İddia:
Söz gelimi, İslâm fukahası beş vakit namazın kaçar rekât olduğunu Kur'an’da bulamamışlarken; Said Nursî kendi adını, doğum tarihini, risalelerinin isim ve yazılış tarihlerini onda bulabilmiştir!...
İddiaya cevap:
- Bu kadar ukalalık da gerçekten fazladır. Fakihlerin yüz binlerce fıkhî meseleleri Kur’an’dan istihraç etmelerini görmezlikten gelen kimsenin bu hezeyanlarını, sırf ehl-i velayet ve verese-i risalet olmakla şeref-yab olan büyük zatlara karşı beslediği haricilik kinini tatmin etmekten başka ne ile izah edilebilir?
Bu güruhun önder kabul ettikleri İbn Teymiye de bunları yalanlıyor. Ona göre, İslâm hukukunda kıyas ne ise, tefsirde de işârî metot odur. Gerek kıyas, gerek işârî metot olsun, her ikisinden de lafzın delâletinden çok, kıyaslama ve tanzir metodu/işaretin delaltiyle mânâ çıkartılır(Cerrahoğlu, Tefsir Tarihi, II/12).
Şunu belirtmeliyiz ki, İbn Teymiye’nin burada söz konusu ettiği ve fakihlerin kıyası ile karşılaştırdığı işarî tefsir, en uçtaki örnekler için geçerlidir. Örneğin, Firavun’u nefis olarak, Musa’yı kalp olarak algılamak gibi. Yani, İbn Teymiye bu tür çıkarsamaları fakihlerin kıyasıyla kıyaslamaktadır. Halbuki Bediüzzaman’ın istinbat ettiği işarî manalar, ilgili ayetin fahvasından, müstetbaatü’t-terakibden anlaşılan işaretin delaletidir ki, kıyasın çok üstünde bir güce sahiptir.
- Hz. Peygamber (a.s.m)’in namazın rekatlarını Kur’an’da bulması, fakihlere ihtiyaç bırakmamıştır.
- Halbuki iman konusu, fıkıh gibi sınırlı formel bir kalıp işi değil, marifetullah başta olmak üzere, çok geniş ve âdeta sınırsız bir sahada cereyan eden nurlar hazinesidir. Bu sebepledir ki, hadis- i şerifte her asrın başında (yeni bir fıkıhçı gelir denilmiyor), ümmete, insanlara dinlerini tecdid eden (yani dinin hakikatlerini yeni bir üslup ile anlatan, dinin incilerini yeni bir sadef içerisinde takdim eden, dinî gerçeklerin delillerini asrın idrakine sunan) bir müceddidin gönderileceği, beşareti verilmiştir. Ve bu tecdid hareketinin son halkasını teşkil eden Bediüzzaman hazretleri, “XIII. asrın minaresinin başında durmuş, insanları camiye/Allah’a kul olmaya davet ediyor”
Bediüzzaman’ın en büyük bir müceddid olduğuna milyonlar ehl-i e-ilim ve ehl-i iman insanların şehadet etmesi, bu davanın reddedilmez kanıtı ve Bediüzzaman’ın söz konusu hadis-i şerifde müjdelenen, veraset-i nübüvvet noktasında ilim ve velayeti kendinde toplayan İmam Gazalî, İmam Rabbanî gibi bir müceddid olduğunun delilidir.
Nurlara karşı haset gözleri kamaşan yarasa kuşlarına, haricî bozuntusu zihniyetin zebunu olmak haysiyetiyle, ehl-i beytin âhir zamandaki parlak bir ilim sofrası olan Nur risalelerine karşı canı sıkılan ve kendisini dev-fâkih aynasında görenlere rahatlatıcı bir tavsiyemiz vardır; Risale-i Nur, kader-i ilahinin bir cilvesi, inayet-i İlahî’nin bir yansıması, ahir zaman fitnesinin karanlığı içerisinde bocalayan insanların imdadına yetişen rahmet-i İlahî’nin bir tezahürüdür. Muterizler şunu iyi bilsin ki; “Bir şem’a ki Mevla yaka üflemekle sönmez”, “Kadere iman etmeyen kederden kurtulamaz”, “Başkasına gelen inayete saygı duymayan maûnete eremez”, “Rahmete teslim olmayan merhameti hakketmez.” Unutmayalım ki, “Hz. Adem’in meziyetini İblise itiraf ettirmeyen onun bilgisizliği değil, ona karşı beslediği hasedidir.”
- İşârî tefsir, sonradan ortaya çıkmış bir tefsir çeşidi değildir. Kur'an'ın indiği dönemden itibaren bilinmektedir. Kur'an'ın zâhir mânâsından başka bir mânâ taşımadığını iddia eden Zâhirîlerin dışındaki bütün İslâm âlimleri, işârî tefsir anlayışını kabul etmişlerdir.(Cerrahoğlu, Tefsir tarihi II/10-11)
İbn Kayyim el-Cevzi'ye göre tefsirler genel olarak üçe ayrılır:
1. Kur'an'ın lafızlarının açıklamasını esas alan tefsir anlayışı (Lafzî tefsir). Müteahhir âlimlerin metodu budur.
2. Kur'anın vermek istediği mesajı esas alan tefsir anlayışı (Mânevî tefsir). Bu, daha çok Selef âlimlerinin kullandığı metottur.
3. İşârî tefsir: Sûfilerin çoğu ve daha başkalarının kullandıkları bu metot dört şartla kabul edilir: a. Çıkarılan işârî mânâ, âyetin sarih mânâsı ile çelişmemelidir. b. Çıkarılan mânâ kendi zatında da şer'i delillere göre doğru olmalıdır. c. Âyetin ifadesinde, çıkarılan mânâyı gösteren bazı işaretler bulunmalıdır. d. Çıkarılan işârî mânâ ile söz konusu âyet arasında bir münasebet bulunmalıdır. Bu dört şart meydana geldiği taktirde çıkarılan işârî mânâ, makbul ve güzel bir istihraç olur.(bk. el-Kattan, Mebahis, s. 357-58. )