İnsan Niçin Evlenir?

topraktoprak

Well-known member
İnsanlar, komşusundan ayrılır gibi ayrılıyor eşinden. Ev taşımak gibi basit görüyor ayrılmayı... Ne kadar basitleşti ayrılıklar! Ne kadar kolaylaştı boşan­malar! Nerede o bir fincan kahvenin 40 yıl hatırını sayan­lar?... "


Evlilik sanki oyuncak! Çocukların evcilik oynayıp usandık­tan sonra eşyalarını dağıtmaları gibi bir şey! Kimse yapıcı olmuyor, evliliğin bir ucundan tutup yürüt­meyi denemiyor. Herkes "ben" diyor, başka bir şey demiyor. "Sadece ben mi fedakârlık yapacağım? Gider, yeni bir hayat kurarım. Enayi miyim ki evliliği yürütmeye çalışayım! Biraz da o çalışsın" diyor.

Eşler, benlik atına binip dört nala koşuyor. Atların ayağı al­tında ezilen ise çoğu kez masum çocuklar oluyor. Yalnız ço­cuklar mı? Bir benlik uğruna, bir heves uğruna dünyalarını yıkanlar, keşke daha mutlu olabilseler...

Çoğu yağmurdan kaçıp doluya tutulduğunu neden sonra fark ediyor. Ama iş işten çoktan geçiyor. Çünkü bir evi bir kibritle yakmak kolay. Ama yapmak öyle mi?

Boşanma grafiğinin en yüksek oranı, şiddetli geçimsizlik. Bu, düşündürücü bir durum. Acaba eşler, neden geçinemiyor? Niçin anlaşamıyor? Neyi paylaşamıyor?...

Öyleyse önce geçinme yollarına bakmak gerek. Boşanma, ilk değil, en son düşünülen şey olmalı. Bütün yollar denenme­li, bütün çareler gözden geçirilmeli, başka çıkar yol kalmayın­ca başvurulmalı...

Ne var ki, "Ekonomik özgürlüğüm var. Öyleyse bir erkeğin kahrını niye çekeyim? Ona ne ihtiyacım var?" diyen kadınla­rın sayısı gün geçtikçe artıyor.

Peki bir kadın niçin evlenir?
Maddi sıkıntısını bir erkeğin üzerine yüklemek, refah için­de yaşamak için mi? Eş, insana para kazanan bir makine mi ki, kadın: "Ekonomik özgürlüğüm var, öyleyse bir erkeğe ne ihtiyacım var!" diyebiliyor?

Erkeklerse sanırım biraz daha acımasız. Kafası kızdığı, ca­nı sıkıldığı zaman çekip gidebiliyor. Eşini ve çocuklarını gözü­nü kırpmadan terk edebiliyor...

Peki erkek niçin evlenir?
Canı sıkıldığında çekip gitmek için mi?

Hâlbuki evlilik arkadaşlıktır, evlilik dostluktur, evlilik pay­laşmaktır... Güzel günleri olduğu kadar, kötü günleri de birlik­te yaşamaktır. İki kişinin birbirine ait olması ve "biz" şuurunun yerleşmesidir. Kalbe mukabil bir kalbin olmasıdır. Bir işte hayrette kalan birinin, o hayreti birisiyle paylaşmasıdır.

Evliliği güzelleştiren şeyse sevgidir. Zaten kâinatın özü de sevgi değil mi?

Bunun için eşler, birbirlerini giydikleri ayakkabı gibi değil, kâinatı seyrettikleri gözleri gibi sevmelidir. Çünkü ayakkabı, ayakların ve dolayısıyla vücudun tüm ağırlığını çeker. Eskidi­ği zaman da yenisini almak için kaldırılıp atılır.

Ya göz?...

Kim gözünü sevmez? Kim gözünü çıkarıp atar? Kim onu incitir, ona zarar verir?...
Bu sebepten dolayı Peygamberimiz, eşine "göz bebeğim" demiyor mu?

Peki sizler eşinizi nasıl seviyorsunuz? Onu bir ayakkabı gi­bi çiğniyor musunuz, yoksa göz bebeğiniz gibi sevip koruyor musunuz?...
Yazar:Gülay Atasoy
 
Üst