“Süreyyâ” kelimesi "eyne-s serâ mine-s süreyyâ” darbı meseli suretinde Arabi olarak Risale-i Nur’da 4 defa zikredilmiştir. Bu ibarelerde “Kur’an nerede? Beşerin kelamı nerede?” manalarında olarak kullanılmıştır. Beşerin kelamı seraya, Kur’an’ın kelamı ise Süreyya yıldızına benzetilmiştir.
Mektubat 191.sayfada geçen Arabi ibarede Peygamber Efendimiz (ASM)’in bir hadisinde Süreyyâ kelimesi geçmektedir. Hadis-i şerifte şöyle denilmiştir. “Eğer din, Ülker Takımyıldızında bile olsaydı, Fars’tan bazı kimseler ona ulaşıp alabileceklerdi.” (Buharî, Tirmizî)
Bunlardan hariç olarak normal kullanımla “Süreyyâ” kelimesi Risale-i Nur’da 16 defa kullanılmıştır. Bu ibarelerde 10 yerde sera ve süreyya kelimeleri aynı cümlede geçmiştir. Süreyya kelimesinin kullanıldığı yerler:
1....serada süreyyada, zeminin temelinde, dışında hakîmane ve haşmetkârane icraatını onlar temsil edebilirler. (Asa-yı Musa, sayfa 82) aynı bahis Şualarda da geçmektedir.
2.İnsanlar Zât-ı Ahmediye’nin (ASM) duasına âmîn dedikleri gibi, arş ve ferş ve seradan süreyya’ya kadar bütün mevcudat onun nuruyla iftihar edip, alâkadarlık gösteriyorlar. (Sözler, sayfa 71)
3.İşte, seradan süreyyaya kadar birbirinden uzak o iki taraf ortasında bırakmak mümkün değildir. (Sözler, sayfa 184)
4.Kamerin bir menzili var ki Süreyya yıldızlarının dairesidir. .... Süreyya o dalın bir salkımı gibi ve sair yıldızlar o gizli hilkat ağacının birer münevver meyvesi olarak işitenin hayalî olan gözüne göstermekle... (Sözler, sayfa 377)
5.En küçük ile en büyük beraber iken, seradan süreyyaya kadar fark oluyor.
6.Hususan Mayıs’ın ahirinde olduğu gibi, bazı vakitte ince hilâl şeklinde Süreyyâ menziline girdiği vakit, hurma ağacının eğilmiş beyaz bir dalı suretini ve Süreyya bir salkım suretini gösterdiğinden, o yeşil sema perdesi arkasında, hayale nuranî büyük bir ağacın vücudunu tahayyül ettirir. Güya o ağaçtan bir dalının bir sivri ucu, o perdeyi delmiş, bir salkımıyla beraber başını çıkarmış, Süreyya ve Hilâl olmuş ve sair yıldızlar da o gaybî ağacın meyveleri olduğunu hayale telkin eder. (Mektubat, sayfa 16)
7.Ferş’ten Arş’a, seradan süreyyaya, zerrattan seyyarata, ezelden ebede kadar herbir mevcud, semavat ve arz, dünya ve âhiret, her şey onun mülküdür. (Mektubat, sayfa 231)
8.İşte, seradan süreyyaya kadar birbirinden uzak o iki taraf ortasında bırakmak mümkün değildir. (Mektubat, sayfa 310)
9.Kâh süreyyadan seraya, kâh seradan süreyyaya kadar bir sukut ve suud içerisinde çalkanıyorlardı. (Lem’alar, sayfa 50)
10.Evet Vahdet’ül-Vücud’dan bahseden, fikren seradan süreyyaya çıkarak, kâinatı arkasında bırakıp nazarını Arş-ı A’la’ya diken.... (Lem’alar, sayfa 273)
11.Münhasif Yıldız’ı darülfünun et, tâ Süreyya kadar âlî olsun! (Tarihçe-i Hayatı- sayfa 71)