kenz-i mahfi
Sorumlu
KUNDURA (İtalyanca)
Kaba işlenmiş, bağsız, konçsuz ayakkabı demektir.
Eski İtalyanca "condura" kelimesinden gelmektedir. "Condura" kelimesi "imalat, fabrikasyon" demektir. Bu kelime Latince "kurmak, inşa etmek" manasına gelen "condere, condit" kelimesinden İtalyanca'ya geçmiştir.
Orta Asya'da Türkler deriden ve yünden giyim eşyaları yapmakta ustaydılar. Çizme ve çarık en yaygın ayakkabı türüydü. Deri çizmenin yanı sıra, yaygın olarak yünden keçe çizme de yapılıyordu. Hükümdarlar kırmızı renkli çizmeler giyiyorlardı. Çizme ata binenler için çok elverişliydi.
Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde ordunun, yönetici sınıfların ve kentli halkın gereksinimlerini karşılamak üzere zamanla ayakkabı çeşitleri çoğaldı ve ayakkabıcılık çok gelişti. Diğer zanaatçıların olduğu gibi ayakkabıcıların da bir örgütü vardı. Üretilen ayakkabıların niteliğini lonca denetlerdi. Ayakkabı satıcıları için kullanılan kavaf sözcüğü, giderek yapımcıları da kapsadı. Kavaflar da çizmeci, yemenici, nalıncı, terlikçi ve pabuççu gibi adlar alırlardı.
Osmanlı toplumunda ayakkabı, giyenlerin toplumsal konumuna ve mesleğine göre çeşitlilik gösterirdi. Ev içinde yüzleri atlas ve kadife gibi kumaşlardan yapılmış, üzerleri sırmayla işlenmiş hafif ayakkabı ve terlikler giyilirdi. Dışarıda giyilen deri ayakkabı ve çizmelere de süslenirdi. Topkapı Sarayı Müzesi'nde, ince bir zevkle ve hünerle işlenmiş deri ayakkabı ve çizmeler sergilenmektedir.
Osmanlı dönemindeki ayakkabılar, yapıldıkları malzemeye, biçimlerine ve kullanıldıkları yere göre adlar alırdı. Başmak, cimcime, çapula, çizme, yarım çizme, çedik, pabuç, edik, fotin, galoş, mest, kalçın, kundura, merkub, nalın, sandal, terlik, tomak, yemeni başlıca ayakkabı çeşitleriydi. Genellikle alçak ökçeli ya da ökçesiz, yumuşak deriden yapılan rahat ayakkabılar tercih edilirdi. Dışarıda giyilen ayakkabılardan bazıları mest-ayakkabı gibi iki parçadan oluşurdu. Ayağa giyilen mestin üzerine onu yağmur ve çamurdan korumak amacıyla, önceleri ayakkabı, sonraları da lastik giyildi. Şoson ya da galoş denen lastik ayakkabının içine geçirilerek giyilen mestler, özellikle namazlarını camilerde kılanlarca kullanılırdı.
Pabuç "بابوش" kelimesi Farsça olup "ayak örtüsü" yani ayakkabı manasına gelmektedir. Farsça'da "pa" (با) kelimesi "ayak"; "pôş" (بوش) kelimesi ise "örtü" demektir. "pa" kelimesinden türetilen "poşu" kelimesi de Farsça olup "örtü, özellikle baş örtüsü veya peçe" manasına gelmektedir. Yine "pa" kelimesine küçültme eki olan "-ça" eklendiğinde "paça" kelimesi elde edilmektedir. Bu ise "ayakçık" demektir ki ki hayvan ayağı veya pantolon bacağı demektir. Anlaşılacağı üzere dilimizde kullandığımız "bacak" kelimesi de yine "pa" kelimesinden türetilmiştir.
Kundura kelimesi Risale-i Nur'da toplam 5 defa zikredilmektedir. Bu kelimenin günümüzde kullanılan karşılığı olan ayakkabı kelimesi ise hiç zikredilmemiştir. Pabuç kelimesi ise toplam 8 defa zikredilmiştir. Kundura kelimesi Risale-i Nur'da 4 yerde tesettür risalesindeki bir bahisle alakalı olarak Lem'alar'da 1, Şualar'da 2, Tarihçe-i Hayatı kitabında 1 defa zikredilmektedir. Lem'alar'da şöyle denilmiştir: "Merkez ve pay-i taht-ı hükümette, çarşı içinde, gündüzde, ahalinin gözleri önünde, gayet adi bir kundura boyacısı, dünyaca rütbeten büyük bir adamın açık bacaklı karısına bilfiil sarkıntılık etmesi, tesettür aleyhinde olanların hayasız yüzlerine bir şamar vuruyor!..." (Lem'alar, 196)
Sikke-i Tasdik-i Gaybi kitabında ise "Van kal'ası ki, iki minare yüksekliğinde sırf dağ gibi bir taştan ibarettir, eskiden kalma oda gibi bir in kapısına gidiyorduk. Ayağımdan kunduralar kaydı, iki ayağım birden kaydı. Tehlike yüzde yüz..." (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, 156)
Kaba işlenmiş, bağsız, konçsuz ayakkabı demektir.
Eski İtalyanca "condura" kelimesinden gelmektedir. "Condura" kelimesi "imalat, fabrikasyon" demektir. Bu kelime Latince "kurmak, inşa etmek" manasına gelen "condere, condit" kelimesinden İtalyanca'ya geçmiştir.
Orta Asya'da Türkler deriden ve yünden giyim eşyaları yapmakta ustaydılar. Çizme ve çarık en yaygın ayakkabı türüydü. Deri çizmenin yanı sıra, yaygın olarak yünden keçe çizme de yapılıyordu. Hükümdarlar kırmızı renkli çizmeler giyiyorlardı. Çizme ata binenler için çok elverişliydi.
Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde ordunun, yönetici sınıfların ve kentli halkın gereksinimlerini karşılamak üzere zamanla ayakkabı çeşitleri çoğaldı ve ayakkabıcılık çok gelişti. Diğer zanaatçıların olduğu gibi ayakkabıcıların da bir örgütü vardı. Üretilen ayakkabıların niteliğini lonca denetlerdi. Ayakkabı satıcıları için kullanılan kavaf sözcüğü, giderek yapımcıları da kapsadı. Kavaflar da çizmeci, yemenici, nalıncı, terlikçi ve pabuççu gibi adlar alırlardı.
Osmanlı toplumunda ayakkabı, giyenlerin toplumsal konumuna ve mesleğine göre çeşitlilik gösterirdi. Ev içinde yüzleri atlas ve kadife gibi kumaşlardan yapılmış, üzerleri sırmayla işlenmiş hafif ayakkabı ve terlikler giyilirdi. Dışarıda giyilen deri ayakkabı ve çizmelere de süslenirdi. Topkapı Sarayı Müzesi'nde, ince bir zevkle ve hünerle işlenmiş deri ayakkabı ve çizmeler sergilenmektedir.
Osmanlı dönemindeki ayakkabılar, yapıldıkları malzemeye, biçimlerine ve kullanıldıkları yere göre adlar alırdı. Başmak, cimcime, çapula, çizme, yarım çizme, çedik, pabuç, edik, fotin, galoş, mest, kalçın, kundura, merkub, nalın, sandal, terlik, tomak, yemeni başlıca ayakkabı çeşitleriydi. Genellikle alçak ökçeli ya da ökçesiz, yumuşak deriden yapılan rahat ayakkabılar tercih edilirdi. Dışarıda giyilen ayakkabılardan bazıları mest-ayakkabı gibi iki parçadan oluşurdu. Ayağa giyilen mestin üzerine onu yağmur ve çamurdan korumak amacıyla, önceleri ayakkabı, sonraları da lastik giyildi. Şoson ya da galoş denen lastik ayakkabının içine geçirilerek giyilen mestler, özellikle namazlarını camilerde kılanlarca kullanılırdı.
Pabuç "بابوش" kelimesi Farsça olup "ayak örtüsü" yani ayakkabı manasına gelmektedir. Farsça'da "pa" (با) kelimesi "ayak"; "pôş" (بوش) kelimesi ise "örtü" demektir. "pa" kelimesinden türetilen "poşu" kelimesi de Farsça olup "örtü, özellikle baş örtüsü veya peçe" manasına gelmektedir. Yine "pa" kelimesine küçültme eki olan "-ça" eklendiğinde "paça" kelimesi elde edilmektedir. Bu ise "ayakçık" demektir ki ki hayvan ayağı veya pantolon bacağı demektir. Anlaşılacağı üzere dilimizde kullandığımız "bacak" kelimesi de yine "pa" kelimesinden türetilmiştir.
Kundura kelimesi Risale-i Nur'da toplam 5 defa zikredilmektedir. Bu kelimenin günümüzde kullanılan karşılığı olan ayakkabı kelimesi ise hiç zikredilmemiştir. Pabuç kelimesi ise toplam 8 defa zikredilmiştir. Kundura kelimesi Risale-i Nur'da 4 yerde tesettür risalesindeki bir bahisle alakalı olarak Lem'alar'da 1, Şualar'da 2, Tarihçe-i Hayatı kitabında 1 defa zikredilmektedir. Lem'alar'da şöyle denilmiştir: "Merkez ve pay-i taht-ı hükümette, çarşı içinde, gündüzde, ahalinin gözleri önünde, gayet adi bir kundura boyacısı, dünyaca rütbeten büyük bir adamın açık bacaklı karısına bilfiil sarkıntılık etmesi, tesettür aleyhinde olanların hayasız yüzlerine bir şamar vuruyor!..." (Lem'alar, 196)
Sikke-i Tasdik-i Gaybi kitabında ise "Van kal'ası ki, iki minare yüksekliğinde sırf dağ gibi bir taştan ibarettir, eskiden kalma oda gibi bir in kapısına gidiyorduk. Ayağımdan kunduralar kaydı, iki ayağım birden kaydı. Tehlike yüzde yüz..." (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, 156)