Konuya cevap cer

Sual:Miracın semeratı ve faydası nedir?


Elcevap:


Şu şecerei Tûbai Manevîye olan Mîrac'ın 500'den fazla meyvelerinden numune olarak yalnız beş tanesini zikredeceğiz.


 BİRİNCİ MEYVE


Erkânı îmaniyenin hakaikını gözle görüp, melâikeyi, Cennet'i, âhireti, hattâ Zâtı Zülcelâl'i gözle müşahede etmek; kâinata ve beşere öyle bir hazine ve bir nuru ezelî ve ebedî bir hediye getirmiştir ki: Şu Kâinatı, perişan ve fânî ve karmakarışık bir vaziyeti mevhumeden çıkarıp, o nur ve o meyve ile, o kâinatı; kutsî Mektûbatı Samedaniyye, güzel âyinei cemâli Ehadiyye vaziyeti olan hakikatini göstermiş. Kâinatı ve bütün zîşuuru sevindirip mesrur etmiş. Hem o nur ve o meyve ile beşeri; müşevveş, perişan, âciz, fakir, hâcâtı hadsiz, a'dâsı nihayetsiz ve fânî, bekasız bir vaziyeti dalâletkâraneden o insanı o nur, o meyvei kutsîyye ile Ahseni Takvim'de, bir mûcizei kudreti Samedaniyyesi ve mektubatı Samedaniyyenin bir nüshai camiası ve Sultaniı Ezel ve Ebed'in bir muhatabı, bir abdi hassı, kemâlâtının istihsancısı, halîli ve cemâlinin hayretkârı, habibi ve Cenneti bakiyesine namzet bir misafıri azizi sûreti hakikîsinde göstermiş. İnsan olan bütün insanlara, nihayetsiz bir sürür, hadsiz bir şevk vermiştir, 


İKİNCİ MEYVE


Sanii mevcudat ve Sâhibi Kâinat ve Rabbû'IAlemin olan Hâkimi Ezel ve Ebed'in marziyyatı Rabbâniyyesi olan İslâmiyetin, başta namaz, esasatını, cin ve inse hediye getirmiştir ki, o marziyyatı anlamak, o kadar merakâver ve saadetâverdir ki, tarif edilmez. Çünkü, herkes, büyükçe bir velîyyi nîmet yahut muhsin bir padişahının uzaktan arzularını anlamaya ne kadar arzukeş ve anlasa, ne kadar memnun olur. Temenni eder ki, "Keşke bir vasıtai muhabere olsa idi, doğrudan doğruya o zâtla konuşsa idim. Benden ne istiyor, anlasa idim. Benden onun hoşuna gideni bilse idim." der. Acaba bütün mevcudat, kabzai tasarrufunda ve bütün mevcudattaki cemâl ve kemâlât, onun cemâl ve kemâline nisbeten zayıf bir gölge ve her anda nihayetsiz cihetlerle ona muhtaç ve nihayetsiz ihsanlarına mazhar olan beşer, ne derece onun marziyyatını ve arzularını anlamak hususunda hahişger ve merakâver olması lâzım olduğunu anlarsın.


İşte, Zâtı Ahmediye (a.s.m.), 70 bir perde arkasında O Sultanı Ezel ve Ebed'in marziyyatını doğrudan doğruya Mîrac semeresi olarak hakkalyakîn işitip, getirip beşere hediye etmiştir.


Evet, beşer, kumerdeki hâli anlamak için ne kadar merak eder ki: Biri gidip, dönüp haber verse, hem ne kadar fedakârlık gösterir. Eğer anlasa, ne kadar hayret ve meraka düşer. Hâlbuki kamer, öyle bir Mâlikû'lMülk'ün memleketinde geziyor ki, kamer, bir sinek gibi kürei arzın etrafında pervaz eder. Kürei arz, pervane gibi şemsin etrafında uçar. Şems, binler lâmbalar içinde bir lâmbadır ki, o Mâlikû'1Mülki Zülcelâl'in bir misafirhânesinde mumdarhk eder. İşte, Zâtı Ahmediye (a.s.m.), öyle bir Zâtı Zülcelâl'in şuunatını ve acaibi san'atını ve âlemi bekada hazaini rahmetini görmüş, gelmiş, beşere söylemiş. İşte beşer, bu zâtı, kemâli merak ve hayret ve muhabbetle dinlemezse, ne kadar hilâfı akıl ve hikmetle hareket ettiğini anlarsın.


ÜÇÜNCÜ MEYVE


Saadeti ebedîyenin definesini görüp, anahtarını alıp getirmiş, cin ve inse hediye etmiştir. Evet, Mîrac vasıtasıyla ve kendi gözüyle Cenneti görmüş ve Rahmânı Zülcelâl'in rahmetinin bakî cilvelerini müşahede etmiş ve saadeti ebedîyeyi kafiyen, hakkalyakîn anlamış, saadeti ebedîyenin vücudunun müjdesini cin ve inse hediye etmiştir ki, bîçâre cin ve ins, kararsız bir dünyada ve zelzelei zeval ve firak içindeki mevcudatı, seyli zaman ve harekâtı zerrat ile adem ve fırakı ebedî denizine döküldüğü olan vaziyeti mevhumei canhıraşanede oldukları hengâmda, şöyle bir müjde, ne kadar kıymettar olduğu ve îdamı ebedîyle kendilerini mahkûm zanneden fânî cin ve insin kulağında öyle bir müjde, ne kadar saadetâver olduğu tarif edilmez. Bir adama, îdam edileceği anda, onun affıyla kurbu şahanede bir saray verilse, ne kadar sürura sebeptir. Bütün cin ve ins adedince böyle sürurları topla, sonra bu müjdeye kıymet ver.


DÖRDÜNCÜ MEYVE


Rü'yeti cemâlullah meyvesini kendi aldığı gibi, o meyvenin her mü'mine dahi mümkün olduğunu, cin ve inse hediye getirmiştir ki, o meyve, ne derece leziz ve hoş ve güzel bir meyve olduğunu bununla kıyas edebilirsin. Yâni, her kalb sahibi bir insan, zîcemâl, zîkemâl, zîihsan bir zâtı sever. Ve o sevmek dahi, cemâl ve kemâl ve ihsanın derecatma nisbeten tezayüd eder, perestiş derecesine gelir, canını feda eder derecede muhabbet bağlar. Yalnız bir defa görmesine, dünyasını feda etmek derecesine çıkar. Hâlbuki, bütün mevcudattaki cemâl ve kemâl ve ihsan, onun cemâl ve kemâl ve ihsanına nisbeten,küçük birkaç lemaatın, güneşe nisbeti gibi de olmaz. Demek, nihayetsiz bir muhabbete lâyık ve nihayetsiz rü'yete ve nihayetsiz bir iştiyaka elyak bir Zâtı Zülcelâli ve'lKemâl'in saadeti ebedîyede rü'yetine muvaffak olması, ne kadar saadetâver ve medarı sürür ve hoş ve güzel bir meyve olduğunu insan isen anlarsın.


BEŞİNCİ MEYVE


İnsan, kâinatın kıymettar bir meyvesi ve Sanii Kâinat'ın nazdar sevgilisi olduğu, Mîrac'la anlaşılmış ve o meyveyi, cin ve inse getirmiştir. Küçük bir mahlûk, zayıf bir hayvan ve âciz bir zîşuur olan insanı, o meşveyle o kadar yüksek bir makama çıkarır ki, kâinatın bütün mevcudatı üstünde bir makamı fahr veriyor. Ve öyle bir sevinç ve süruru mes'udiyetkârane veriyor ki, tasvir edilmez. Çünkü, âdi bir nefere denilse, "Sen, müşir oldun." Ne kadar memnun olur. Hâlbuki, fânî, âciz bir hayvanı nâtık, zeval ve firak sillesini dâima yiyen bîçâre insana, birden ebedî, bakî bir Cennet'te, Rahîm ve Kerîm bir Rahmân'ın rahmetinde ve hayâl sür'atinde, ruhun vüs'atinde, aklın cevelânında, kalbin bütün arzularında, mülk ve melekutunda tenezzühe, seyerana ve cevelâna muvaffak olduğun gibi, saadeti ebedîyede rü'yeti cemâline de muvaffak olursun, denildiği vakit, insaniyeti sukut etmemiş bir insan ne kadar derin ve ciddî bir sevinç ve süruru kalbinde hissedeceğini tahayyül edebilirsin. Sana iki küçük temsille bir iki meyvenin dereceİ kıymetini göstereceğiz.


Meselâ: Seninle biz beraber bir memlekette bulunuyoruz. Görüyoruz ki, her şey bize ve birbirine düşman ve bize yabancı. Her taraf müthiş cenazelerle dolu. işitilen sesler yetimlerin ağlayışı, mazlumların vaveylâsıdır. İşte, biz, şöyle bir vaziyette olduğumuz vakitte, biri gitse, o memleketin padişahından bir müjde getirse, o müjdeyle bize yabancı olanlar ahbap şekline girse. Düşman gördüğümüz kimseler, kardeşler suretine dönse. O müthiş cenazeler, huşu ve huzûda, zikir ve teşbihte birer ibâdetkâr şeklinde görünse. O yetimane ağlayışlar, senakârane"Yaşasınlar!" hükmüne girse. Ve o ölümler ve o soymaklar, garatlar, terhisat suretine dönse. Kendi sürurumuzla beraber herkesin süruruna müşterek olsak, o müjde ne kadar mesrurane olduğunu elbette anlarsın. İşte, Mîracı Ahmediye'nin (a.s.m.) bir meyvesi olan nuru îmandan evvel şu kâinatın mevcudatı, nazarı dalâletle bakıldığı vakit, yabancı, muzır, müz'iç, muvahhiş ve dağ gibi cirmler birer müthiş cenaze; ecel, herkesin başını kesip ademâbâd kuyusuna atar. Bütün sadâlar, firak ve zevalden gelen vaveylalar olduğu hâlde, dalâletin öyle tasvir ettiği hengâmda; meyvei Mîrac olan hakaikı erkânı îmâniye nasıl mevcudatı sana kardeş, dost ve Sânii Zülcelâl'ine zâkir ve nıüsebbih; ve mevt ve zeval, bir nevi terhis ve vazifeden âzad etmek; ve sadâlar, birer tesbihat hakikatinde olduğunu sana gösterir.


İkinci Temsil: Seninle biz, sahrayı kebir gibi bir mevkideyiz. Kum denizi fırtınasında, gece o kadar karanlık olduğundan, elimizi bile göremiyoruz. Kimsesiz, hamisiz, aç ve susuz, me'yus ve ümitsiz bir vaziyette olduğumuz dakikada, birden bir zât, o karanlık perdesinden geçip, sonra gelip, bir otomobil hediye getirse ve bizi bindirse, birden Cennetmisâl bir yerde istikbâlimiz temin edilmiş, gayet merhametkâr bir hamimiz bulunmuş, yiyecek ve içecek ihzar edilmiş bir yerde bizi koysa; ne kadar memnun oluruz, bilirsin.


İşte, o sahrayı kebir, bu dünya yüzüdür. O kum denizi, bu hâdisat içinde harekâtı zerrat ve seyli zaman tahrikiyle çalkalanan mevcudat ve bîçâre insandır. Her insan, endişesiyle kalbi dağdar olan istikbâli, müthiş zulümat içinde, nazarı dalâletle görüyor. Feryadını işittirecek kimseyi bilmiyor. Nihayetsiz aç, nihayetsiz susuzdur. İşte, semerei Mîrac olan marziyyatı İlâhîyye ile şu dünya, gayet kerîm bir zâtın misafirhanesi, insanlar dahi onun misafirleri, memurları, istikbâl dahi Cennet gibi güzel, rahmet gibi şirin ve saadeti ebedîye gibi parlak göründüğü vakit ne kadar hoş, güzel, şirin bir meyve olduğunu anlarsın. (Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, s. 544547).



--------------------------------------------------------------------------------


352 isrâ, 1.


354 Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, s. 525.


355 İbni Hişam, Sîre, c. 2, s. 38. Müslim, Sahih, c. 1, s. 102.


358 İbni Hişam, Sîre, c. 2, s. 4344.


359 İbni Hişam, A.g.e., c. 2, s. 44.


360 ibni Sa'd, Tabakat, c. 1, s. 215; Müslim, Sahih, c. 1, s. 108.


361 İbni Hişam, Sîre, c. 2, s. 40; Ibni Sa'd, Tabakat, c. 3, s. 170. 


bu bölümden sonraki bölümler aleni davetin

Medineli İlk Müslümanlar ve Akabe Biatları ile devam etmektedir. takip etmek isteyen o bölüme bakabilir.


Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Üst