Kelime Analizi 145: Pakistan

kenz-i mahfi

Sorumlu
PAKİSTAN (Urduca ve Farsça)

Güney Asya'da Afganistan, İran, Çin ve Hindistan ile komşu olan bir İslam ülkesidir. 1947 yılında İngiliz sömürgesi olan Hindistan'dan ayrılmışdtır. 1971 yılında Doğu Pakistan olarak adlandırılan bölge "Bangladeş" adında bağımsız bir devlet olmuştur. Ülkenin manası Urduca ve Farsça'da "pak ülke" yani "temiz ülke" manasına gelmektedir. Bilindiği üzere tarihte "Pakistan" diye bir ülke veya toprak yoktu. Bugünkü Pakistan'ın olduğu yerde sadece Hindistan vardı. Hindistandan ayrı bağımsız bir devlet olma fikri 1930 yılında büyük şair Muhammed İkbal'e aittir. Hindistan'da iki ayrı millet vardı. Hindular ve Müslümanlar. Bağımsızlık fikri, zaman içerisinde ülkede yaşayan Müslümanlarca genel kabul gördü, hatta daha ülke kurulmadan, kurulacak ülkeye isim bulunması için yarışma düzenlendi. Yarışmayı Cambridge Üniversitesi'nde okuyan ve "Pakistan" ismini teklif eden "Hudri Rahmet Ali" isminnde genç bir üniversite öğrencisi kazanmıştır. Sene 1933. Yani Pakistan daha bağımsızlığını kazanmadan 14 sene önce ismini kazanmıştır. Pakistan kelimesi "temiz insanlar ülkesi" manasına gelmekle beraber, bu isim aslında ülkede mevcut olan 5 bölgeyi temsil etmektedir. Buna göre;
P: Pencap
A: Afgan Bölgesi
K: Keşmir
İ: İndus Nehri ve aynı zamanda İslamiyeti
S: Sind Eyaleti
TAN: Belucistan eyaletinin son hecesidir.

Başkenti İslamabad'dır. Dünya üzerindeki en kalabalık 6.ülke ve yine en kalabalık (Endonezya'dan sonra) müslüman ülkesidir. Endonezya'nın yaklaşık 250 milyon nüfusu vardır. Pakistan'ın ise yaklaşık olarak 190 milyon nüfusu vardır.

Risale-i Nur Külliyatı'nda ismi en çok zikredilen yabancı ülke "Pakistan"dır. Pakistan, Risalelerde toplam 64 defa zikredilmiştir. Sözler'de 1 defa, Tarihçe-i Hayatı'nda 49 defa ve Emirdağ Lahikası II'de 14 defa zikredilmiştir.

Risale-i Nur hizmetini Pakistan'a taşıyan kişilerin başında Prof. Dr. Muhammed İhsan Sabir gelmektedir. Risale-i Nur'da Pakistan ismi bu kadar zikredildiğine göre elbette ki ismi gibi "pak" olan bu ülkede nur hizmetleri Bediüzzaman'ın hayatında iken başlamıştı. Muhammet İhsan Sabir, 1935 yılında Hindistan'ın Allahabad şehrinde dünyaya gelmiştir.1947 yılında Pakistan'ın bağımsız bir devlet olması ile birlikte Hindistan'daki müslümanlar Pakistan'a hicret etmişlerdir. Muhammet İhsan Sabir de ailesiyle birlikte Pakistan'ın en büyük şehri olan Karaçhi'ye yerleşmişlerdir. Karaçhi Üniversitesi İslam Tarihi Bölümünden mezun olduktan sonra doktora için Türkiye'ye gitmiştir. Muhammet İhsan Sabir henüz Türkiye'ye gelmeden 3 yıl önce tanışmıştır. Salih Özcan vasıtasıyla Pakistan'a gönderilen ve Bediüzzaman'ın hayatını anlatan bir kitap vasıtasıyla Risale-i Nur'u tanımış ve çok etkilenmiştir. Bediüzzaman'dan çok etkilenen Muhammet İhsan Sabir, Risale-i Nur ve Bediüzzaman'ı araştırmaya başlar. Bu konuda pek çok mektup yazar. Bu mektuplarından 3 tanesi Risale-i Nur Külliyatı'nda mevcuttur. Uygur Türkü olan hocası vasıtasıyla Türkçeyi öğrendiği gibi, Orta Asya Türk Lehçeleri, İngilizce ve Farsça'yı da öğrenmiştir. Risale-i Nur hizmetini Pakistan'a taşıyan zat olarak bilinmektedir. 1958 yılında doktorasını yapmak üzere Türkiye'ye gelmiştir. 1959 yılında üstad Bediüzzaman Said Nursi ile Emirdağı'ndaki evinde görüşürler. Ziyaretçi kabul etmeyen Bediüzzaman, Pakistanlı olduğunu duyunca onu kabul eder. Sabir o zamanı şöyle anlatıyor: “Bizi ayakta karşıladı. ‘Pakistanlı oğlum hoşgeldiniz’ dedi. Talebelerine benim için yemek hazırlamalarını söyledi. Üstad, yemek için bizden müsaade istedi. ‘Ben çok az yerim, ama siz yiyin’ dedi. O gün pilav ve yoğurt yedik.” Bediüzzaman’ın evinde bir gece konaklar, onunla sohbet eder. Ona, komünist Sovyetler Birliği ve Şia İran hakkında sorular sorar. Sabir, “Bediüzzaman bana ‘Ne gibi tahsille meşgulsünüz’ diye sordu. Türkoloji talebesiyim, İslam öncesi ve sonrası Türk tarihi, Türk dili ve edebiyatı ve Türk kültürü üzerine eğitim almaktayım, dedim. Bana; “Sabir Bey! Yalnız ilmi ve dini tetkiklerle meşgul olacaksınız ve hiçbir siyasi partiye girmeyeceksiniz. Sizin en evvel işiniz tahsilinize teveccüh edip diplomanızı almaktır. Madem siz Türk edebiyatı ile uğraşmaktasınız; o halde iki memleket arasında çok yakın bir irtibat kurmak için çalışmalısınız.” dedi. Bediüzzaman’ın siyasete girmeme tavsiyesine uyma konusunda o kadar titiz davrandım ki, üniversite arkadaşlarım tarafından dönemin başbakanı Menderes aleyhtarı gösterilere katılmaya zorlandığımda, tercihimi katılmama yönünde kullandım.” O günlere ait hatıralarından birisini de şöyle naklediyor Muhammed Sabir: “Bir gün üniversite çıkışı Menderes aleyhtarı gösteri yapan öğrencilere denk geldim. Beyazıt Meydanı’nda polis öğrencileri topluyor ve bir çember içine alıyordu. Bir yandan polis öğrencileri topluyordu; diğer yandan askerler salıveriyordu. Bir ilginç olay da, ihtilalin ünlü komutanlarından Muzaffer Özdağ’ın kaldığımız yurda gelip öğrencilere ateşli bir konuşma yapması olmuştu.” Sohbetin sonunda Üstad’ın soyadını sormak istediğimde başıma yavaşça vurarak, “Soyadım okur, okurum, okurum” dediğini ifade ediyor. “Kendisi de bana soyadımı sordu. Ben de; Pakistan’da soyadı kanununun olmadığını söyledim.” diyor. Bediüzzaman’ın Rusya esaretinde Rusçayı ve Kiril alfabesini öğrendiğini ağzından duyduğunu sözlerine ekliyor. Ziyaretin sonunda ayrılmak üzere müsaade isteyen Sabir’e bir sürpriz yapıyor Bediüzzaman. Talebelerinden birini yanına çağırıyor ve arabasının hazırlanmasını istiyor. ‘Pakistanlı oğlum, sizi ben uğurlayacağım.’ diyor. Orada bulunan herkes hayretler içinde kalıyor; çünkü Bediüzzaman’ın daha önceki misafirlerine böyle bir şeyi yapmadığını söylüyorlar: “Kendisi arka koltuğa, ben ise ön koltuğa oturduk. Arabanın şoförlüğünü Zübeyr isminde bir nur talebesi yapıyordu. Herkes sokaklara inmiş, şaşkınlıkla bize bakıyordu, halk Bediüzzaman’a büyük ilgi gösteriyordu. Emirdağ’ın dışına çıktık, yaklaşık 25 kilometre gittik yol boyunca bizi polis durdurmadı. Sonra İstanbul otobüslerinin geçtiği güzergaha geldiğimizde kendisi elimi tuttu, dua etti, başımı okşadı ve sırtıma hafifçe vurarak ‘Allah’a emanet ol’ dedi. Bediüzzaman’ı Emirdağ’ın dışında görenler yanıma geldi. Esmer tenli olduğum için ‘Sen Arap mısın? diye sorduklarında ‘Hayır, ben Pakistanlıyım, Pakistan bir Müslüman devlettir.’ dedim. Zübeyir Bey’in, yanımda kalması için tembih ettiği arkadaşlar otobüs gelene kadar beni beklediler.”
 
Üst