Cevap: Atâ, Kaza ve Kader Münasebetleri hakkında bilgi verir misiniz?
Kader ve cüz-ü ihtiyarî, İslâmiyetin ve imanın nihayet hududunu gösteren, hâlî ve vicdanî bir imanın cüzlerindendir. Yoksa ilmî ve nazarî değillerdir. Yani, mü'min, herşeyi, hattâ fiilini, nefsini Cenâb-ı Hakka vere vere, tâ nihayette teklif ve mes'uliyetten kurtulmamak için, cüz-ü ihtiyarî önüne çıkıyor; ona "Mes'ul ve mükellefsin" der. Sonra, ondan sudur eden iyilikler ve kemâlâtla mağrur olmamak için, kader karşısına geliyor; der: "Haddini bil, yapan sen değilsin."
Evet, kader, cüz-ü ihtiyarî, iman ve İslâmiyetin nihayet merâtibinde; kader, nefsi gururdan; ve cüz-ü ihtiyarî, adem-i mes'uliyetten kurtarmak içindir ki, mesâil-i imaniyeye girmişler. Yoksa, mütemerrid nüfus-u emmârenin işledikleri seyyiâtının mes'uliyetinden kendilerini kurtarmak için kadere yapışmak; ve onlara in'âm olunan mehâsinle iftihar etmek, gururlanmak, cüz-ü ihtiyarîye istinad etmek; bütün bütün sırr-ı kadere ve hikmet-i cüz-ü ihtiyariyeye zıt bir harekete sebebiyet veren ilmî meseleler değildir.(Yirmi Altıncı Söz)
BİZ İSTERİZ ALLAH YARATIR
Kul kendi kesbinin (işlemesinin) yaratıcısı değildir. Kulun elinde ancak ve ancak emr-i itibari dediğimiz kesb (kulun cüz-i iradesini, niyeti ve kasdı yönünde kullanması) vardır. Zira, Allah’tan başka hakiki tesir, icad sahibi yoktur. Kul bir fiili istemek talebinde bulunur, Allah’ta kudretiyle o fiili yaratır. Allah hiçbir kulunu cebirle iş yaptırmaya zorlamaz. Kulunun eline küçük bir yaratma ve icad kabiliyeti olmayan ihtiyar vermiştir. Kul o ihtiyar ile ister, Allah’ın külli iradesi de kudretiyle tecelli eder ve fiiller böylece yaratılır.
Bu noktada şöyle diyebiliriz. İnsanın elinde gayet zayıf, fakat seyyiat(kötülük) ve tahribatta gayet uzun; iyiliklerde kısa cüz’i iradesi vardır. İnsan, iradesinin bir elini duaya, diğer elini istiğfara (tövbeye) verip, günah ve kötülüklerden çekerek ebedi saadeti kazanabilir. Dua ve tevekkül (Sebeplere yapıştıktan sonra neticeyi Allah’a bırakma),hayra olan isteğe büyük bir kuvvet verdiği gibi; istiğfar ve tövbe de şerre olan meyilleri keser.
Ancak, insanın yaptığı kemalat ve iyiliklerde hakkı yoktur, mülkü değildir, onlara güvenemez. Hem insanın vücudu ve cesedi bile onun değildir. Çünkü kendisinin eser-i sanatı değildir. O vücudu yolda bulmuş yitik olarak mülk edinmiş de değildir. Kıymeti olmayan şeylerden olduğu için yere atılmış, insan almış değildir. Ancak, o vücut içine aldığı garip sanat, acayip nakışların şahitliğiyle, bir hikmet sahibi yaratıcının kudret elinden çıkmış kıymettar bir hane olup, insan o hanede emaneten oturur. O vücutta yapılan binlerce tasarruftan, ancak bir tane insana aittir.(M.N. s:57)
“Ve keza esbab(sebepler) içerisinde en eşref(şerefli), en kuvvetli bir ihtiyar sahibi insan iken, ef'al-i ihtiyariye(fiili tercih etme) namıyla kendisine mal zannettiği ef'alin(fiillerin) ekl, şürb(yeme, içme) gibi en âdi bir fiilin husulünde, yüz cüz'ünden ancak bir cüz'ü insana aittir.
Ve keza insanın elindeki ihtiyar pek dardır. Havassının(duygularının) en genişi hayal olduğu halde, o hayal akıl ve aklın semerelerini ihata edemez. Bunları, bu kadar büyük iken, nasıl daire-i ihtiyarına idhal(dahil) edip, onlarla iftihar ediyorsun?
Ve keza şuurî(şuurlu) olmaksızın, senin lehine ve aleyhine çok fiiller cereyan etmektedir. O fiiller şuurî oldukları halde, şuurun taalluk etmediğinden sabit olur ki, o fiillerin fâili bir Sâni'-i Zîşuur'dur(şuur sahibi bir Yaratıcıdır). Ne sen fâilsin(fiil sahibisin) ve ne senin esbabın(sebeplerin).Binaenaleyh malikiyet(sahip olma) davasından vazgeç. Kendini mehasin(iyilik,güzellik) ve kemalâta(mükemmelliğe) masdar(kaynak) olduğunu zannetme. Ve kat'iyyen bil ki, senden sana yalnız noksan ve kusur vardır. Çünki sû'-i ihtiyarınla(kötü tercihin ve seçmenle), sana verilen kemalâtı bile tağyir ediyorsun(bozuyorsun). Senin hanen hükmünde bulunan cesedin bile emanettir. Mehasinin(güzelliklerin) hep mevhubedir(hibe edilmiştir); seyyiatın(günahların) meksûbedir(çalışarak elde edişindir).(M.N.s:58)”
Öyle ise insanın iyiliklerde hakkı yoktur. Kötülüklerden ise sorumludur. İyilikleri Allah ‘tan bilmek ve kötülükleri kendi nefsimizden bilmemiz gerekir. Cenab-ı Allah iyilik ve kötülüğün neticelerini Kitap ve sünnetle bize bildirmiştir. Biz bile bile kötü tercihimizin mesuliyetini çekmekle tam bir adalete mazhar oluruz. İyiliklerde ise hakkımız yoktur; çünkü fiilleri yaratmak, zerreler ve kâinat Allah’a aittir. Onun için Allah-u Teala Nisa suresinde şöyle buyurmuştur.”Sana güzellikten her ne ulaşırsa, bil ki Allah’tandır; kötülükten de başına her ne gelirse bil ki bu da sendendir.(Nisa:79)
Çünki bir nimetin vücudu, o nimetin umum şartlarına bakar. Hâlbuki o nimetin yokluğu, bir tek şartın yok olmasıyla oluyor. Meselâ: Bir bahçeyi sulayan cetvelin deliğini açmayan adam, o bahçenin kurumasına ve o nimetlerin yokluğuna sebep ve illet oluyor. Fakat o bahçenin nimetlerinin vücudu, o adamın hizmetinden başka, yüzer şartların vücuduna yetişmekle beraber, illet-i hakikî(hakiki tesir sahibi) olan kudret ve irade-i Rabbaniye(Allah’ın iradesi, dilemesi) ile vücuda gelir. (17.Lema)
Demek ki bir fiilin yaratılması için yüz şart gerekirse bizim meylimiz ve istememiz sadece bir şarttır. Doksan dokuz şart yerine gelse, bir şart eksik olsa o şartlar tamamlanmaz, eksik olur. Ancak yüz şart yerine gelse acaba o fiil tamamlanmış olur mu? Hayır olmaz. Çünkü hakiki tesir sahibi olar Allah’ın iradesi ve kudreti tecelli etmeden o fiil tamamlanmaz ve de yaratılmaz. Onun için sebeplerin hiçbir tesiri ve icat kabiliyeti yoktur. Bizim irade-i cüz’iyyemiz de sebeplerden sadece birisidir. Ancak Allah bizim cüz-i irademizi kendi külli iradesi ve kudretine bir şart yapmıştır. Onun için biz iyiliklerde hak dava edemeyiz, ancak kötülüklerden mesul oluruz. Kötülükler yüz şarttan bir şartın eksik kalmasına hakiki sebep olur ve o fiil hayır cihetiyle yaratılmaz. Bu nedenle kötülükler tahrip ve şer olmuştur. Yüz şart yerine gelecek ki ondan sonra Allah’ın iradesi ve kudreti o fiilin yaratılmasına tecelli etsin.
Baki ÇİMİÇ