Konuya cevap cer

Kâf-Nûn Fabrikası İzlenimleri

            


Mücahit Bilici

Boğaziçi Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü Öğrencisi



             Muazzam bir kâinatta yaşıyoruz. Mikroplardan dev gezegenlere,  katı ve yoğun maddelerden akışkan, şekilsiz ve latif maddelere, kadar her tür  mevcutla içiçeyiz. Şöyle bir etrafımızı gözlemlediğimizde çok farklı ve çok  renkli nesnelerle karşılaşırız İnsanlar, taşlar ve çiçekler herbirisinin farklı  özellikleri var ve biz onları sabit zannederiz. Dünkü ben işte bugünkü benim. Şu  suladığım çiçeği dün sabah da sulamıştım deriz. Nesneler düzeyinde baktığımızda  katı mı katı, sabit mi sabit bir kainatla muhatap oluruz. Haksız da değilizdir,  bunlar makro bir düzeydeki kainat manzaralarıdır.



Ancak “büyük cisimler” düzeyinde başladığımız bu yolculuğumuz  şöyle atom düzeyine inmek üzere devam ettirirsek daha önce edindiğimiz tablodaki  kimi şekillerin eridiğini kimi renklerinse çekildiğini görürüz. Cisim düzeyinde  taşla çiçek o kadar farklıyken, mesela atom düzeyinde aralarındaki o fark erimiş  olur. Her ikisi de bir’leşir. Çünkü ikisi de atomlardan meydana gelmiştir.  Cisimler düzeyinde rengarenk, irili ufaklı cisimlerden meydana gelen kainat atom  düzeyinde tuzlabuz olur. Sanki bir çölde, kum tanecikleri arasındaymışız gibi  olur. Suyun letafeti ile taşın katılığı atom düzeyinde eşitlenirler. 



Ne var ki, atom bizim derinlere doğru sürecek olan  yolculuğumuzun son durağını oluşturmaz. Mola vereceğimiz durağın adı “zerre”dir  ve zerre de “cüz-i layetecezza” yani “parçalanamayan parçacık” olarak  tanımlanır. Bilimin henüz atomu parçalayamadığı dönemlerde İslam bilginleri  dahil herkes atomun “cüz-ü layetecezza” yani en küçük parçacık olduğunu  varsayıyordu. Ne ki, atom parçalandı. Atomun üstü kadar altının da dev bir alem  olduğu parçalana parçalana ardı arkası getirilemeyen partiküllerin tespit  edilmesiyle ayan beyan oldu. Kısacası atom, kainatın temel taşı (yapıtaşı) yani  tuğlası değildi. Çünkü atom, zerre değildi.



 Atomaltı aleme indikçe artık kütlenin gittikçe zayıfladığına ve  en küçük partiküllere ulaştığımızda ise Quantum fiziğinin anlattıklarına göre  kütle ile hareket arasındaki ayrımın ortadan kalktığına şahit oluruz. Ağır  şeylerin yavaş(hantal) hareket ediyor olması, hızın kütleden kayba neden  olacağını haber verir. Yani hız sonsuza (c2=sonsuz) gittiğinde kütle (m=0)  sıfıra gider. Ve kütlesi az olanın hızı fazla olacağına göre en küçük partikül  (zerre) neredeyse hareketten ibaret kalır.



 Atomaltı alemde zerreye ulaştığımızda artık bir hayli latif bir  düzeydeyizdir. Herşey zerrelerin tahavvülatıyla çalkalanmaktadır. Tıpkı  karıncalanan bir televizyon ekranı gibi kainat yokolmakla varolmak arasında  gidip gelen zerrelerden oluşan bir ekrandır. Elektron tabancasının “sürekli”  elektron yağmuru olmasa hiçbir görüntüyü sabit algılayamayız. Ama, yarısının  aynı anda yokolduğunu da o süreklilikten dolayı farkedemeyiz. Kainattaki  zerreler, bir varedilir bir yokedilirler. Ve bu, “anlık” olur .Zerre düzeyinde  her an yaratma ve yoketmeler yaşanır. Ancak biz bunu makro düzeyde pek  algılayamayız. 



 Zerre maddi alemin son durağını oluşturur.

Daha önce renk, şekil  ve sınırlara sahip olan kainat zerre düzeyine inildiğinde o sınırlarından  soyunmuş son durağını oluşturur.

Daha önce renk, şekil ve sınırlara sahip olan  kainat zerre düzeyine inildiğinde o sınırlarından soyunmuştur artık.

Madde en  latif formuna yaklaşmıştır..

Ve zerre düzeyinde müdahele cisim (nesne) düzeyinde  müdaheleye oranla çok daha kolaydır.

 Nesne düzeyindeki mekanik zorluk ve  mukavemet zerre düzeyinde yoktur.

Bu fark, dev bir tabelayı tersine çevirmekle  karşılaştırılabilir.

Dev, yekpare bir tabelayı kırmızı olan ön yüzünden mavi  olan arka yüzüne çevirmek bir hayli güçtür.

Ancak aynı büyüklükteki bir panoyu  parçalara böldükten sonra (çeşitli devlet törenlerinde değişik manzaralar  oluşturmak üzere binlerce öğrencinin ellerindeki kareleri çevirmeleri gibi) bir  düpano veya tripano gibi tersine çevirmek çok daha kolaydır.

Tabela ne kadar çok  küçük bölmeye (parçacığa) bölünürse müdahele o kadar başarılı ve aynı oranda da  kolay olur.

(Aslında televizyon ekranları elektron panolarıdır). Yani çevirme,  elektron düzeyindedir.

Kısacası tabelanın rengi diyenin tabelaya o küçük  bölmeleri düzeyinde benimle kaimdir diyenin tabelaya en küçük bölmeleri  düzeyinde nüfuz etmesi gerekir.



Velhasıl pano, “dön” emrine en küçük düzeydeyken  en hızlı itaat edebilir.1 Sonsuz itaat sonsuz alt düzeyde müdaheleyi gerektirir.

 Her ne kadar zerre maddi alemin son durağını oluştursa da  yolculuğun son durağını oluşturmaz. Bu arada zerreye kadarki yolculuğumuzda bize  refakat eden modern bilim bundan sonrasına devam etmez. Materyalist bilimin son  durağı zerredir. Ancak en alt düzeyi zerre olan maddeden sonra adına esir  denilen esrarlı bir pasajla karşı karşıyayız. Zerreyi erittiğimiz zaman  karşımıza esir çıkar. Peki nedir esir? Said Nursi, esirden zerrelerin tarlası2  diye sözeder. Yani herbir zerre, esir tarlasına atılan birer tohum gibi o  tarlada çürümekte yada esir denilen suya atılan buz parçası gibi erimektedir.  Adından da anlaşılacağı gibi esrarlı olan esir maddesine ilişkin en genel geçer  kanaat onun bütün kainatın özü olduğu, herşeyin esir hamurundan yoğrulduğu  yönündedir.



 Zerreden sonra “esir”, ondan da sonra “emir” gelmektedir. Ancak  “emir”in anlaşılması onun zerreye geçiş yolu (pasajı) olan “esir”in  anlaşılmasıyla mümkündür. Esir maddesinin varlığına yirminci yüzyılın başlarına  kadar inanılıyordu. Ancak daha sonra modern bilim esir (ether) maddesini hepten  defterden sildi. Esirin bilim tarafından sınırdışı edilişinin öyküsü özetle  şuydu: Her bir dalganın yayılmak için bir vasata (medium) ihtiyacı vardır. Su  dalgaları su denilen vasatla yayılabilirlerdi. Ses dalgaları boşlukta değil hava  denilen bir vasata ihtiyaç gösterirler. Ancak, sıra ışığa geldiğinde ise durum  bir hayli ilginçti; Dalgalar halinde yayılan ışık hem havada hem de “boşluk”ta  yayılabilmektedir. Her dalganın bir vasata ihtiyaç duyması “boşluğu dolduran  latif bir madde” olarak esiri gündeme getiriyordu. Ne ki, materyalist bilimin  son durağı zerreydi ve bir sonraki durak olan esir maddesinin,- maddenin dışında  kaldığı için- bilimin de dışında kalması gerekiyordu. Çare, esiri zerreye  dönüştürmekti. Ve ışığın tanecik modeli bilimi esirin esaretinden kurtarmış  oluyordu. Işığın hem dalga hem de tanecik modelleriyle açıklanmasının  devekuşunun durumundan pek bir farkı yoktu. Sıra boşluğa geldiğinde ışık tanecik  oluyordu. Böylelikle esir denilen vasattan kurtulunmuş oluyordu. Modelin adı  olan (Wavicle, wave-particle) dalga-parçacık gerçekten de devekuşuna benziyordu.  Tanecik esasen dalgaya göre çok daha maddiydi. (Acaba bilim bu yüzden mi  taneciği tercih ediyordu?) Dahası taneciğin dalgaya göre çok daha fazla eli kolu  bağlıydı. Tanecik sınırlı olup, sadece bir tarafa doğru gidebilirken dalga her  tarafa yayılmaktaydı. Ve eğer vasat çok hatta sonsuz latif olursa (esir) o zaman  dalga sürtünmenin (rezistansın) yokluğundan dolayı sonsuza kadar  gidebilmekdeydi. Esirin lefafeti ile müdahele ve nüfuzun başarısının çok  yakından ilişkileri vardı.3



 Ancak bütün bilinmezliğine rağmen “emir”in anlaşılması büyük  ölçüde “esir”in anlaşılmasına bağlıydı. Tüm bunların yanısıra, hava ve dalga  bizim bildiğimiz esir kavramına tanecikten daha fazla yakındır. Işık da sesten  daha hızlı ve daha nuranidir. Bu yüzden de daha latif bir vasatı  gerektirmektedir. Boşluğu dolduran vasatın da aynı şekilde, mesela sesin vasatı  olan havaya oranla çok daha latif olması gerekir. Ve esir boşluklar dahil,  kainatın her tarafını doldurmaktadır. Madde (zerre) ile emir arasındaki esir  “kün” (ol) emrinin maddeye dönüşmesine evsahipliği yapar. Kısır bir benzetme  olacak ama sabun köpüğüne bulaştırılmış olan bir elin bir tarafından üflerseniz  (emir) elin öbür tarafından köpüklerin (madde) uçuştuğunu görürsünüz. Esirin  konumu o yuvarlatılmış elin konumuna benzemektedir.



 Bütün bu aşamalar daha latif olana doğru bir gidişin  sonuçlarıdır. Ve kainat bizi böylesi bir latif olanı bulmaya zorlamaktadır.  Çünkü her yere hükmetme ancak-en maddi haliyle-zerre düzeyinde gerçekleşir; ağaç  düzeyinde değil. Üstelik ağaç düzeyindeki müdahelede sebeplere ihtiyaç duyulur.  Ama zerre düzeyindeki müdahelede sebepler eriyip yokolmuştur. Herşeyin O’nun  kabza-i tasarrufunda olabilmesi için birşeyin birşeye engel olmaması gerekir.  Minimum (en küçük) düzeydeki müdahalede esbap yoktur. Lakin, müdahele makro  düzeylere yaklaştıkça mesela, ağaç düzeyine çıktıkça alt düzeyler  “müstakilleşir”.Ve sebepler doğar.



Tabiatı Allah’a verip çiçeği ona vermemek  sebeplere hayat vermektir. Kayyumiyet için zerrenin kabzasını elinde tutmak  gerekir. Kayyumiyet galiba böyle anlaşılabilir. Çünkü gerçek dönüşümler en küçük  düzeylerde (birimlerde) gerçekleşen dönüşümlerdir. Mesela, (diyelim ki en küçük  birim olsunlar) insanların, kalplerini fethetmeden, devleti (diyelim ki tabiat  gibi büyük bir birim olsun) dönüştürebiliyor olmak hem zordur hemde herşeyi  (mesela, tek tek insanları) tasarrufu altında bulundurma sonucunu doğurmaz.  Dolayısıyla kayyumiyet sürekli tahavvül halindeki zerrelerin dizginini her  zerrede ehadiyetini gösterenin eline vermeyi gerektirmektedir. Reel bir  kayyumiyet için (sonsuz) nüfuz gerekir. Ve nihayet kuklası üzerinde en fazla  tasarrufta bulunan kuklacı, kuklasını en fazla sayıda eklem noktasına bölüp  oralarına iplerle müdahelede bulunan kuklacıdır.



 Dipnotlar

 1. ”...Ve o zerrat(zerreler), bütün esiriyle ‘La İlahe İlla  Hu’ cevheresiyle ilan-ı tevhid eder. Çünkü, esirin besateti, sükunu, intizamla  emr-i Halika sürat-i imtisali şöyle iktiza eder.” Mesnevi-i Nuriye,Sözler  Yayınevi, s.175 

 2. Mesnevi-i Nuriye, s.49 

 3. Bkz. Sözler, s.570; Sözler, 30. Söz, Tahavvülat-ı Zerrat,  s.513; Sözler, Hüve Nüktesi, s.146.



Köprü'96 Bahar Sayısı

koprudergisi.com



Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Üst