İslamın başında kadının yerini incelerken Hazret-i Ömer’in bir itirafını düşünmemiz gerekiyor. Diyor ki bu büyük insan:
– Biz İslamdan önce kadınları adam yerine koymazdık. İslam gelince onlara hem ayetlerde hem de hadislerde yer verdi, erkekler gibi haklarından bahsedildi. Ondan sonra biz de kadınların hakları olduğunu düşünür olduk!. (Buhari-Müslim)
Bir tespit de oğlu Abdullah’dan. O da şöyle açıklamıştır kadınların durumlarını:
– Biz kadınlar hakkında ileri geri konuşmaktan korkar olduk vahiy gelir de bizi suçlar diye!. (Buhari)
Demek ki İslam, kadınları, değer verilmeyen varlıklar olmaktan çıkarıp ayetlerle hadislerle hakları anlatılacak kadar Allah yanında itibarı olan insan olduklarını ifade etmiş, sosyal hayatta erkekler gibi onların da yerlerini almalarını sağlamıştır.
Nitekim İslamın ilk günlerindeki hanımlar toplumdaki yerlerini o kadar rahatlıkla almışlar ki haftada bir erkekler gibi cumaya gitmekle kalmamış, günde beş vakitte cemaata iştirak edenler olmuştur. Hatta, ilk günlerde erkeklerle aynı kapıdan mescide girip çıkmışlar, ama meydana gelen izdiham sebebiyle Efendimiz daha sonra hanımlar için ayrı kapı açtırmıştır. Bu kapı halen Mescid-i Nebide (Babun-nisa) adıyla varlığını koruya gelmiştir..
Camide erkeklerin hemen arkasında saf tutan hanımlar gerektiğinde sorularını buradan sormuş, cevaplarını da dinlemişlerdir. Ne var ki erkeklerin de bulunduğu mecliste her türlü özel sorularını sormada zorlandıklarından Efendimizden, kendilerine özel bir gün ayırarak kadınları bilgilendirmesini istemişlerdir. Bu istekleri de kabul edilerek haftada bir gün Efendimizden özel bilgi alma hakkını da kazanmış; böylece hanımların İslam kültürüyle aydınlanmalarını sağlamışlardır. Bu sıralarda meydana gelen samimi ortamda Resûlüllahı o kadar yakından takip etme imkanı bulmuşlar ki, bir hanım Kaf suresini sadece Resulüllahın okuyuşlarını dinleyerek ezberleme imkanı dahi bulmuştur.
Bu sıralarda mescidde son derece özgür bir öğrenim ortamının da meydana geldiği anlaşılmaktadır. Nitekim Hazret-i Ömer’in Cuma hutbesini dinleyen bir hanım:
– Hanımların mehir miktarını yüksek tutmayın! manasındaki sözlerine bulunduğu yerden itiraz seslerini yükselterek cevap verme cesaretini dahi bulmuş:
– Allahü azimüşşan Nisa suresindeki ayetinde mehre sınır koymazken, Ömer hangi hakla hanımların alacakları mehre sınır getiriyor? diye çıkışabilmiştir. Halife de bu çıkışa asla sert mukabele etmeyip tam aksine:
– Hanım isabet, Ömer ise hata etti! diyecek kadar fazilet göstermiştir..
Celadet ve şiddetiyle tanınan Hazret-i Ömer, cami içinde verdiği bu hoşgörü örneğiyle kalmamış; cami dışında da hanımlara değer vermiş, bilgili ve becerikli bir hanım olan Şifa hatunu da çarşı, pazarı denetlemekle görevlendirmiş, bir nevi belediye zabıta memurluğu yaptırmıştır.
İlk günlerde barışta böylesine hayatın içinde yer alan hanımlar, savaşta da geri kalmamışlar Uhud gazasında Aişe validemizle Ümmü Süleym cephe gerisinde hizmetlerde bulunmuşlardır..
Hayber gazasına ise tam yedi kadın birlikte iştirak etmişlerdir.
Ümmü Atıyye adındaki sahabiye ise tek başına tam yedi savaşa katıldığını anlatmıştır.
Bu hanımlar cephe gerisinde gazilere su taşımış, yemeklerini hazırlamış, yaralarını sarmışlardır. Hatta İslamda ilk hastabakıcı hanımın adının Rüfeyde olduğu tespit edilmiştir. Mescide kurulan yaralıların çadırında bu fedakar hanım, şefkatle hizmet etmiş, sonrakilere hemşirelik örneği vermiştir.
Efendimizin süt halası Ümmü Haram ise bir başka ibret vesikası. Efendimizden, ümmetinden bir mücahit grubun deniz yoluyla Kıbrısın fethine çıkacağı haberini dinleyince, kendisinin de onların arasında bulunup hizmet etmesine dua etmesini istemiş, yapılan dua kabul olmuş olacak ki, hicri (28) de Hazret-i Osman (ra) zamanında çıkılan Kıbrıs seferine kocası Übade bin Samit’le hem de seksen yaşını geçmiş olduğu halde katılmış, fetih sırasında Larnaka yakınlarında bineğinden düşerek şehid olmuştur. Osmanlılar buraya (I57O) de bir türbe yapmış Hala Sultan türbesi diye bilinen, Eyyup Sultan gibi ziyaretgah olan bu türbeyi civardan geçen Osmanlı donanması de top atışlarıyla selamlayarak geçmeyi bir vefa borcu olarak adet edinmişlerdir.
alıntı
– Biz İslamdan önce kadınları adam yerine koymazdık. İslam gelince onlara hem ayetlerde hem de hadislerde yer verdi, erkekler gibi haklarından bahsedildi. Ondan sonra biz de kadınların hakları olduğunu düşünür olduk!. (Buhari-Müslim)
Bir tespit de oğlu Abdullah’dan. O da şöyle açıklamıştır kadınların durumlarını:
– Biz kadınlar hakkında ileri geri konuşmaktan korkar olduk vahiy gelir de bizi suçlar diye!. (Buhari)
Demek ki İslam, kadınları, değer verilmeyen varlıklar olmaktan çıkarıp ayetlerle hadislerle hakları anlatılacak kadar Allah yanında itibarı olan insan olduklarını ifade etmiş, sosyal hayatta erkekler gibi onların da yerlerini almalarını sağlamıştır.
Nitekim İslamın ilk günlerindeki hanımlar toplumdaki yerlerini o kadar rahatlıkla almışlar ki haftada bir erkekler gibi cumaya gitmekle kalmamış, günde beş vakitte cemaata iştirak edenler olmuştur. Hatta, ilk günlerde erkeklerle aynı kapıdan mescide girip çıkmışlar, ama meydana gelen izdiham sebebiyle Efendimiz daha sonra hanımlar için ayrı kapı açtırmıştır. Bu kapı halen Mescid-i Nebide (Babun-nisa) adıyla varlığını koruya gelmiştir..
Camide erkeklerin hemen arkasında saf tutan hanımlar gerektiğinde sorularını buradan sormuş, cevaplarını da dinlemişlerdir. Ne var ki erkeklerin de bulunduğu mecliste her türlü özel sorularını sormada zorlandıklarından Efendimizden, kendilerine özel bir gün ayırarak kadınları bilgilendirmesini istemişlerdir. Bu istekleri de kabul edilerek haftada bir gün Efendimizden özel bilgi alma hakkını da kazanmış; böylece hanımların İslam kültürüyle aydınlanmalarını sağlamışlardır. Bu sıralarda meydana gelen samimi ortamda Resûlüllahı o kadar yakından takip etme imkanı bulmuşlar ki, bir hanım Kaf suresini sadece Resulüllahın okuyuşlarını dinleyerek ezberleme imkanı dahi bulmuştur.
Bu sıralarda mescidde son derece özgür bir öğrenim ortamının da meydana geldiği anlaşılmaktadır. Nitekim Hazret-i Ömer’in Cuma hutbesini dinleyen bir hanım:
– Hanımların mehir miktarını yüksek tutmayın! manasındaki sözlerine bulunduğu yerden itiraz seslerini yükselterek cevap verme cesaretini dahi bulmuş:
– Allahü azimüşşan Nisa suresindeki ayetinde mehre sınır koymazken, Ömer hangi hakla hanımların alacakları mehre sınır getiriyor? diye çıkışabilmiştir. Halife de bu çıkışa asla sert mukabele etmeyip tam aksine:
– Hanım isabet, Ömer ise hata etti! diyecek kadar fazilet göstermiştir..
Celadet ve şiddetiyle tanınan Hazret-i Ömer, cami içinde verdiği bu hoşgörü örneğiyle kalmamış; cami dışında da hanımlara değer vermiş, bilgili ve becerikli bir hanım olan Şifa hatunu da çarşı, pazarı denetlemekle görevlendirmiş, bir nevi belediye zabıta memurluğu yaptırmıştır.
İlk günlerde barışta böylesine hayatın içinde yer alan hanımlar, savaşta da geri kalmamışlar Uhud gazasında Aişe validemizle Ümmü Süleym cephe gerisinde hizmetlerde bulunmuşlardır..
Hayber gazasına ise tam yedi kadın birlikte iştirak etmişlerdir.
Ümmü Atıyye adındaki sahabiye ise tek başına tam yedi savaşa katıldığını anlatmıştır.
Bu hanımlar cephe gerisinde gazilere su taşımış, yemeklerini hazırlamış, yaralarını sarmışlardır. Hatta İslamda ilk hastabakıcı hanımın adının Rüfeyde olduğu tespit edilmiştir. Mescide kurulan yaralıların çadırında bu fedakar hanım, şefkatle hizmet etmiş, sonrakilere hemşirelik örneği vermiştir.
Efendimizin süt halası Ümmü Haram ise bir başka ibret vesikası. Efendimizden, ümmetinden bir mücahit grubun deniz yoluyla Kıbrısın fethine çıkacağı haberini dinleyince, kendisinin de onların arasında bulunup hizmet etmesine dua etmesini istemiş, yapılan dua kabul olmuş olacak ki, hicri (28) de Hazret-i Osman (ra) zamanında çıkılan Kıbrıs seferine kocası Übade bin Samit’le hem de seksen yaşını geçmiş olduğu halde katılmış, fetih sırasında Larnaka yakınlarında bineğinden düşerek şehid olmuştur. Osmanlılar buraya (I57O) de bir türbe yapmış Hala Sultan türbesi diye bilinen, Eyyup Sultan gibi ziyaretgah olan bu türbeyi civardan geçen Osmanlı donanması de top atışlarıyla selamlayarak geçmeyi bir vefa borcu olarak adet edinmişlerdir.
alıntı