Konuya cevap cer

NÜKTELER...

Bir ihtiyar, Hz. Ali'ye şunu sordu:

- Bizim Şam'a (Sıffîn Harbi'ne) yürümemiz, Allah'ın kaza ve kaderiyle miydi? Bunu bize söylemelisin!

Hz. Ali şu cevabı verdi:

- Bitkileri, çimenleri bitiren, mahlûkata can veren Allah aşkına derim ki, hangi yere ayak bassak ve hangi yere konsak, bu ancak Allah'ın kaza ve kaderiyle değil de nedir?

- Öyle ise bizim yorulmamız boşuna, bizim için mükâfat, ecir ve sevaba hak kazanmak yok gibi...

- Ey ihtiyar, siz giderken Allah size gidişiniz için büyük ecir verdi. Dönüşde de dönüşünüz için ecir verdi. Çünkü siz bunları yaparken zorla yaptırılmış, buna mecbur edilmiş değilsiniz. Bunları arzunuzla yaptınız.

-Bizi kaza ve kader sevketmedi mi?

- Yazık! Sen, kaza sana yapıştı, kader sana sarılıp takıldı sanıyorsun. Eğer iş öyle olsaydı, sevab ve ıkâb bâtıl olurdu. Va'd ve vaîde, emir ve nehye lüzum kalmazdı. Günah işleyene Allah ıkâb etmez, iyilik sâhibini de övmezdi. İyilik yapan övülmeğe, kötülük yapandan lâyık olmazdı. Kötülük işleyen de yerilmeğe, iyilik yapandan daha müstehak sayılmazdı. Bu gibi saçma sözler, putlara tapanların, şeytanın ordularının, yalancı şahitlerin, doğruyu görmeyen körlerin sözleridir. Onlar, bu ümmetin Kaderiyesi ve Mecusîleridirler. Allahü Teâlâ kullarını muhayyer bırakmak suretiyle emretti. Sakındırmak için de nehyetti. Kolay olan şeyleri teklif etti. Zorlayarak isyana, boynundan çekerek itâata mecbur etmedi. İnsanlara peygamberleri boşuboşuna göndermedi. Gökleri, yerleri ve bunlar arasında olan varlıkları boş yere yaratmadı. "Böyle şeyler kâfirlerin zanlarıdır, yuh olsun kâfirlere, onlara cehennem var."

Bunun üzerine yine sordular:

- Öyleyse bizi sevkeden kaza ve kader nedir?

Hz. Ali:

- O, Allah'ın emri ve hükmüdür, dedi ve arkasından şu âyet-i kerîmeyi okudu:

"Rabbin ancak kendisine kulluk etmenizi emir buyurdu."

İhtiyar sevinerek kalktı ve:

- Sen o zâtsın ki, sana itâat sayesinde kıyâmet günü Allah'ın rızası umulur. Dinimizin anlayamadığımız mes'elesini bize açıkça îzah ettin. Allah, sana bunun en güzel ecrini versin."

ALLAH’IN TAKDİRİ

Rivâyet olunduğuna göre bir hırsızı yakalayıp Hz. Ömer'e getirdiler. Hz. Ömer (ra)

ona:

-Niçin çaldın? diye sordu. Hırsız:

- Çaldımsa Allah'ın takdîriyle çaldım. Allah böyle takdîr etmiş, diye cevab verdi.

Hz. Ömer bu cevaba hiçbir şey demedi, yalnız emir verip hırsızlık cezası olarak elini kestirdi ve ayrıca da dayak attırdı. Kendisine niye böyle iki ceza verdiği soruldu.

- El kesmek hırsızlıktan, dayak da Allah'a yalan ve iftirasından dolayı, cevabını verdi.

HEDEFTE İSABET

Hz. Osman'ın katli hâdisesine iştirâk edenlerden bâzıları, Hz. Osman'ı kendilerinin öldürmediğini, onu öldürenin Allah olduğunu ileri sürmüşlerdi. Evini muhasara ettikleri zaman ok atarken, Hz. Osman'a:

- Bu okları sana attıran Allah'tır, diyorlardı. Hz. Osman (ra) onlara şu güzel cevabı vermişti:

- Allah'a iftira ediyorsunuz ey yalancılar! Eğer oku Allah attırsa idi, hedefe isabet etmez miydi?

KADERDE NİZA YOKTUR

Bütün manevî haller saklıdır. Allah dostu da onları saklamaya memurdur. Her saklanması lâzım gelen şeylere Kabz hali, diğerine de Bast tabir olunur. Bu cihetlen bir velînin iki hali vardır demek icap eder:

Biri Kabz (Sıkıntı), öbürü Bast (Serbest).

Hali muhafaza Kabz; kaderle hareket etmek Bast'tır. Kadere uymak, serbest haldir. Ona bağlı olarak işleri kader çerçevesi içinde görmek en rahat âlemdir. Daha sonra zuhura gelecek manevî halleri saklamak lâzımdır. Bir velî, kerametini saklamak zorundadır.

Kaderde saklanacak bir şey yoktur. Bu yüzden ona münakaşasız uymak, onun zuhurunu beklemek en iyisidir. Gelen kendiliğinden gelir. Olacak iş, istenmese de olur.

Bunların kendine göre makamları vardır, îrade-i ilahîye ile hareket eden kimsenin kaderden haberi olmayabilir ki o kimseden bazı haller zuhur edebilir; bir nevi keramete benzer... fakat değildir. Bu sebepten zuhura gelecek bir işi saklamak yerinde olur. Çünkü hikmeti bilinmez. Çünkü iyi sanılan şey kulun arzusu hilâfına çıkması mümkündür.

Kader-i İlahîye tam dalmış olanda böyle bir mahzur yoktur. O, kendisine bir şey izafe edemez. Keramet bile olsa kader-i ilahi olduğunu bildiği için açığa vurmasından bir zarar gelmez. Bu makam çok ağır bir makamdır. Bu kader makamına girmek için birkaç devre geçmesi lâzımdır.

Başta insanın bu makama ermesi ilahî irade ile istendiği takdirde kendisine şahsî istek ve temenniler hakkında bazı emirler vaki olur. Bazı zamanlar bir yoklama gibi sual gelir. Suale benzemez, ama öyle demek daha iyi olur. Mesela:

- Bu iş nasıl?

Gibi bir teklif vaki olur. Bunu takiben de:

- Bu işi bırak.

Emri gelir. Daha başka şekilde zühd yolu telkin edilir. Ve o yolu tutar. Böylece bir zaman kalbi boşalır. Bütün istek, arzu, temenni yok olur; yalnız Allah aşkı kalır.

Bundan sonra gelecek tecelli değişebilir. Bazı vasıtalarla istemeye izin verilir. Kısmetini istemeye başlar. Çünkü kısmetini alması ve nasibini yemesi lâzım. Bu sebepten yer içer, ama kaderin içinde kaldığını iyi bilir. Bunu bildiği halde yine Allah'a dua eder. Nasip ister. Halbuki istemese dahi o şeyin geleceğim bilir. Bunu yapmasının sebebi de edep icaplarına uyduğunu göstermektir. Bunu böyle yaptığı için Allah indinde sevgi derecesi daha çok artar. Kerametlerin saklanması halinden kurtulmak bir nimet sayılır. Bir velînin her işi açık olması da ayrı bir fazilettir. Bu duruma gelmek için isteme derecesine çıkmak lâzım. Haddi aşmamak bir yüktür. Buna her velî dayanamaz. Bu makam ağırdır. Kader içinde kalmak daha iyidir. Bir sürü güçlükler ve sır saklamalar ağır bir vazifedir. Ama kader içinde hoş geçinmek daha rahattır. Çünkü gizli tutulması gereken bir hal yoktur.

- işte kaderdir, ne ise oluyor. Denir, geçilir.

Burada bir sual tevcih etmek mümkündür. Bu da bizim bu anlattığımız son şekil için bir, Kaderiyeci tabirinin kullanılma tehlikesidir.

Madem kader içinde hareket ediyor, o halde emir ve vazifelerin ne lüzumu var? Sonra: - "Ölüm gelinceye kadar Allah'a ibadet et." Ayetini red demek oluyor gibi bir söz söylenmesi beklenebilir.

Bunun cevabı basittir. İlk bakışta hiçbir velî, böyle bir kötü yola girmez. Allah'ın sevgili kullarını böyle bir hareket yapmaktan tenzih ederiz. Şu iyi bilinmelidir ki bu kadar yüksek bir makama eren kötülük yapamaz. Kötülüğe ait bütün arzuları sönmüştür. Daha evvel de belirttiğimiz gibi bu hal lafla değil, kolay anlaşılması için evvela hal sahibi olmak lâzımdır. Bir insan, ilahî kudret ve kuvvet sayesinde en üst makama çıksın; sonra da dinin emirleri dışında iş yapsın; bu imkansızdır. Bir defa bu makam sahibinin iradesi Hakk'a bağlıdır. Hak ise en güzel şeyleri ister. Hak'tan güzel işler zuhur eder. O insan, iyi iş yapmak için bir güçlükle de karşılaşmaz. Allah onu her kötülükten esirger. Nasıl ki Allah-ü Teâlâ:

- ''İşte biz, ondan bu şekilde kötülükleri bertaraf ettik. Çünkü O, bizim sağlam kullarımızdandı."

Buyurdu. Diğer ayette ise:

- "Bütün kullarım üzerinde senin hükmün olamaz."

Buyurdu. Bu, şeytana bir azar idi.. Ayrıca şeytanın:

- "Yalnız Allah'ın halis kullarına bir şey yapamam/'

Dediğini de Rabbimiz bize haber veriyor. *

Yukarıdaki sualinle senin bir zavallı insan olduğun anlaşılır. Zamanımızın sapıkları gibi bir velîyi görmek yerinde olmaz. Velî, Allah'ın himayesin-dedir. Diğeri ise şeytanın kucağındadır.

Allah'ın himayesinde olana şeytan nasıl yanaşır? Böyle bir makam sahibi için kötü şeyler nasıl düşünülür? Yukarıdaki soruyu sormak kadar düşünmek de bir hatadır. Bu yolun hakiki yolcuları, yalnız hal sahibidir. Onlar, sözde bir velî geçinip dinin emirlerini hiçe sayan değildir. Bu sual yolunu takip edenler, bir sapıklık içinde bulunmaktalar.

Allah sonsuz kuvvet ve kudretiyle bizleri bu yolun sapıklarından saklasın. Ve bizleri muhafazası altına alsın. Bizleri ve bu yolun hakikî yolcularını gerek dış ve gerekse iç âlemi zengin olanlardan kılsın. İyiliklerini üzerimizden eksik etmesin.

KADERDEN KAÇMAK

Bir gün adamın birisi koşarak Hz. Süleyman'ın (a. s) huzuruna girdi. Adam tir tir titriyordu. Yüzü sararmış, dudakları morarmıştı. Hz. Süleyman:

- Ne oldu sana, bu halin nedir? dedi. Adam soluk soluğa cevap verdi:

- Azrail bana çok tuhaf bir nazarla, hatta hışımla baktı. îçime tarifsiz bir korku düştü. Sizin adaletinize sığındım, dedi.

- Peki, benden ne istiyorsun? dedi Süleyman (a.s).

- Ey adil padişah. Rüzgara emret, beni Hindistan'da bir aday a bıraksın. Belki orada Azrail'in hışmından canımı kurtarırım, dedi adam.

Hz. Süleyman rüzgara emretti ve rüzgar da adamı Hindistan'da bir aday a götürdü.

Ertesi gün Hz. Süleyman divan vaktinde halkı kabul ederken Azrail çıkageldi. Hz. Süleyman, bir gün evvelki hadiseyi, adama niçin hışımla baktığım sordu. Azrail:

- Ey Allah'ın şanı yüce peygamberi. Ben o adama hışımla bakmadım, onu görünce şaşırdım. Çünkü Cenab-ı Rabb-ül Alemin, bana: "Git, falan kulumun canım Hindistan'da al!" buyurdu. "Bu adamın yüz tane kanadı olsa yine de Hindistan'a gidemez." diye düşündüm. Hindistan'a gidince adamı orada buldum ve canım aldım, dedi.

İnsanın kendi cüz'i iradesine bakan meselelerde eli-den bir şey gelse de, iradesine bağlı olmayan meselelerde yapabileceği bir şey yoktur Kadere rıza gösterilmelidir. "Kader beyaz kağıda sütle yazılmış yazı, / Elindeyse beyazdan gel de sıyır beyazı."

KADER NE DER ?

Fatih Sultan Mehmet, çocukluğunda biraz yaramazlık yapınca, babası ikinci Murat:

- Ne yaramaz çocuksun, senden adam olmaz, diye kızar.

O esnada Akşemseddin Hazretleri de oradadır. Velayetin mazhariyetleri ile keşfettiği, kalp gözü ile gördüğü şeylerden ötürü tebessüm ederek şöyle der:

- Peder ne der, kader ne der.

Kader, ölçü demektir ve her şeyin güzelliği ölçüsündedir. Ezelî ilmi ile her şeyi bilip kaydeden Allah neyi kaydetti, ezelî kader hükmünü nasıl verdi ise öyle olacak, insanın karşısına beklenen beklenmeyen o şeyler çıkacaktır. Allah'ın yazması insanın iradesi ile tercih edeceğim bilmesindendir, cebirden değildir. 

BELA ONA GELECEK

Adamın birisi Hz. Musa'ya (a.s) gelerek:

- Ya Musa, ne olur dua et de hayvanların dilinden anlayayım. Bundan kendime dersler çıkarır, iyi insan olurum, dedi.

Hz. Musa (a.s):

- Git işine bak, bu halin senin için daha hayırlıdır, kaldıramayacağın bir yükün altına girmeye çalışma, diye cevap verdi.

Fakat adam dinlemedi, sürekli ısrar etti.

- Ya Musa, ne olur, hiç değilse kapımdaki köpekle horozun dilinden anlayayım, diyordu.

Sonunda Hz. Musa dua etti ve adam sevinerek evine gitti. Ertesi sabah, hizmetçisi sofrayı kurarken bir parça ekmek fırlayıp düştü. Horoz koşup hemen kaptı. Köpek:

- Be horoz, yaptığın doğru mu? Sen buğday da, arpa da yiyebilirsin. Bense ekmekten başka bir şey yiyemiyorum. Ne için benim rızkımı kapıyorsun" diyerek horoza kızdı. Horoz:

- Haklısın ama tasalanma, yarın bizim efendinin eşeği ölecek, sen de böylece karnım bir güzel doyurursun, dedi.

Adam bunu düyunca hemen eşeğini pazara götürüp sattı. Ertesi gün, ne konuşacaklar diye köpekle horozun yanma geldi. Köpek horoza sitem ediyor:

- Hani eşek ölecekti, ben de karnımı doyuracaktım, diyordu. Horoz:

- Eşek öldü ama başka yerde öldü. Fakat hiç merak etme, yarın at ölecek, o zaman daha büyük bir ziyafete konacaksın, dedi.

Adam hemen atım da sattı. Hayvanların dilini anlayabilmenin onun için çok karlı olduğunu düşünüyordu. Ertesi gün yine köpekle horozu dinlemeye gitti. Köpek yine horoza sitem ediyor, yalan söylemeye başladığından şüpheleniyordu. Horoz:

-Ben yalan söylemedim. At ölecekti, sahibimiz sattı. Fakat sen merak etme, yarın sahibimizin en çok değer verdiği kölesi ölecek, o zaman onun hayrına yemekler helvalar verilecek, hepimiz doyacağız, dedi.

Bunu duyan adam hiç beklemeden kölesini de sattı. Ertesi gün yine aynı konuşmalara kulak kabartmak için gitti. Bu sefer köpek çok kızgındı. Günlerdir yalanlarla avutulduğunu söylüyordu. Horoz:

-Ben yalancı değilim ve yalan söylemem, diye itiraz etti. Köle de öldü, ama başka yerde... Çünkü sahibimiz onu da sattı. Fakat hiç iyi etmedi. Zira ilkin kaza eşeğe gelecekti, böylece sahibimiz kaza ve beladan kurtulacaktı. Onu sattı, ata geldi. Atı sattı, köleye geldi. Köleyi de sattı, şimdi bela kendisine gelecek. Sıra onda, yarın sahibimiz ölecek, böylece hepimiz doyacağız, dedi.

Bunu duyan adam akılsız basını dövmeye başladı, ancak iş işten geçmişti.

insanlar başlarıma gelen istemedikleri bir şeyi hayra yormalı, onun daha büyük bir belayı def ettiğim, belalara kalkan olduğunu düşünmelidirler. Evet, perdenin ar-kasında neler olduğu ve hadiselerin hikmeti her zaman bilinemeyebilir. Hayır görünende şer, şer görünende hayır olabilir, insan sık sık sadaka vererek belaları def etmelidir. Her şeyin sadakası vardır. Servetin, ilmin, iyi niyetin, sıhhatin, kuvvetin, zamanın...



Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Üst