İnsan Nasıl Aldanır?

Muvahhid1

Well-known member
HZ. ÂDEM’den beri insanlar birbirilerine zıd iki ayrı yolda yürüyegelmişlerdir. Bunlardan birisi hak ve hidayet yolu, diğeri ise küfür ve dalâlet yoludur. Bütün güzellikler, hayırlar, saadetler birinci yolun; bütün çirkinlikler ve şerler ise ikinci yolun meyveleridir.

İnsandaki kalb, akıl ve vicdan onu birinci yola sevkederken, nefis, his ve hevâ da ikinci yola iterler. Bunun sonucu olarak insanın iç dünyası çalkantılara ve çarpışmalara sahne olur.

Bu iç harpler bir taraftan iman, salih amel ve istikameti, diğer taraftan küfür, isyan ve anarşiyi doğururlar.

İnsanları aldatarak yanlış yollara sevkeden ve hakikati görmelerine perde olan sebeplerin önde gelenlerinden bir tanesi insanın, fıtrî vazifesi olan ibadeti terk etmesidir.

Cenâb-ı Hak, bu kâinatı ve içindeki bütün mevcudatı insan için yaratmış ve onu bu âleme en büyük gaye ve netice yapmıştır. Elbette insanın da kâinatın ötesinde büyük bir gayesinin olması zarurîdir. Bu gaye ise ancak Allah’a iman ve O’na ibadet ve itaat etmektir. İbadet, Cenâb-ı Hakk’ın azamet ve kibriyâsını, sonsuz kemâlini takdis; hadsiz lütuf ve ihsanına şükür ve hamd etmektir. İnsan, hakiki insaniyet mertebesine ancak ibadet ile çıkabilir. Zira, ibadet insanın hayvanî arzularını kayıt altına alır. Onu Rabbine yaklaştırır. Ruhunu inkişaf ettirir, kalbini tasfiye eder. İnsanı yüksek ahlâk ve ulvî seciye sahibi kılar.

İnsanın fıtri vazifesi ibadettir. Bu vazifeyi terkeden insan, ahlaken çok alçalır ve hayvanî hislerinin mahkûmu olur. Hak ve hukuk dinlemez. Ruhen tedenni eder, günahların iç yüzündeki dehşetli çirkinliği göremez. İşlediği günahlar onu adım adım inkâra doğru götürebilir. Günahları işleye işleye kalbi ve vicdanı kararır. Latifeleri söner, idraki felç olur. Sağlam düşünme kabiliyetini kaybeder.

Bilindiği gibi, âmirinin verdiği vazifeleri yapmayan bir memur, ona karşı önce mahcubiyet duyar. Eğer itaatsizliğe devam ederse sonunda bu mahcubiyet yerini bir nevi düşmanlığa, isyana terkeder. Aynen bu misâl gibi insan da, Mabûd’unun emir buyurduğu kulluk vazifelerini terk ettiğinde önce sıkılır, mahcup olur. Günaha devam ede ede, kalbinden Rabbine karşı muhabbet ve korku silinir, yerini kin ve düşmanlığa terkeder. İsyanda ısrar ettikçe ibadetten nefret etmeye başlar. Kaderi tenkid eder, Cenâb-ı Hakk'ın rahmetini ittiham eder. Yaptığı isyanları savunmaya başlar. Artık böyle bir insan, din ve mukaddesat aleyhindeki telkinlere ve propagandalara kapılmaya hazır hale gelmiştir. Böyle bir insan, ulûhiyet, âhiret, kader, haşir gibi imanî mes'elelerde küçük bir vesveseyi, kuvvetli bir delil olarak görmeye başlar. Böylece, sorumluluktan kurtulup selâmete çıkacağı vehmine kapılır. İfsat komiteleri bu tip insanları kolayca aldatıp kendilerine bağlayabilirler..

Mehmed Kırkıncı
 

mubellig

New member
yazıyı okurken aklıma gelen bir husus; insan ibadetleri yapmadığı anda, aslında o esnada yapması gerektiğini gayet iyi biliyor, bir pişmanlık ve mahcubiyetle birlikte "keşke bu ibadet hiç olmasaydı" tarzında çok derinden bir şikayet de mevzu bahis olabiliyor. yanlış hatırlamıyorsam Bediüzzaman da bir risalede buna benzer bir duruma işaret etmişti. Ve hatta bu vahim durum özellikle namaz gibi ibadetlerin son ana kaldığı zamanlarda, hissiyatın derinliklerinden sanki bir sinyal veriyor. Bizzat şahsımda gördüğüm diğer bir örneği de bazı nafile ibadetleri yapmak için kendimi zorladığım anlardır...
 
Üst