Isparta Kahramanları
Bu bir tespit, bu bir makamdır.
“Feyzi kardeşim, sen Isparta Kahramanları gibi olmak istiyorsan, onlar gibi olmalısın.”
Bediüzzaman Hazretlerinin bu tesbiti, bir bakıma dâvâsına gösterdiği ehemmiyetini ortaya koymaktadır.
Çaycı Emin ağabeyin oğlu Abdullah ağabeyden dinlediğim bir hadise çok cây-ı dikkattir.
Şöyle ifade etmişti: “Ben babam ile Kastamonu’da iken, Üstadımız Karadağ mevkiine giderken atın üzengisini Mehmet Feyzi Efendi tutuyordu. Üstadımız her zaman direkt Karadağ’a çıkarken, bu kez Mehmet Feyzi Efendi’ye, atın yönünü Kastamonu Çarşısına yönelttirdi. Ve Üstad atın üzerinde, Mehmet Feyzi Efendi atın üzengisini tutar halde, semercilerden, bakırcılardan ve çarşıdan atı dolaştırarak, biz de babam ile atın arkasından giderek Karadağ’a çıktık. Üstad hiçbir şey söylemedi.
Biz bu durumu şöyle anladık: Üstadımız Kastamonu’ya geldiğinde, onun nasıl bir şahıs olduğu bilinmiyordu. Mehmet Feyzi Efendi ise, medrese tahsili görmüş, âlim bir zat olarak tanınıyordu. Üstadımız böyle yapmakla Feyzi Efendi’ye ve Kastamonu ahalisine ders vermek istiyordu.”
Isparta kahramanlarının hiçbirisi tanınmış bir âlim ve eşraflı kimseler değildiler. Kendi halinde insanlardı, ama büyük bir dâvânın hizmetinde buluşmaları onları kahraman haline getirmişti.
İşte bu makam, kıyamete kadar gidecek ihlâslı bir mefkûrenin âdeta ana prensipleri idi.
Yıllar yılları kovaladı. Zaman Bediüzzaman’ı haklı çıkararak, birçok “Isparta Kahramanları” çıkardı.
Bu makam sadece Isparta’ya has kalmadı. “Buraya biri gelse, seni on günde velâyet makamına çıkaracağım dese, sen gidip ona tâbî olsan, Isparta kahramanlarına arkadaş olamazsın” sözünü dile getiren Bediüzzaman, velileri dahi geride bırakacak kudsî bir hizmetin ehemmiyetini ifade ediyordu.
Nitekim Taşköprülü Sadık Bey, İbrahim Fakazlı, Ahmet Feyzi, Hasan Feyzi, Hafız Ali, Tahiri Mutlu, Bayram, Sungur ve Zübeyir Gündüzalp gibi münbit sinelerde, bu hakikat yerini alıyordu.
Onları örnek alan nice Nur kahramanları yetişti. Onların kızları ve oğulları, hatta torunları bu ağır yüke omuz verdiler.
“Sahipler, varisler, talebeler, dostlar, rükünler, haslar ve hasların hasları...”
“Ben Zübeyir’imi kâinata değişmem” diyen bir sahiplik şuurunu her zaman özlemişimdir.
Uhud Harbinde kırk küsûr Sahabînin verdiği imtihanı hatırlıyorum. “Siz savaş bitse dahi buradan ayrılmayacaksınız” emrine insanî nedenler ile uymayıp, ganimet toplamağa giden Sahabîler gibi.
Ama, yine de vazifenin ehemmiyetini idrâk eden birkaç Sahabî, yerinden ayrılmamışlardır.
“Nur şakirtleri çoktur, ama iş yapan azdır” ifadesini kullanan Bediüzzaman, hep elli tane yetişkin adam aramıştır. Akdamar adasını misal vermiştir.
Bunun için ilim ve kabiliyet gerekmiyor. İhlâs gerekiyor, sadâkat gerekiyor, salâbet gerekiyor, cesaret gerekiyor...
“Bu ehl-i dalâlet hepinizi aldatır, ama bunu kimse kandıramaz” dediği Zübeyir Gündüzalp sisteminde Nur talebelerine muhtacız.
Yoksa küçük meseleler için büyük hizmetleri ihmâl edenler ile nereye gideceksiniz?
“Nefis cümleden ednâ, vazife cümleden a’la” tesbiti işte bunun için gerekli. Odun parçalarını kırıp yakacak haline getirmek gibi, bütün benliğimizi kırıp, vazifenin ciddiyetine râm olmalıyız.
“Isparta kahramanları”
Hep onları hatırlamışımdır,
Gıpta etmişimdir,
Nasıl bir makamdır?
Nasıl bir yoldur?
Bir ulaşabilsem.
RAŞİT YÜCEL
Bu bir tespit, bu bir makamdır.
“Feyzi kardeşim, sen Isparta Kahramanları gibi olmak istiyorsan, onlar gibi olmalısın.”
Bediüzzaman Hazretlerinin bu tesbiti, bir bakıma dâvâsına gösterdiği ehemmiyetini ortaya koymaktadır.
Çaycı Emin ağabeyin oğlu Abdullah ağabeyden dinlediğim bir hadise çok cây-ı dikkattir.
Şöyle ifade etmişti: “Ben babam ile Kastamonu’da iken, Üstadımız Karadağ mevkiine giderken atın üzengisini Mehmet Feyzi Efendi tutuyordu. Üstadımız her zaman direkt Karadağ’a çıkarken, bu kez Mehmet Feyzi Efendi’ye, atın yönünü Kastamonu Çarşısına yönelttirdi. Ve Üstad atın üzerinde, Mehmet Feyzi Efendi atın üzengisini tutar halde, semercilerden, bakırcılardan ve çarşıdan atı dolaştırarak, biz de babam ile atın arkasından giderek Karadağ’a çıktık. Üstad hiçbir şey söylemedi.
Biz bu durumu şöyle anladık: Üstadımız Kastamonu’ya geldiğinde, onun nasıl bir şahıs olduğu bilinmiyordu. Mehmet Feyzi Efendi ise, medrese tahsili görmüş, âlim bir zat olarak tanınıyordu. Üstadımız böyle yapmakla Feyzi Efendi’ye ve Kastamonu ahalisine ders vermek istiyordu.”
Isparta kahramanlarının hiçbirisi tanınmış bir âlim ve eşraflı kimseler değildiler. Kendi halinde insanlardı, ama büyük bir dâvânın hizmetinde buluşmaları onları kahraman haline getirmişti.
İşte bu makam, kıyamete kadar gidecek ihlâslı bir mefkûrenin âdeta ana prensipleri idi.
Yıllar yılları kovaladı. Zaman Bediüzzaman’ı haklı çıkararak, birçok “Isparta Kahramanları” çıkardı.
Bu makam sadece Isparta’ya has kalmadı. “Buraya biri gelse, seni on günde velâyet makamına çıkaracağım dese, sen gidip ona tâbî olsan, Isparta kahramanlarına arkadaş olamazsın” sözünü dile getiren Bediüzzaman, velileri dahi geride bırakacak kudsî bir hizmetin ehemmiyetini ifade ediyordu.
Nitekim Taşköprülü Sadık Bey, İbrahim Fakazlı, Ahmet Feyzi, Hasan Feyzi, Hafız Ali, Tahiri Mutlu, Bayram, Sungur ve Zübeyir Gündüzalp gibi münbit sinelerde, bu hakikat yerini alıyordu.
Onları örnek alan nice Nur kahramanları yetişti. Onların kızları ve oğulları, hatta torunları bu ağır yüke omuz verdiler.
“Sahipler, varisler, talebeler, dostlar, rükünler, haslar ve hasların hasları...”
“Ben Zübeyir’imi kâinata değişmem” diyen bir sahiplik şuurunu her zaman özlemişimdir.
Uhud Harbinde kırk küsûr Sahabînin verdiği imtihanı hatırlıyorum. “Siz savaş bitse dahi buradan ayrılmayacaksınız” emrine insanî nedenler ile uymayıp, ganimet toplamağa giden Sahabîler gibi.
Ama, yine de vazifenin ehemmiyetini idrâk eden birkaç Sahabî, yerinden ayrılmamışlardır.
“Nur şakirtleri çoktur, ama iş yapan azdır” ifadesini kullanan Bediüzzaman, hep elli tane yetişkin adam aramıştır. Akdamar adasını misal vermiştir.
Bunun için ilim ve kabiliyet gerekmiyor. İhlâs gerekiyor, sadâkat gerekiyor, salâbet gerekiyor, cesaret gerekiyor...
“Bu ehl-i dalâlet hepinizi aldatır, ama bunu kimse kandıramaz” dediği Zübeyir Gündüzalp sisteminde Nur talebelerine muhtacız.
Yoksa küçük meseleler için büyük hizmetleri ihmâl edenler ile nereye gideceksiniz?
“Nefis cümleden ednâ, vazife cümleden a’la” tesbiti işte bunun için gerekli. Odun parçalarını kırıp yakacak haline getirmek gibi, bütün benliğimizi kırıp, vazifenin ciddiyetine râm olmalıyız.
“Isparta kahramanları”
Hep onları hatırlamışımdır,
Gıpta etmişimdir,
Nasıl bir makamdır?
Nasıl bir yoldur?
Bir ulaşabilsem.
RAŞİT YÜCEL