hikmet.net
10.08.2009
Bir sahabi, Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’e sorar: Ey Allah’ın Resûlü, hanımlarımızın bizim üzerimizdeki hakkı nedir? Efendimiz cevap verir: “Kendi yediğinden ona da yedirmen, kendi giydiğinden ona da giydirmen, yüzüne vurmaman, onu kötülememen, evin içi hariç onu terk edip gitmemen” (Ebu Davud, Nikâh 42)
Şefkat Peygamberi, kadının kocası üzerindeki haklarını bir iki maddeyle öz olarak ifade buyurmuşlardır. Diğer bazı hadisi şeriflerde detaylara girerek işin ahlâkî tarafını anlatan tavsiyelerde de bulunmuştur. Mesela bir hadislerinde “Bir mü’min, hanımındaki hoşlanmadığı bir huya karşı hoşnutsuzluğunu onu defterden silecek bir kin derecesine vardırmasın. Zira beğenmediği bir huyla karşılaşsa bile, nasıl olsa bir başka huyunu beğeniyordur” buyurmuşlardır. (Müslim, Radâ’ 61) Bu hususa işaret eden şu mübarek beyan da bize gayet açık mesajlar verir: Onlarla (hanımlarınızla) hoşça, güzelce geçinin. Şayet onlardan hoşlanmayacak olursanız, olabilir ki bir şey sizin hoşunuza gitmez de Allah onda birçok hayır takdir etmiş bulunur. (Nisa Suresi, 4/19)
Kur’an, umumîlik ifade eden lafızlarla, hanımlarla iyi geçinmemizi emrederken, Efendimiz, bazen “kadınlarınıza karşı hayırhah, nasihatçi olun, onlara iyi davranmaktan başka hakkınız yok” şeklindeki yumuşatıcı beyanlarıyla, bazen de “onların aleyhine yol aramayın” şeklindeki ikazlarıyla ümmetini, hanımlara karşı hassas olmaya davet etmiştir. Zira kadın hassas bir yapıya sahiptir. Çabuk kırılır, çabuk sevinir, çabuk üzülür.. Onların bu yapısını dikkate almamızı isteyen Peygamberimiz (s.a.s), bir erkek açısından meselenin ne kadar zor olduğunu bildiği için sık sık ümmetine bu konuda açıklayıcı beyanlarda bulunmuştur. Bu beyanların geneline baktığımızda, bir taraftan erkeğin hassasiyete davet edildiğini, bir taraftan da işin sevap yönünün nazara verildiğini görürüz. Mesela bir hadislerinde şöyle buyururlar: “Mü’minlerin iman bakımından en kusursuzu, ahlâkı en güzel olanıdır. Ahlâkı en güzel olanınız da, kadınlarına en güzel davrananınızdır.” (Tirmizî, Radâ’ 11) Bu hadiste, ahlak gibi kazanılması çok zor olan bir değerin, insanın hanımına güzel davranmayla elde edebileceğine şahit oluyoruz. Bu, erkek için öyle büyük bir müjde ve saadettir ki, başka bir yerde bu saadeti bulmak neredeyse mümkün değildir. Aile içi sırların dışarıya taşmaması gerektiği konusunda da Efendimiz (sallallahu aleyhi ve selem) erkekleri şöyle ikaz eder: “Şüphesiz ki Kıyamet günü, Allah'ın en çok ehemmiyet vereceği emanet, kadın-koca arasındaki emanettir. Kadınla koca birbiriyle içli dışlı olduktan sonra, kadının sırlarını erkeğin neşretmesi, o gün en büyük ihanettir." (Müslim, Nikâh 123) Elbette, aynı hassasiyet kadının da vazifesidir.
Kadının kocası üzerindeki hakları konusunda, işin hem hukukî hem de ahlâkî yönünü özellikle hadisi şeriflerde açıkça görüyoruz. Her meselede olduğu gibi bu meselede de, bir taraftan hak-hukuk gözetilirken bir taraftan da ahlâk elden bırakılmıyor, iyi niyetli olunduğu halde hakkın yerine getirilemediği durumlarda ahlâk devreye giriyor ve oluşan boşluğu dolduruveriyor. Mesela, kadının yapması gereken ve iş bölümünde kendisine düşen işleri yapamadığında erkek, hanımına yardım ediyor/etmeli. Bu husus Peygamber Efendimizin bizzat hayatlarında tatbik edilmiştir. Aişe validemize soruyorlar “Peygamberimiz, evinde ne yapardı” diye. Aişe validemiz cevap veriyor: “Elbisesini ve ayakkabılarını diker, davarları sağar, evin hizmetinde bulunur, ezanı işitince de mescide giderdi” Bilemiyoruz belki de bu işleri Aişe validemiz yapmak istiyordu ve yapacak durumdaydı ama Efendimiz (s.a.s) kendi işini kendi yapıyor ve başkasına - hanımı da olsa - yük olmak istemiyordu. Hâlbuki Efendimizin yaptığı o işleri en azından örfen ev hanımının yapması icab ederdi. Ancak, tevazuun zirvesindeki Efendiler Efendisi (s.a.s), bu haliyle ev hanımlarına yardım etmek istiyordu. Öyleyse bugün, evde bir takım işleri yapmayı, hanıma yardım etmeyi kılıbıklık olarak görenler, eş olmanın ne demek olduğunu bilmiyorlar demektir. Hâlbuki Efendimize (s.a.s) baktığımızda bir eş olarak ev içerisinde yapmadığı iş kalmamıştı. Evet, her hususta olduğu gibi bir eş olarak da bize en güzel rehber olan Efendimiz’e (aleyhissalatü vesselam) bakmalı, kocalığı ve mükemmel bir eş olmayı O’ndan öğrenmeli.
Aslında uzun uzadıya bu meseleyi anlatmaya hacet kalmayacak kadar hadis-i şerifler açıktır. Gerisi uygulamaya bakmaktadır. Ancak, meselenin açık-seçik anlaşılması için sözü bir uzatmak zorunda kalıyoruz.
Evet, erkek evine bakacak, eşini ve çocuklarını nafakasız, aç açık bırakmayacak, onları koruyup kollayacak.. fakat “benim yapmam gerekenler bunlar, gerisine karışmam” demeyecek, elde geldiğince evindeki işlere el atacak ve hanımını rahatlatacaktır. Böylece hukukî sahayla ahlâki davranışları bir araya getirmiş, güzel bir yuva kurmuş olacaktır. Daha önceki makalelerimizde de dediğimiz gibi, batı kültürünün tesiriyle bugün maalesef bazı kesimlerde aile içerisindeki fertlerin hakkı-hukuku konuşulmakta (belki bu da konuşulmamakta) ama işin ahlâkî boyutu unutulmaktadır. Hak hukuk derken de işi daha ziyade ekonomik alana kaydırmakta, şahsî olarak maddî gelire sahip olan bir aile ferdi, kendini hür ve özgür kabul etmektedir. Hâlbuki yuva dediğimiz müessese, fertlerin her hangi bir sebeple dağılmaları, birbirlerinden uzaklaşmaları için değil, birbirleriyle iyice kaynaşmaları, her vesileyi kaynaşıp bütünleşme yolunda kullanmaları için kurulmuştur. Diğer türlü, aile içinde herkes kendi havasında olsa, bildiğince davransa, istediği gibi tüketse, o zaman evlenmenin bir yuva kurmanın esprisi kalmaz. Bu yüzden diyoruz ki, aile her ne kadar bazı hukukî değerler üzerinde oturmuş olsa da onu esas bir arada tutan sevgidir, saygıdır, karşılıklı anlayıştır, iyi niyettir. Makalemizi Bediüzzaman Hazretlerinden veciz bir ifadeyle bitirelim. Karı-kocayı kastederek der ki: Evet, insanın en fazla ihtiyacını tatmin eden, kalbine mukabil bir kalbin mevcut bulunmasıdır ki, her iki taraf sevgilerini, aşklarını, şevklerini mübadele etsinler (paylaşsınlar) ve lezaizde (sevinçte) birbirine ortak, gam ve kederli şeylerde de yekdiğerine muavin ve yardımcı olsunlar. (İşârâtü’l İ’câz)
10.08.2009
Bir sahabi, Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’e sorar: Ey Allah’ın Resûlü, hanımlarımızın bizim üzerimizdeki hakkı nedir? Efendimiz cevap verir: “Kendi yediğinden ona da yedirmen, kendi giydiğinden ona da giydirmen, yüzüne vurmaman, onu kötülememen, evin içi hariç onu terk edip gitmemen” (Ebu Davud, Nikâh 42)
Şefkat Peygamberi, kadının kocası üzerindeki haklarını bir iki maddeyle öz olarak ifade buyurmuşlardır. Diğer bazı hadisi şeriflerde detaylara girerek işin ahlâkî tarafını anlatan tavsiyelerde de bulunmuştur. Mesela bir hadislerinde “Bir mü’min, hanımındaki hoşlanmadığı bir huya karşı hoşnutsuzluğunu onu defterden silecek bir kin derecesine vardırmasın. Zira beğenmediği bir huyla karşılaşsa bile, nasıl olsa bir başka huyunu beğeniyordur” buyurmuşlardır. (Müslim, Radâ’ 61) Bu hususa işaret eden şu mübarek beyan da bize gayet açık mesajlar verir: Onlarla (hanımlarınızla) hoşça, güzelce geçinin. Şayet onlardan hoşlanmayacak olursanız, olabilir ki bir şey sizin hoşunuza gitmez de Allah onda birçok hayır takdir etmiş bulunur. (Nisa Suresi, 4/19)
Kur’an, umumîlik ifade eden lafızlarla, hanımlarla iyi geçinmemizi emrederken, Efendimiz, bazen “kadınlarınıza karşı hayırhah, nasihatçi olun, onlara iyi davranmaktan başka hakkınız yok” şeklindeki yumuşatıcı beyanlarıyla, bazen de “onların aleyhine yol aramayın” şeklindeki ikazlarıyla ümmetini, hanımlara karşı hassas olmaya davet etmiştir. Zira kadın hassas bir yapıya sahiptir. Çabuk kırılır, çabuk sevinir, çabuk üzülür.. Onların bu yapısını dikkate almamızı isteyen Peygamberimiz (s.a.s), bir erkek açısından meselenin ne kadar zor olduğunu bildiği için sık sık ümmetine bu konuda açıklayıcı beyanlarda bulunmuştur. Bu beyanların geneline baktığımızda, bir taraftan erkeğin hassasiyete davet edildiğini, bir taraftan da işin sevap yönünün nazara verildiğini görürüz. Mesela bir hadislerinde şöyle buyururlar: “Mü’minlerin iman bakımından en kusursuzu, ahlâkı en güzel olanıdır. Ahlâkı en güzel olanınız da, kadınlarına en güzel davrananınızdır.” (Tirmizî, Radâ’ 11) Bu hadiste, ahlak gibi kazanılması çok zor olan bir değerin, insanın hanımına güzel davranmayla elde edebileceğine şahit oluyoruz. Bu, erkek için öyle büyük bir müjde ve saadettir ki, başka bir yerde bu saadeti bulmak neredeyse mümkün değildir. Aile içi sırların dışarıya taşmaması gerektiği konusunda da Efendimiz (sallallahu aleyhi ve selem) erkekleri şöyle ikaz eder: “Şüphesiz ki Kıyamet günü, Allah'ın en çok ehemmiyet vereceği emanet, kadın-koca arasındaki emanettir. Kadınla koca birbiriyle içli dışlı olduktan sonra, kadının sırlarını erkeğin neşretmesi, o gün en büyük ihanettir." (Müslim, Nikâh 123) Elbette, aynı hassasiyet kadının da vazifesidir.
Kadının kocası üzerindeki hakları konusunda, işin hem hukukî hem de ahlâkî yönünü özellikle hadisi şeriflerde açıkça görüyoruz. Her meselede olduğu gibi bu meselede de, bir taraftan hak-hukuk gözetilirken bir taraftan da ahlâk elden bırakılmıyor, iyi niyetli olunduğu halde hakkın yerine getirilemediği durumlarda ahlâk devreye giriyor ve oluşan boşluğu dolduruveriyor. Mesela, kadının yapması gereken ve iş bölümünde kendisine düşen işleri yapamadığında erkek, hanımına yardım ediyor/etmeli. Bu husus Peygamber Efendimizin bizzat hayatlarında tatbik edilmiştir. Aişe validemize soruyorlar “Peygamberimiz, evinde ne yapardı” diye. Aişe validemiz cevap veriyor: “Elbisesini ve ayakkabılarını diker, davarları sağar, evin hizmetinde bulunur, ezanı işitince de mescide giderdi” Bilemiyoruz belki de bu işleri Aişe validemiz yapmak istiyordu ve yapacak durumdaydı ama Efendimiz (s.a.s) kendi işini kendi yapıyor ve başkasına - hanımı da olsa - yük olmak istemiyordu. Hâlbuki Efendimizin yaptığı o işleri en azından örfen ev hanımının yapması icab ederdi. Ancak, tevazuun zirvesindeki Efendiler Efendisi (s.a.s), bu haliyle ev hanımlarına yardım etmek istiyordu. Öyleyse bugün, evde bir takım işleri yapmayı, hanıma yardım etmeyi kılıbıklık olarak görenler, eş olmanın ne demek olduğunu bilmiyorlar demektir. Hâlbuki Efendimize (s.a.s) baktığımızda bir eş olarak ev içerisinde yapmadığı iş kalmamıştı. Evet, her hususta olduğu gibi bir eş olarak da bize en güzel rehber olan Efendimiz’e (aleyhissalatü vesselam) bakmalı, kocalığı ve mükemmel bir eş olmayı O’ndan öğrenmeli.
Aslında uzun uzadıya bu meseleyi anlatmaya hacet kalmayacak kadar hadis-i şerifler açıktır. Gerisi uygulamaya bakmaktadır. Ancak, meselenin açık-seçik anlaşılması için sözü bir uzatmak zorunda kalıyoruz.
Evet, erkek evine bakacak, eşini ve çocuklarını nafakasız, aç açık bırakmayacak, onları koruyup kollayacak.. fakat “benim yapmam gerekenler bunlar, gerisine karışmam” demeyecek, elde geldiğince evindeki işlere el atacak ve hanımını rahatlatacaktır. Böylece hukukî sahayla ahlâki davranışları bir araya getirmiş, güzel bir yuva kurmuş olacaktır. Daha önceki makalelerimizde de dediğimiz gibi, batı kültürünün tesiriyle bugün maalesef bazı kesimlerde aile içerisindeki fertlerin hakkı-hukuku konuşulmakta (belki bu da konuşulmamakta) ama işin ahlâkî boyutu unutulmaktadır. Hak hukuk derken de işi daha ziyade ekonomik alana kaydırmakta, şahsî olarak maddî gelire sahip olan bir aile ferdi, kendini hür ve özgür kabul etmektedir. Hâlbuki yuva dediğimiz müessese, fertlerin her hangi bir sebeple dağılmaları, birbirlerinden uzaklaşmaları için değil, birbirleriyle iyice kaynaşmaları, her vesileyi kaynaşıp bütünleşme yolunda kullanmaları için kurulmuştur. Diğer türlü, aile içinde herkes kendi havasında olsa, bildiğince davransa, istediği gibi tüketse, o zaman evlenmenin bir yuva kurmanın esprisi kalmaz. Bu yüzden diyoruz ki, aile her ne kadar bazı hukukî değerler üzerinde oturmuş olsa da onu esas bir arada tutan sevgidir, saygıdır, karşılıklı anlayıştır, iyi niyettir. Makalemizi Bediüzzaman Hazretlerinden veciz bir ifadeyle bitirelim. Karı-kocayı kastederek der ki: Evet, insanın en fazla ihtiyacını tatmin eden, kalbine mukabil bir kalbin mevcut bulunmasıdır ki, her iki taraf sevgilerini, aşklarını, şevklerini mübadele etsinler (paylaşsınlar) ve lezaizde (sevinçte) birbirine ortak, gam ve kederli şeylerde de yekdiğerine muavin ve yardımcı olsunlar. (İşârâtü’l İ’câz)