İstanbul'un 557.Fetih Yıldönümü

NuruAhsen

Sonsuz Temâþâ
71888917.jpg


İstanbul'un Fethi, 29 Mayıs 1453'te, şehri günlerdir kuşatan Osmanlı ordusunun, şimdi İstanbul olarak bilinen, o zamanki adıyla Konstantinopolis (Constantinople) şehrini Sultan II. Mehmed Han'ın komutanlığında fethetmesidir.

Bu fetihten sonra Osmanlı Devleti İmparatorluk olmuş, henüz 21 yaşında olan Sultan II. Mehmed, fatih unvanını da alarak Fatih Sultan Mehmed olarak anılmaya başlanmıştır. Tarihteki en önemli devletlerden olan Doğu Roma İmparatorluğu böylelikle sona ermiştir.

İstanbul Fetih edildikten sonra Orta Çağ kapanmış ve 1789 Fransız ihtilali'ne kadar sürecek olan Yeni Çağ başlamıştır.

Tarih: 2 Nisan - 29 Mayıs 1453

Yer: İstanbul (Bizans dönemi ismi: Constantinople)

Sonuç: Osmanlı'lar İstanbul'u ele geçirdi, Bizans İmparatorluğu yıkıldı. II. Mehmed, Fatih (fetheden) ilan edildi.

Bizans İmparatorluğu kumandanı: XI Konstantin

Osmanlı kumandanı: Fatih Sultan Mehmed (İkinci Mehmet)
fatih.jpg

Arif Nihat Asya'nın Fetih Marşı
Milliyetçi kişiliği ile tanınan Arif Nihat Asya'nın yazdığı bu şiir, Yıldırım Gürses tarafından bestelenmiştir.

Yelkenler biçilecek, yelkenler dikilecek;
Dağlardan çektiriler, kalyonlar çekilecek;
Kerpetenlerle surun dişleri sökülecek

Yürü, hala ne diye oyunda oynaştasın?
Fatih'in İstanbul'u fethettiği yaştasın!..

Sen de geçebilirsin yardan, anadan, serden....
Senin de destanını okuyalım ezberden...
Haberin yok gibidir taşıdığın değerden...

Elde sensin, dilde sen, gönüldesin baştasın...
Fatih'in İstanbul'u fethettiği yaştasın!..

Yüzüne çarpmak gerek zamanenin fendini...
Göster: Kabaran sular nasıl yıkar bendini?
Küçük görme, hor görme, delikanlım kendini

Şu kırık abideyi yükseltecek taştasın;
Fatih'in İstanbul'u fethettiği yaştasın!..

Bu kitaplar Fatih'tir, Selim'dir, Süleyman'dır.
Şu mihrap Sinanüddin, şu minare Sinan'dır.
Haydi artık uyuyan destanını uyandır!..

Bilmem, neden gündelik işlerle telaştasın
Kızım, sen de Fatihler doğuracak yaştasın!..

Delikanlım, işaret aldığın gün atandan
Yürüyeceksin... Millet yürüyecek arkandan!
Sana selam getirdim Ulubatlı Hasan'dan....

Sen ki burçlara bayrak olacak kumaştasın;
Fatih'in İstanbul'u fethettiği yaştasın!..

Bırak, bozuk saatler yalan yanlış işlesin!
Çelebiler çekilip haremlerde kışlasın!
Yürü aslanım, fetih hazırlığı başlasın...

Yürü, hala ne diye kendinle savaştasın?
Fatih'in İstanbul'u fethettiği yaştasın!..




Önceki Fetih Denemeleri



Karadeniz ve Akdeniz'i birbirine bağlayan deniz yolu üzerinde kurulu olan İstanbul, günümüzde olduğu gibi o zamanlar da oldukça önemli bir şehirdi. 1453 yılına kadar farklı zamanlarda, Avarlar, Araplar, Avrupalılar ve Osmanlılar tarafından defalarca kuşatılmış, fakat gerek Bizans'ın sahip olduğu Rum ateşi (grejuva), gerekse şehrin o zamanlar için aşılamaz olarak görülen surları, bu fetih hareketlerini başarısız kılmıştı.

Sayıları 29 olan kuşatmalar sırayla şunlardır:

--M.Ö 340 Makedonya Kralı Phillippe

--M.Ö 194 Roma İmparatoru Septim Severus (Başarılı olmuştur.Şehir artık Romalılara bağlanmıştır.)

--M.S 616 İran Hükümdarı Keyhüsrev

--M.S 626 İranlılar ve Avar Türkleri ortak

--M.S 665 Emevi Halifesi Muaviye

--M.S 667 Emevi Halifesi Muaviye

--M.S 672 Emevi Halifesi Muaviye

--M.S 712 Emevi Halifesi I.Velid

--M.S 722 Emevi Halifesi I.Velid (Yalnızca Galata Limanı alınmış,Arap Camii inşa edilmiştir.)

--M.S 782 Abbasiler (Kent haraca bağlanmıştır.)

--M.S 854 Abbasi Halifesi Mütevekkil

--M.S 864 Ruslar

--M.S 869 Abbasi Halifesi Mütevekkil

--M.S 936 Ruslar

--M.S 959 Macarlar

--M.S 970 Abbasiler (Kent haraca bağlanmıştır.)

--M.S 1203 Latinler (Latinler İstanbul'u 1261'e kadar ellerinde tuttular.)

--M.S 1302 Venedikliler

--M.S 1348 Cenovalılar

--M.S 1391-1396 Osmanlı Padişahı I.Bayazid (Şehir İstanbul'da bir Türk Mahallesi kurulması isteğine karşı çıkılması üzerine ablukaya alınmıştır.)

--M.S 1412 Osmanlı Şehzadesi Musa Çelebi

--M.S 1422 Osmanlı Padişahı II.Murat

--M.S 1437 Cenovalılar

--M.S 1453 Osmanlı Padişahı II.Mehmed (Başarılı olmuştur.Sonrasında şehir Türklerin hakimiyeti haline girmiştir.)

Bunun yanında Atilla'nın, Vikinglerin, Bulgarın ve Gotların da kuşatma yaptığı bazı kaynaklarda geçer ama tarihleri bilinmemektedir.

Yanında herhangi bir açıklama yapılmayan kuşatmalar başarısız kuşatmalardır.


Kuşatma hazırlıkları


Sultan II. Mehmed, İstanbul'un fethine karar verdiğinde o zamanki başkent Edirne'de, İstanbul'un aşılamaz olarak bilinen surlarını yerle bir edebilmek için o güne kadar görülmemiş büyüklükteki, şahi olarak bilinen topları döktürmüştü. II: Mehmed ayrıca, hazırlanmakta olan bu topların yanısıra, Bizans'a denizden gelebilecek yardımları engellemek için Yıldırım Bayezid tarafından inşa edilmiş olan Anadolu Hisarı'nın karşısına Rumeli Hisarı'nı (Boğazkesen Hisarı) yaptırdı.

Yapılan hazırlıkların kendisine yönelik olduğunu anlayan Bizans İmparatoru Konstantin, Sultan II. Mehmed'i hediyelerle vazgeçirmeye çalışırken, bir yandan da Avrupa devletlerine elçiler yollayarak onları durumdan haberdar ediyor ve yardım istiyordu. Ancak 1054 yılında Hıristiyanlığın Katolik Kilisesi ve Ortodoks Kilisesi olarak ikiye ayrılması sebebiyle, Papa V. Nikola Bizans'ı desteklemeyi pek düşünmüyordu. Bazı İtalyan şehir devletleri askeri birliklerini Bizans'a yardımcı olmak amacıyla İstanbul'a yollasa da, Avrupa'nın büyük devletleri Bizans'ı desteklememe kararı almışlardı. Yardımlarla birlikte Bizans ordusu, 2.000'i paralı olmak üzere 9.000 askerden oluşuyordu. Şehri savunan duvarlar, 22,5 km.yi bulan uzunluklarıyla dönemin en güçlü surları olarak biliniyordu.

Sultan II. Mehmed, 20.000 yeniçerinin de dahil olduğu 100.000 kişilik bir kuvveti yönetiyordu. Rumeli Hisarı'nı inşa ettirmenin yanısıra bir de donanma kurdurmuştu. Ordusunu İstanbul civarında toplamış; bu arada, yardım göndermelerini önlemek amacıyla bazı Balkan devletlerine ordular göndererek, gelebilecek yardımları önleme, yardım yollamayı düşünenlere ise gözdağı verme yoluna gitmiştir. Durumun giderek ümitsizleştiğini gören Bizans İmparatoru, surların önüne geniş hendekler açtırmış, Haliç'in güvenliğini sağlamak amacıyla da girişine zincir çektirmişti.

Kuşatma


Ordusu ile İstanbul'un önünde bulunan Sultan II. Mehmed, Bizans İmparatoru'na elçi göndererek teslim olması çağrısında bulunmuş, ancak reddedilmişti. Bunun üzerine tarihteki en son İstanbul kuşatması başladı.

Kuşatma, Türk topçusunun, surları top ateşine tutmasıyla başladı. Bizans ordusu ise, surlarda açılan gedikleri kapatmaya çalışıyordu. Osmanlı, donanması ile de Haliç'i zorluyor fakat zinciri aşamadıkları için gemiler Haliç'e giremiyordu. Günlerdir süren kuşatmanın henüz başarı getirememiş olması ve Ceneviz donanmasından gelen yardımın Boğaz'ı geçerek Haliç'e girmesi Sultan II. Mehmed'i sinirlendirmiş ve atını boğazın sularına sürerek donanmasına emirler yağdırmış, komutanlarına da, saldırı için orduyu hazırlamalarını emretmişti.

Saldırı hazırlıkları


Sultan II. Mehmed, Theodosius Surları'na ve şehrin su ile çevrili olmayan tek bölgesini batıdan gelebilecek saldırılardan koruyan hendeklere saldırmayı tasarladı. Ordu 2 Nisan 1453'te şehrin doğusuna yerleşti. Toplar haftalarca surları dövdü fakat yeterli gedik açamadı. Topların yeniden doldurulmaları zaman aldığı için, her atıştan sonra Bizanslılar hasarın çoğunu tamir edebiliyorlardı.

Daha sonra, yeraltı tünelleri yapıp surların altını kazarak yarma yolunu denediler. Kazıcıların çoğu, Sırp Despot'u tarafından Nvo Brdo'dan gönderilen Sırplardı ve Zağnos Paşa'nın emri altındaydılar. Lakin Bizanslılar, Johannes Grant adında, Alman olduğu söylense de muhtemelen İskoç olan bir mühendisi görevlendirdiler. Johannes karşı tüneller kazdırdı ve Bizans birlikleri tünellere girip Osmanlı işçileri öldürdüler. Diğer tüneller de suyla dolduruldu. Son olarak Bizanslılar önemli bir mühendisi esir alıp işkence yaparak, sonradan yıkılan tünellerin hepsinin yerini öğrendiler.

Sultan II. Mehmed, şehrin ödemeyeceğini bildiği çok büyük vergi karşılığında ablukayı kaldırmayı önerdi. Bu da geri çevrilince, Bizanslı askerlerin kendi birlikleri tükenmeden önce bitkin düşeceğini bilerek saf güçle duvarları alt etmeyi tasarladı.

Nihai saldırı


29 Mayıs sabahı saldırı başladı. Hücumun ilk dalgasını, mümkün olabildiği kadar çok Bizans askerini öldürmeye niyetli acemi askerler olan azaplar oluşturuyordu. Ayrıca Haliç'ten de baskı uygulayabilmek için gece yağlı kütükler üzerinde karadan Haliç'e taşınan gemiler, o sabah Bizans askerlerine kötü bir sürpriz olmuştu. Anadolululardan oluşan ikinci dalga, şehrin kuzeydoğusundaki, topla kısmen hasar almış Blachernae Surları'nın (okunuşu: blakernai ) bir bölümüne odaklanmıştı. Uzun süren bu çarpışmalar sonucunda Ulubatlı Hasan adındaki bir yeniçeri, aldığı kırk ok darbesine1 rağmen hayatta kalarak Osmanlı sancağını dikmiş, bununla ateşlenen Osmanlı ordusu 29 Mayıs 1453'te İstanbul'un surlarını aşmıştı.

Ancak savaş henüz bitmemişti. Hayatta kalan Bizans askerleri, Osmanlı askerleriyle sokak aralarında çarpışıyorlardı. Kısa süren bu çatışmalardan sonra Bizans ordusu yenilmiş ve Sultan II. Mehmed önderliğindeki Osmanlı ordusu İstanbul'a tamamen hâkim olmuştu.

Fethin iç sonuçları


O zamana kadar sadece bir devlet olan Osmanlı, artık bir İmparatorluk haline gelmişti.

Anadolu ve Balkanlar arasındaki geçişlerde bir engel olan Bizans yıkılmış, arada engel kalmamıştı.

Birçok kere Osmanlı şehzadelerini ve Avrupa ülkelerini kışkırtan Bizans artık bunu yapamayacaktı.

Müslüman dünyasında Osmanlı Devleti daha saygın bir hale gelmişti.

Müslümanların peygamberi Hz. Muhammed'in hadis-i şerifindeki o kumandan, Fatih Sultan Mehmed olmuş ve peygamberinin övgüsünü almıştı.

Fethin dış sonuçları


Avrupa ve Balkan devletlerinin Osmanlı'yı Balkanlar'dan atma çabaları sonuçsuz kalmıştı.

İstanbul'dan İtalya'ya kaçan sanatkârlar ve bilim adamları, rönesans ve reform hareketlerini hızlandırmışlardı.

Dünyanın en büyük imparatorluklarından olan Doğu Roma İmparatorluğu tamamen yok olmuştu.

Orta Çağ kapanıp Yeni Çağ başlamıştı.

Ticaret yollarının birer birer Türklerin eline geçmesi Avrupalıları yeni ticaret yolları bulmaya zorladı ve coğrafi keşifler ortaya çıktı.

Bu fetih bir nevî Avrupa'nın (İngiltere'nin) Amerika kıtasını keşfinin yolunu açmıştır. Zirâ bu keşifle ticaret yolları kapanan Avrupalılar başka yollar bulmak zorundaydılar. Bu keşif buna bir vesile olmuştur.


j17sld.png
 

NuruAhsen

Sonsuz Temâþâ
İstanbul’un fethini bir de Necip Fazıl’dan okuyun…


Necip Fazıl;Fatih ve onun yeni nesline selam’ hitabıyla başlayan konuşmasını aynen yayınlıyoruz…
—————————–
Bundan asırlarca evvel, İstanbul’un fethinden evvel, Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan evvel, piyadeleri ve süvarileriyle hac yolunda bir kervan… Çölde insan kanını kurutma kâğıdı gibi emen güneşin altında bir insan şöyle haykırıyor:

- Yedi kere hac sevabını bir içim suya kim satın alır?

Biri, tulumbadan bir içim su veriyor. Yedi kere piyade hac sevabını bir içim suyla değiştiren büyük velî de, suyu, oracıkta, dili ve sipsivri dişleri meydanda, karnı inip çıkan bir köpeğe içiriyor ve bir Hadîs okuyor:
“- Ciğeri yanan bir mahlûka su vermekte büyük sevap vardır.”
Amma, işin sır noktası şudur ki, büyük velî, ciğeri yanan mahlûka su içirmek sevabına da istekli değil; onun üstünde, bir Hadîse saygısını göstermeğe memur… Bunun için de, üzerindeki bütün sevapları, kâbil olsa, hemen devretmeğe hazır…

Bu nükteyi yine kendisi çerçeveliyor:
- Bu Hadîs emrini yerine getirmek için yedi hac sevabını bırakıyorum!
İşte iman metodolojisinin en ince ve derin hikmet merkezi!… Vasıtanın getirdiği nimetten fazla, vasıtaya hürmet… İmzanın bağışladığı servetten ziyade, imzaya itibar…

Bu noktada vasıta, gâye oluyor; ve kazanç zevki, yerini vazifeye terkediyor.
Hadîs… Allah Sevgilisinin, ebediyet fanusu mukaddes gözlerini kırpışlarından, derinliğine doğru ferdi, genişliğine doğru da cemiyetiyle bütün kâinatı nizamlayan en kısa kelimelerine kadar, kendilerine bağlı her şey… Onun büyüğü, küçüğü yoktur. En küçüğü, içinde ormanlar taşıyan tohum kadar küçük, en büyüğü de kâinata kâinat katıcı çapta büyüktür.


EN BÜYÜK HADİS!

Fakat!… Fakat bir Hadîs vardır ki, Saadet Devrinden sonraki bütün çığırların zaman ve mekân ölçüsünü getirmek, İslâm’ın yeryüzüne hâk ve nakşındaki mâna ve madde plânını vermek, İslâm’ın topyekûn aksiyon ve sosyal zeminini hedeflendirmek bakımından, kendi sonsuzluğunu bir yana bırakalım, fakat bizim sınırlı idrakimize göre, büyüklerin büyüğü, üstünlerin üstünüdür.

İstanbul’un, Konstantinopolis’in fethini vazifelendiren, müjdeleyen ve bu fethi gerçekleştirecek başbuğ ve askeri “ne güzel başbuğ!” ve “ne güzel asker!” diye anlatan muazzam Hadîs…

Allah Resûlünün, hangi dil ve soydan olursa olsun, bütün İslâm birlik ve topluluklarına ana cadde işareti veren bu emirlerini yerine getirmek şerefi, başlıca İslâm aksiyonu halinde, bundan beşyüz şu kadar yıl evvel, Türk topluluğuna; ve onun başbuğu Fatih Sultan Mehmed Han’a nasip oldu.

Öyle bir emirdir ki, bu, Fatih’e gelinceye kadar, Resuller Serverinin, Hicaz ve Suriye’den kalkıp İstanbul’a kadar gelen ve gerçek şehitler sıfatiyle kanlı elbiseleri içinde İstanbul surlarının dibine gömülen muazzez Sahabilerinden başlayarak, kaç defa tecrübe edilmiş, fakat başarılamamıştı. Bedir gazası tohumunun, Batıyı canevinden toslama yolunda, ağacını vermek ve yemişini dermek gibi bir hârikayı, bundan beşyüz şu kadar yıl evvelki Türk topluluğu ve onun genç başbuğu yerine getirdi.

FATİH, CEMİYETİ DÜNÜ BUGÜNÜ VE YARINIYLA SARAN KAVŞAK NOKTASIDIR

Bütün yolların kendisine çıktığı Roma’nın Şark bölümü Bizansiyum, gerçekte Doğu ve Batı düğümünün merkezi binbir yol ağzı; onun fatihi, Sultan Mehmed de, Türk cemiyetini, dünü, evvelki günü, bugünü ve yarınıyla saran binbir mânanın kavşak noktasıdır. Fatih’ten yola çıkıp nereye varamayız ki?…

İlk mâna, büyük mâna, kurtarıcı mâna: Fatih’i anlamak için, uçurum dibinden dağ başına bakarak ve uçurumu göremeyerek değil, dağ başından uçuruma göz atarak ve her an yüksekliğin şartını içimizde gizli tutarak hükme varmak lâzımdır. Biz çent zamandan beri, tarihî mefahirimizle pohpohlanırken palasparelere bürünmüş dilencinin, boynuna ölü bir plâka asıp şehzâdelik iddia etmesi gibi, ne kendi öz gerçeğini, şu andaki gerçeğini, ne de kaybettiği büyük hakikati, mâzideki maktul hakikatı görebilen, gözlere mil çekici ve ruha zift doldurucu bir hâlet, bir piskoz içindeyiz. Fatih’i görebilmek için, başımızı abdal abdal havaya kaldırıp, nur saçarak dünyayı devreden füzeye bakmamalıyız; bir an o füzenin içinden dünyaya ve kendimize bakmalıyız! O zaman Fatih’i, dünyayı ve hâlimizi görür ve bugün, 29 Mayıs 1968 Cumartesi, sabahtan beri, ahmak gazete manşetleri, vapur düdükleri ve ziller, davullar, dümbeleklerle uça uça kutladığımız günün, şimdiki Bizans artıklarından ziyade, bize utanç ve gözyaşı telkin ettiğini takdir ediriz. Ve ancak o zaman büyük bir Türk şâirinin:
Her gûşesinde dehrin nâm-ı beka-nisârın,
Şâyestedir denilse, âlem senin mezarın…

Diye anlattığı büyük başbuğun ordusunda dümen neferi olabilmek fazilet ve liyakatine ereriz.
………………………… Oldukça sen cebinsây,
Hâlâ gelir zeminden Tekbir-i zâr ü zârın.
(Sen başını yere koydukça aldığın tekbirler hâlâ toprağın içinde fıkırdıyor!)
Dediği secdedeki büyük baş, kendi gâye ve aksiyonunun hisse senedi adına, bugün neye mâlik bulunduğumuzu bize sorsa, gösterebileceğimiz bir şey var mıdır?

BATILI MÜHENDİSİN TOPUYLA İSLAM’IN İMZASINI ATAN FATİH



 
Üst