Cevap: Katre - Sayfa: 106
Sual: Şirk bu kadar zahmetli olduğu halde niçin kâfirler kabul ediyorlar?
Cevap: Kasten ve bizzat kimse küfrü kabul etmez. Yalnız şirk hevâ-i nefislerine yapışır. Onlar da içine düşer; mülevves, pis olurlar. Ondan çıkması müşkülleşir. İman ise, kasten ve bizzat takip ve kabul edilmekle kalbin içine bırakılır.
Remz
Arkadaş! Bir kelime-i vahidenin işitilmesinde, bir adam, bin adam birdir. Yaratılış hususunda da, kudret-i ezeliyeye nisbeten birşey, bin şey birdir. Nev’ ile fert arasında fark yoktur.
Remz
Arkadaş! Bütün zamanlarda, bütün insanların maddî ve mânevî ihtiyaçlarını temin için nâzil olan Kur’ân’ın hârikulâde hâiz olduğu câmiiyet ve vüs’atle beraber, tabakat-ı beşerin hissiyatına yaptığı mürâat ve okşamalar, bilhassa en büyük tabakayı teşkil eden avâm-ı nâsın fehmini okşayarak, tevcih-i hitap esnasında yaptığı tenezzülât, Kur’ân’ın kemâl-i belâgatine delil ve bâhir bir burhan olduğu halde, hasta olan nefislerin dalâletine sebep olmuştur. Çünkü, zamanların ihtiyaçları mütehaliftir. İnsanlar fikirce, hisçe, zekâca, gabâvetçe bir değildir. Kur’ân mürşiddir. İrşad umumî oluyor. Bunun için, Kur’ân’ın ifadeleri zamanların ihtiyaçlarına, makamların iktizasına, muhatapların vaziyetlerine göre ayrı ayrı olmuştur. Hakikat-i hal bu merkezde iken, en yüksek, en güzel ifade çeşitlerini Kur’ân’ın herbir ifâdesinde aramak hatâ olduğu gibi, muhatabın hissine, fehmine uygun olan bir üslûbun mizan ve mirsadıyla, mütekellime bakan, elbette dalâlete düşer.
avâm-ı nâs: halk tabakası | bilhassa: özellikle |
burhan: güçlü ve sarsılmaz delil | bâhir: çok açık |
câmiiyet: kapsımlılık, kapsamlı oluş | dalâlet: doğru yoldan sapkınlık |
fehim: anlama, kavrayış | fert: birey |
gabâvet: anlayışsızlık | hakikat-i hal: işin aslı, gerçeği |
hevâ-i nefis: nefsin gelip geçici arzu ve istekleri | hissiyat: duygular, hisler |
hâiz: sahip | hârikulâde: olağanüstü, şaşırtıcı derecede |
iktiza: gerektirme | iman: inanç, inanma |
irşad: doğru yolu gösterme | kasten ve bizzat: bilerek ve kendisi isteyerek |
kelime-i vahide: bir tek kelime | kemâl-i belâgat: hal neyi gerektiriyorsa tam ona göre, mükemmel bir şekilde konuşma |
kudret-i ezeliye: Allah’ın ezelden beri var olan kudreti, güç ve kuvveti | kâfir: Allah’ı veya Allah’ın bildirdiği kesin şeylerden birini inkâr eden kimse |
küfür: inkâr ve inançsızlık | makam: derece, konum |
mirsad: gözetleme vasıtası; dürbün | mizan: terazi |
muhatap: hitap edilen kimse | mülevves: kirli, pis |
mürâat: riayet etme, uyma | mürşid: doğru yolu gösteren |
mütehalif: farklı | mütekellim: konuşan |
müşkül: zor | nefis: bir kimsenin kendisi; insanı daima kötülüğe, maddî zevk ve isteklere sevk eden duygu |
nev': tür | nisbeten: oranla, kıyasla |
nâzil olan: inen, indirilen | remiz: işaret |
sual: soru | tabakat-ı beşer: insan tabakaları |
tenezzülât: muhatabın seviyesine göre hitap etmeler | tevcih-i hitap: sözü birine yöneltme, birine hitap etmeler |
teşkil eden: oluşturan | umumî: genel, herkese ait |
vaziyet: durum | vüs’at: genişlik |
üslûb: ifade ve söyleyiş tarzı | şirk: Allah’a ortak koşma |