıyordu. Birkaç aşamalı bir hadis. Bir bakışa göre Fatiha’nın özeti, diğer yaklaşıma göre Nefs Mertebelerinin hasılası idi. Düşündü, aradı, taradı ama tam metne erişemedi. Mail kutusuna yeni bir mail düştü. Açtı. Gözlerine inanamadı. Dostu, haftalık sözler derlemiş, araya bu hadisi de almıştı. Hem de kaynağını belirterek!
***
Kendisi ile hesaplaşmaya giriştiği yoğun günlerdi. İnsan bazen dertler ve sıkıntılar bitsin ister, hatta gaybın dili olsa da çözüm tarihi önüme gelse derdi. O gece sevdiği bir zatı gördü.
- Bunaldım baba. Kestirme bir çıkış göster, kurbanın olayım!
Abdest alan zat cumaya hazırlanıyordu. Havlu ile kurulandıktan sonra raftan eski bir eser çekti. Açtı. Madde madde dua ve salavatlar vardı. “Bunları oku. 7-8 madde bir şey. Kısa ve öz. Tam istediğin gibi.”
Birden uyandı. Ne kitap, ne de zat vardı ortada. Kitabın ismini hatırlasa gider arardı. O da yoktu. İşe gitti. Dairede çalışırken öğleye doğru bir genç uğradı. Hemen hemen her sabah telefon edip, kısaca hayırlı işler ve bereket dileyen Muhammedi edebe sahip o gençti gelen. Odayı kalabalık görünce:
- Bunları hocam yolladı. Bizzat kendi derledi. Okursunuz inşallah, bana müsaade, deyip çıktı.
Ortalık sakinleşince açtı küçük kitapçığı. Her güne salavat ve dualar vardı. El yazması eserlerden titizlikle derlenmişti. Hem de evliyanın en büyüğüne; Gavs-ı Azam’(ks)a ait virdler, salavatlar, dualardı bunlar. Bir rüya bu kadar mı çabuk çıkar, demekten kendini alamadı.
***
Sohbet meclisi o hafta da mütevazı dostlarla bir araya geldi. Çok soru soran ve çabuk cevap almak isteyeni arkadaşı uyardı: ”N'olur acele etme. Sus izle. Sorularının cevapları bir bir çıkar dostlardan. Ama n'olur sus bekle, olur mu?”
Öteki; “Ben dayanamam, hemen sorarım” dedi. “Bak n'olur bekle” diye ısrar etti daha tecrübeli olan. Bizim tez canlı zor da olsa kabul etti: “Tamam, bekleyeceğim”
Şehrin değişik semtlerinden toplandı dostlar. Sohbet başladı. Herkes tecrübesini ve tefekkürünü açıyordu bir, bir. Bizimki yerinde duramıyor, kan ter içinde kıvranıyordu ama dostu göz ucuyla ikazlarını hiç kesmiyordu. Sohbet bitip gelenler evine dönünce sordu acele edene: “N'oldu hala aklında soru var mı?” Bizimki:
- Nasıl oldu anlamadım. Ağzımı açmadım ama, beynimi okuyup cevap verdiler. Bu nasıl iş?
***
Sevdiği yazarın her yazısı onun için ayrı bir anlam ifade ediyordu. Hasretini çektiği bir açıklamayı ondan bekledi. Her hafta bakıyordu ama cevap bir türlü gelmiyordu. Mail yazdı.
“Efendim rica etsem şu hususu açar mısınız?” Cevap vermedi yazar. Durumu arkadaşına anlattı. Arkadaşı çıkıştı: “Ayıp yaaa. Sanki kasaba et sipariş ediyor! Ayıp etmişsin, hiç şunu yaz denir mi?”
Haklıydı. Ama soru da içini kemiriyordu. O gece zikir çekerken yazarın simasını gözlerinin önüne getirdi. Bir süre yoğunlaştı. Nasılsa yanında değildi, naz etti, hatta emir verir gibi konuştu: “Bunu yaz artık, n'olur yaz! Bir kere dediğimi yapsan kıyamet mi kopar?”
İki gün sonra siteyi açtı. Yeni yazı, beklediği konuyu açıklıyordu. Hem de bütün detayları ile.
Mırıldandı: “Nurum benim, nasıl da duyarmış, sen çok yaşa emi !”
…….
……………
………………………
Hepsi de yaşanmış bu örneklerle ne anlatmaya çalıştım? Ana fikri sezdiniz mutlaka.
Tasavvuf literatürüne çok eskilerden girmiş bir kavram bu: İNİKÂS!.. Ne demek?
Yansıma, yankılanma, ışığın ya da sesin karşı bir mahale çarpıp çıktığı mahale geri gelmesi. Hem de yoğunlaşarak, artarak, bereketle dönüşü.
İnikas, akis kelimesinden aklınızda kalsın. Sadece bir kavram olarak değil, metot olarak da belleğinize kaydedin. Farkında olmadığımız zamanlarda oluşan bu durumu bir de farkındalık hali ile kullanırsak neler gelişmez değil mi?..
Evrene saldığınız her düşünce, her soru, her arayış, mutlaka bir açılımla dönecek size. Ama aynalarınız var ise! Boşlukta, kararsız ya da egoya kilitlenmeyi maharet sayan ukalalıkta iseniz hiçbir şey dönmez. Dostlarınız varsa, sevebilmişseniz, bağlanabilmişseniz, vermeyi, paylaşmayı yaşam ilkesi olarak seçmişseniz şanslısınız!
Siz şimdi bu inikasa daha kuvvetli delil de istersiniz. Bilirim ben sizi. Hadis ya da ayet olmazsa ikna olmazsınız. Hadis buldum. Onunla bitireyim: “Mümin; müminin aynasıdır”
İnikâs bereketiyle gönül zenginliğine erişenlerden olmanızı diliyorum.
Selam; karşı mahalleri kendinden ayrı görmeyip ayna olduğunu fark edenlere, en azından fark etmeyi niyete alanlara olsun!