Konuya cevap cer

Yıldızname kardeşim evvela sana seyyah kardeşe ve diğer kardeşlere teşekkürlerimi sunuyorum...

Okuduğum bu yazının ehemmiyetine binaen paylaşmış bulunduğum yazı hakkında düşüncelerinizi paylaşmanız benimde kader olayını gerçekten teferruatlı bir şekilde araştırmama vesile oldu.Bununla ilgili okuduğum son yazıda sizin anlattıklarınızı daha iyi anladım.Sizlerle paylaşıyorum...

 

EŞ SEÇİMİ VE KADER BAĞLANTISI


Yazar: Yasemin YAŞAR                                                                                                                                        02.10.2010                                                                                 Gerek hanımlar, gerekse genç kızlarla yaptığımız kader sohbetlerinde  evlilikte eş seçimi meselesinin kaderî boyutu çok konuşulan, sorulan ve  tartışılan meselelerden olmuştur. Genelde evlilik adımlarında cüz-i  ihtiyârînin çok devrede olmadığı, bu birlikteliğin cebri (ızdırârî) bir  kaderle meydana geldiği görüşü hakim görüştür.

    Öncelikle şunu tesbit etmeliyiz ki, evlilik kaderî bir mesele olup,  ister ızdırârî, ister ihtiyârî olsun meşîet-i İlâhînin asıl olduğu bir  fiildir. Bu konuya bu açıdan yaklaşım, kader ile ilgili ileri geri  konuşmaları engelleyecek bir kul yaklaşımıdır.


  Bu meseleyi anlamak için kaderin yani Allah’ın takdirinin şu üç şekilde gerçekleştiğini hatırlamakta fayda vardır.


Bunlar; kul, bir şeyin olmasını ister, ancak Allah onun olmasını murad  etmezse, o fiil vücuda gelmez. Eğer vücuda gelmeyen bu arzu, hayır ise,  kul niyetinin mükâfatını görür. Şer ise, durum biraz daha farklılaşır,  bu konu ayrı bir konudur.


İkinci husus ise, kul bir şeyin olmasını ister, Allah da onun olmasını  murad ederse, o fiil vücuda gelir. Bu fiilin yaratılmasına kulun cüz’î  iradesi sebep olduğundan dolayı kul bu fiilinden mes’uldür. Hayır ise,  mükâfat; şer ise ceza görür.


Üçüncü olarak, kulun hiçbir müdahalesi olmaksızın, sırf Allah’ın  dilemesi ile yaratılan fiillerdir. Bu fiillere kulun cüz’î iradesi  karışmaz. Genelde Allah bir kulunu sabır veya şükür imtihanına tabi  tutacaksa, o fiili cüz’î irade olmaksızın yaratır.


İşte kaderin bu üç hükmü veçhesinden meseleye bakmak gerekir.


Bu noktalardan hareketle, eş seçimi meselesinde iki yaklaşım  bulunmaktadır. Bunlardan birisi, Allah’ın, ezelî ilmiyle, evlenecek  kadın ve erkeğin cüz’î iradelerini kullanarak, birbirleriyle evlenmek  isteyeceklerini bilmiş ve kaderde takdir etmiş olmasıdır. Yani “İlim,  malûma tâbîdir” görüşü asıldır.


İkinci yaklaşım ise; ya şükür ya da sabır imtihanı için kulun cüz’î  iradesi karışmaksızın Allah iki kişiyi karşılaştırır ve onları  evlendirir.


Gerek ihtiyarî, gerekse ızdırârî olarak gerçekleşen evliliklerde mutluluk, uyum söz konusu ise, bu şükredilecek bir nimettir.


Fakat esas sorun ve soruların yoğunlaştığı kısım, mutsuz evlilikler,  tercih edilmeyen bir eşin kısmeti olması veya hiç tercihte bulunmadan  zorla evlendirilmelerin kader bağlantısı noktasıdır. Üstelik bu soruyu  soranların içinde bulunduğu konuma göre de (evli-bekâr) cevap değişiklik  arz edecektir.


Meselâ, evliliğe adım atmamış olanlar için, ızdırârî kader yaklaşımı,  cüz’î iradeyi ref eden cebrî bir yaklaşım olup, insanı sorumluluktan  uzaklaştırıp, duâ kapısını kapayan ve tembelliğe atan bir düşünce  olacaktır. Zira insan, her ne olursa olsun, vicdanen hissettiği  iradesinin hakkını vermelidir. Çünkü âyet ve hadislerde nasıl bir eş  seçilmesi gerektiğine dair öğütler ve emirler bulunmaktadır. Bunlardan  birisi, Peygamber Efendimizin (asm) meâlen eş seçimi ile ilgili şu  hadisidir: “Bir kadın şu dört şey için nikâh edilir: Soyu, güzelliği,  zenginliği ve diyaneti. Siz, dindar olanını tercih edin” tavsiyesi,  tercihler için pusula niteliğindedir.


Gelelim evlenmiş, fakat evlilik hayatında mutsuz olan, yanlış bir eşle  evlendiğini düşünen kişilerin bu meseleye yaklaşımının nasıl olacağına.  Biz kulların bu meselede, ızdırârî kader mi hükmediyor, yoksa ihtiyârî  kader mi olduğunu düşünmekten ziyade, bir âdî şart hükmünde olan  iradeyi, iradedeki meyli veya meyildeki tasarrufu hangi istikamette  kullanacağımız meselesidir. Zira kişi iradesini kullanır, Cenâb-ı Hak da  meşîet ederse, bu evlilik gerçekleşir.


EŞ SEÇİMİNDE TERCİHLERİN ALT YAPISI VE NİYETLERİN BELİRLEYİCİLİĞİ


  Evlilik bir anda, bir görüşte olan bir tercih değildir. Hakikatte  yapılan her tercihin bir alt yapısı ve niyet temeli mevcuttur. Kişinin  küçüklüğünden beri yaşadığı çevreden edindiği izlenimleri, genetik  yatkınlıkları, kültürel değerleri ve her şeyden önemlisi, ergenlikle  beraber kazanmış olduğu temyiz yeteneği ve kendi hayat görüşü, mânevî  alt yapısı, niyeti ve niyetindeki samimiyeti, tercihlerini belirleyici,  belki de hâl diliyle yaptığı duâlar nev'îndendir.


İşte meseleye bu zaviyeden bakıldığında, inandığı değerleri hayatında  tercih ettirici sebepler olarak değerlendirmeyenlerin iman ve amel,  inanç ve yaşantı arasında derin farkları olan insanların ve böyle önemli  bir meselede duâ etmeyenlerin yanlış tercihler yapma ihtimali  yüksektir.


Evet, insan nefsini günahlarla ve haramlarla beslerse ve nefsi  kuvvetlenirse, artık bu kimsenin akıllı ve imanlı olması yeterli  olmayacaktır. Aklı tasvip etmemesine, imanı rıza göstermemesine rağmen  günahlara, yanlışlara yönelebilecektir. Hatta bu günah ve yanlış  tercihlere imanından feryatlar yüksele yüksele sürüklenecektir. Çünkü  insanda nefis ve vehim beraber çalışırsa, akıl ve kalp mağlûp olur ve o  insanın hayatında anlık lezzetlerin peşinde koşan nefis hâkim olacaktır.  Bu da otomatik olarak hayatının yol kavşakları olan hayır ve şer  noktalarında tercihlerini hep yanlışta kullanmasına sebep olacaktır.


Bizler meşiet-i İlâhiyeyi sorgulamak durumunda değiliz. Zira  Bediüzzaman, “Kaderi tenkit eden başını örse vurur kırar” demiştir.  Fakat cüz’i ihtiyarımızı, meyillerimizi ve inayet-i İlâhiyenin celbine  vesile olacak tavır ve davranışlarımızı kontrol edebiliriz. Bu yüzden  irademizin hakkını verip, bu tercihlerimizi Kur’ân ve sünnete göre  belirlediğimizde Cenâb-ı Hak da meşîet ederse, hayırlı ve mutlu  evlilikler gerçekleşecektir. Bu bir şükür vesilesidir. Fakat yine cüz’î  ihtiyar ile Kur’ân ve sünnet dikkate alınmaksızın, nefsî tercihler  sonucunda da Cenâb-ı Hak meşiet ederse, bu sefer mutsuz ve kötü  evlilikler gerçekleşebilecektir.


Bir de meseleye ızdırârî (cebrî), yani cüz’î irade devreye girmeksizin  oluşan evlilikler açısından bakmak gerekecektir. Zira bir çok insan da  evlilik tercihinin hâl-i hazırda yaşıyor olduğu insan olmadığını, hiç  düşünmediği tarzda bir insanla hayatını birleştirdiğini söylemektedir.  Bu durumda kişi, eğer hayırlı bir niyet edinmiş, tercihini Kur’ân ve  sünnet ışığında belirlemiş, fakat Cenâb-ı Hak böyle bir eş nasip etmemiş  olabilir. Bu durumda kişi, iyi niyetinin mükâfatını alacaktır. Böyle  bir meselede kişinin dünya ve ahiret kaybına uğramaması ve ruh dünyasını  bozmaması için şu şekilde yaklaşım tarzında bulunması sağlıklı  olacaktır.


Eğer ızdırârî kaderle gerçekleşen mutlu bir evlilik yapmışsa, bu şükür  imtihanı anlamına gelir. Fakat birbirine münasip olmayan, mutsuz bir  evlilikse, o zaman kişi sabır imtihanına girdiğini düşünmelidir.  Kısmetine rıza göstermek, samimiyet ve ihlâsı bozmamak ve sabretmek  şartıyla, neticede ya bu dünyada er geç mutluluğu ve huzuru yakalayacak  ya da sabrı neticesinde cennetin anahtarını bu evliliğin neticesinde  kazanacaktır. Üstelik Allah hiç kimseye kaldıramayacağı yükü yüklemez.  Her dağa kaldırabileceği kadar kar yağar. Bu yaklaşım, kaderi tenkit  etmekten ve kişinin psikolojisini bozulmaktan kurtaracak doğru bir  yaklaşım olacaktır.


Allah’ın meşîetini insanın sorgulama hakkı yoktur. Nasıl annemizi,  babamızı, cinsiyetimizi ve milliyetimizi biz belirlemiyor ve itiraz  etmiyorsak, bu durumu da aynı şekilde değerlendirmek kulluğa yakışan  tavır olacaktır. Bir çok peygamber kendi iradeleri devreye girmeksizin,  Cenâb-ı Hakk’ın meşietiyle türlü türlü zor imtihanlara tâbi  tutulmuşlardır. Hazret-i Eyyüb’ün sabır imtihanı, Hazret-i Yusuf’un  nefis imtihanı hep bu nevdendir.


Allah’ın âdil olduğu ve hikmetsiz iş yapmadığı akıldan çıkarılmamalıdır  ki, kişi başına gelenlerle ve yaşadıklarıyla Allah’ı ve kaderi  suçlamasın. Zirâ bu hal, kulun kaybı anlamına gelir.


Hâsılı, hiçbir kul günahtan, yanlışlardan hâlî değildir. Bu yüzden her  iki halde de, yani evliliğini, gerek ihtiyarî, gerek cebrî kaderin  hükmüyle gerçekleştirmiş olsun, en doğru yaklaşım, “İyilikler Allah’tan,  kötülükler kendi kusurum sebebiyledir” yaklaşımı, kul yaklaşımıdır.  Olumsuz olan her şeyde, musîbet, mutsuzluk, sıkıntı ve belâlarda  kullanabileceğimiz anahtar bir cümle niteliğindedir. Çünkü bu yaklaşım  insanı çözümsüzlük, ümitsizlik, mutsuzluk ve sıkıntıdan kurtaracak;  kişiyi kendi dünyasına çevirip, özeleştiri yapmasını sağlayacaktır. Aksi  yaklaşımda, sıkıntı ve mutsuzluğun sebebi olarak ya kaderi suçlayacak,  ya çevreyi, ya eşini, ya şartları…


“İyilikler Allah’tan, kötülükler kendi kusurum sebebiyle” yaklaşımı aynı  zamanda nefsi terbiye etmeye yönelik bir düşüncedir. İnsanı ciddî  anlamda kulluğa çeken, istiğfar, tevbe ve duâları arttırmaya dâvet eden,  musîbetlere, sıkıntılara ve mutsuzluklara Cenâb-ı Hakk’ın emirber bir  neferi mülâhazasıyla yaklaşmaya sebep olan bir düşünce tarzıdır.


Biz kullar, böyle önemli olan izdivaç meselesinde bize düşen kısmı  düşünüp, hayatımızın bize bakan veçhesini kontrol etmeye çalışmalıyız.  Böyle önemli kararlarda tercihlerimizi hayırdan yana kullanmak için,  inandığımız gibi yaşamaya ve inayet-i İlâhiyeyi celb edecek  davranışlarla hayatımızı tanzim etmeye çalışmalıyız. Bu, evlilikten önce  de, evlendikten sonra da kul olarak yapabileceğimiz ve bize düşen bir  yaklaşımdır.


İnsan esbap dairesinde yaratıldığından, Müsebbibü’l-Esbab’a tam itimat  etmekle beraber, her zaman sebepleri yerine getirmekten mes’uldür.  Sebepleri yerine getirmek, (iradeyi, rıza-i İlâhî doğrultusunda  kullanmak) isteneni icat değil, beklenen neticeyi hâl diliyle Cenâb-ı  Hak’tan dilemek için bir vaziyet almaktır.


Ayrıca hayatiyet arz eden önemli tercihlerde isabetli olabilmek için  ihlâslı olmak çok mühimdir. Zira Allah, kötülükler ile insanın meyilleri  arasına ihsan ve lütufla girer. Fakat bu ihsanı, ancak ihlâslı kulları  içindir. Bundan başka istişareli adımlar atmak, araştırıp sormak,  danışmak insan tercihlerinde yol gösterici olacaktır. Çünkü hiç kimse  yok ki, istişareye ihtiyaç duymasın.


Netice olarak, Maturidî akidesine göre meseleyi ele alacak olursak, her  hayırlı işin de, kötü işlerin de mebdei, şart-ı âdî de olsa, cüz’î  iradedir yaklaşımı, kulluğa yakışandır.


Bu meseleye bir de şans açısından yaklaşanlar vardır. Zira şans, kişinin  kendisini gelecek şeye, hazır tutabilme hâlidir. İnsanın bütününü  görmediği bir tablonun herhangi bir yerine kondurduğu bir noktanın doğru  yerde olduğunu iddiâ etmesi mümkün değildir. O halde, gelecekte olana  karşı kendini nasıl hazır tutacaktır, esas mesele bu olmalıdır. Bunun  yolu, kişinin kendini eğitmesi, meyillerini temyiz etmesi, iç disiplini  sağlaması, manevî hayatının sağlığı için önemli olan iki ayağı  (akıl-kalp) beslemesi, niyetlerini düzeltip, o niyetin de ruhu olan  ihlâsı kazanmasıyla mümkün olacaktır.


Demek ki mutluluk da, mutsuzluk da insanın iradesiyle şekillenir, ama  tek başına insanın dahli olamaz. Belki şöyle düşünmek yerinde olacaktır,  mutlu bir evlilik, iyi bir eş için insanın yapabilecekleri ile İlâhî  lütfa katkıda bulunması doğru olanıdır. Elbette herşey kaderde takdir  edilir. Fakat bu takdir, insanın iradesi, tercihi, niyeti hesaba  katılmadan yapılmamaktadır. Ayrıca onun takdirinde de bir kısım  maslahatlar, faydalar, hikmetler vardır. Allah, yaratmasında hikmete  veya benim tercihlerime göre iş yapma mecburiyetinde değildir. Ancak  O’nun ilmi de, hikmeti de her şeyi kuşatmıştır.

EuroNur - www.SaidNursi.de - Eş seçimi ve kader bağlantısı


Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Üst