Kelime Analizi 75: Toprak-Turâb

kenz-i mahfi

Sorumlu
TOPRAK (Türkçe)
Eski Türkçe döneminden beri kullanılan “toprak” kelimesi;
1. (isim) Yer yüzünün, toz duruman gelmiş türlü kütle kırıntılarıyla, çürümüş organik cisimlerden oluşan ve canlılara yaşama ortamı sağlayan yüzey bölümü.
2. (sıfat) Yer yüzünün bu bölümünden yapılmış.
3. Arazi, tarla
4. Memleketli (toprağım)
5. (jeoloji) kara
6. Ülke, vatan
manalarına gelmektedir.

Eski Türkçe’de “kurumak” manasına gelen “topra” fiilinden türemiş bir kelimedir.
Kaşgarlı Mahmut’un eserinde “kuruyup tozlaşmak” manasına gelen “topraş-mak” kelimesi, “hayvanın yeri kurutasıcaya dek otunu yemek” manasına gelen “toprat-mak” kelimesi ve “ayak basıldığında tozuyan yumuşak toprak” manasına gelen “topurgan” kelimeleri geçmektedir. Bu açıdan bakıldığında “kuru şey” manasıyla türemiş bir isim olduğu anlaşılmaktadır.

Günümüzde bu kelime “arazi, tarla” manasında kullanıldığı gibi daha geniş bir manada “ülke, vatan” olarak da kullanılmaktadır. Aynı vatandan veya aynı memleketten olduğunu ifade etmek için sık sık kullandığımız “toprağım” kelimesi de yine kullanımdadır.

Kaşgarlı Mahmut’un eserinde toprak için ayrıca şu kelimeler kullanılmıştır:
- kırmızı toprak (aşu)
- topraktaki yaşlık (çi)
- kum, kaba topraklı yer (kayır)
- düz ve kaba topraklı (kayırlıq)
- kazılmış toprak (kazındı toprak)
- küp gibi topraktan yapılan büyükçe bir kap (kendük),
- dağlık yer, toprak yığını, tepecik (kötki)
- yapışkan toprak (saqız toprak)
- kel toprak (taz)
- toprak tencere (toy)

“Toprak” kelimesi Anadolu ağızlarında “torpah” veya “toprak” şeklinde söylenmektedir.
Türk Lehçelerinden Türkmence ve Uygurca’da “toprak”, Kazakça’da “turpak”, Kırgızca’da “topurak”, Azerice’de “torpaq”, Başkurtça’da “tuprak”, Özbekçe’de “tuprok”, Tatarca’da “tufrak” olarak kullanılmaktadır.
 

kenz-i mahfi

Sorumlu
Farsça’da “hak” (خاك)kelimesi “toprak” demektir.

Arapça’da toprak için genellikle “turâb” kelimesi kullanılmaktadır. “Turâb” kelimesi Arapça “teribe (ترب)” kelimesinden türetilmiştir. Bu kelime “tozlanmak, toza bulanmak, üstü başı toprak olmak” manalarına gelmektedir.
“turâb” kelimesi Kur’anî bir kelime olup “toprak” manasında Kur’an-ı Kerim’de 17 defa kullanılmıştır.
“Turâb” kelimesinden türetilen “etrâb” kelimesi “akran, yaşıt” manasına gelip “tirb” kelimesinin çoğulu olup dişiler hakkında kullanılmıştır. Bu manada olarak Kur’an’da 3 defa kullanılmıştır.
“Teribe” kelimesinden türetilen “terîbe” kelimesinin çoğulu olan “terâib” kelimesi “göğüs kemikleri, kaburga” manasına gelip Kur’an’da 1 defa kullanılmıştır.
Yine bu kelimeden türetilen “metrabe” kelimesi “şiddetli fakirlik, yoksulluk” manasına gelip Kur’an’da 1 defa kullanılmıştır.
Bu yönden bakıldığında “Teribe” kelimesinden türetilen kelimeler Kur’an’da toplam 22 defa kullanılmıştır.
 

kenz-i mahfi

Sorumlu
Elmalılı Hamdi Yazır, tefsirinde Hz. Âdem'in çamurdan çıkarılan bir hulâsadan, yani önce çamurdan istifa (temiz olanı seçme) ile ayrılan bir hulâsadan yaratıldığını ifade ediyor. Adeta insanın anne rahminde bir nutfeden yaratılması gibi, önce çamurdan ayrılan nutfe mahiyetini almış hulâsadan halk edilmiş; sonra ruh verilmiş ve böylece Adem yaratılmış oluyor. Fahreddin Razi de tefsir-i kebirinde Hz. Âdem'in topraktan seçilmiş bir hulâsadan yaratılmış olduğunu vurguluyor.
Hazret-i Adem (AS) ilk insandır, ilk peygamberdir, insanlığın babasıdır ve topraktan yaratılmıştır. Ayetlerde “turâb” kelimesiyle ifade edilmiştir. Rum Suresi’nin 20.ayetinde “ve min âyâtihî en haleka kum min turâbin sümme izâ entüm beşerun tenteşirûn” (Sizi topraktan yaratmış olması onun ayetlerindendir, sonra siz (her tarafa) yayılır bir beşer oldunuz” buyurulmaktadır. Cenab-ı Hakk, yeryüzünde bir halife yaratacağını meleklerine bildirdiği zaman; ilim, irade ve kudret sıfatlarıyla donatacağı bu mahlukun yeryüzüne uyum sağlaması için maddesinin de yeryüzü elementlerinden seçmiştir.

Cenab-ı Hakk, Hazret-i Âdem'i yaratırken maddesi olan toprağı çeşitli hâl ve safhalardan geçirmiştir:

Türâb safhasından sonra "Tîn" safhası:
Tîn: Toprağın su ile karışımıdır ki, buna çamur ve balçık denilir. Bu safha insan ferdinin ilk teşekkül ettirilmeğe başlandığı merhaledir:
"O (Allah) her şeyi güzel yaratan ve insanı başlangıçta çamurdan yaratandır." (Secde Suresi, 7)

Hayat kaidesinin candan sonra iki temel unsuru su ve topraktır.

"Allah her canlıyı sudan yarattı. İşte bunlardan kimi karnı üzerinde yürüyor, kimi iki ayağı üstünde yürüyor, kimi de dört ayağı üzerinde yürüyor. Allah ne dilerse yaratır. Çünkü Allah her şeye hakkıyla kadirdir. " (Nur Suresi, 45) "O (Allah) sudan bir beşer (insan) yaratıp da onu soy-sop yapandır. Rabbin her şeye kadirdir." (Furkan Suresi, 54)

Yeryüzünün dörtte üçünün su ile kaplı olması, aynı zamanda yeryüzünün ilk halifesinin ve neslinin yani insanların vücutlarının da aynı oranda su ile kaplı olması da dikkate değerdir. Demek insan küçük bir alem olduğu gibi alem de büyük bir insan gibidir. Aynı oran ikisi arasında vardır.
Yine Cenâb-ı Allah Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurur: "Andolsun biz insanı (Âdem'i) çamurdan süzülmüş bir hülâsadan yarattık." (Mü’minun Suresi, 12) İşte ilk insan, yaratılışının mertebelerinde, önce böyle bir çamurdan sıyrılıp çıkarılmış, sonra hülâsadan (bir soydan) yaratılmıştır.

Tîn-i lâzib: Cıvık ve yapışkan çamur demektir. Toprağın su ile karıştırılıp çamur olmasından sonra, üzerinden geçen merhalelerden birisi de "Tîn-i lâzib" yani yapışkan ve cıvık çamur safhasıdır. Cenâb-ı Allah bu süzülmüş çamuru cıvık ve yapışkan bir hale getirdi. "Biz onları (asılları olan Âdem'i) bir cıvık ve yapışkan çamurdan yarattık. " (Saffat Suresi, 11)

Hame-i Mesnûn: Sonra cıvık ve yapışkan çamur hame-i mesnûn haline getirildi. Hame-i mesnûn, “suretlenmiş, şekil verilmiş, değişmiş ve kokmuş bir haldeki balçık” demektir. "Andolsun, biz insanı kuru bir çamurdan, suretlenmiş ve değişmiş bir çamurdan yarattık." (Hicr Suresi, 26-28)

Böylece Allahü Teâlâ Âdem (AS)'i topraktan yaratmaya başlıyor. Bunu da su ile karıştırarak Tîn-i lâzib yapıyor. Sonra bunu da değişikliğe uğratarak kokmuş ve şekillenmiş hame (balçık) haline getiriyor.

Salsal: Kuru çamur demektir.
Cenâb-ı Allah kokmuş ve suretlenmiş çamuru da kurutarak "fahhâr" (kiremit, saksı, çömlek) gibi tamtakır kuru bir hale getirdi. "O Allah insanı bardak gibi (pişmiş gibi) kuru çamurdan yaratmıştır. " (Rahman Suresi, 14)
 

kenz-i mahfi

Sorumlu
Vakıa Suresi’nin 37.ayetinde geçen “etrâb” kelimesi kadınlara izafe edilmiş olup genellikle şu manalarda kullanılmıştır.
- Hep bir yaştaki kadınlar
- Aynı tarihlerde doğmuş kadınlar
- Aynı yaşta olmak üzere otuz üç yaşında kadınlar
- Birbirine benzer ve birbirine yakın şekillerde olan kadınlar
- Huyları itibariyle birbirine yakın kadınlar
- Aralarında kin ve kıskançlık olmayan kadınlar

Nebe Suresi’nin 33.ayetinde geçen “etrâben” kelimesi “tirb” kelimesinin çoğulu olup “hep bir yaşta” demektir. Bu kelime de kadınlara izafe edilmiştir. Bazı tefsirlerde cennet kızları hep onaltı yaşında, erkekleri ise otuzüç yaşındadır diye rivayet edilmiştir. Yine bu ayette geçen “kevâib” kelimesi “ka’ıb” kelimesinin çoğulu olup yeni yetişmiş taze kızlara denilmektedir.

Kur’an-ı Kerim’de sadece Tarık Suresi’nin 7.ayetinde geçen ve insanın yaratılmasına dair mucizeyi ifade eden ayette kullanılan “terâib” kelimesi “teribe” kelimesinin çoğuludur. Arapça’da “göğüs tahtası” tabir edilen, iki meme ile boyun halkası kemiklerinin arasında kalan göğsün sağ ve sol tarafındaki üstten dört kaburgaya, özellikle de göğüste gerdanlık takılan yere denilir. “Teribe” de, göğüs kemiğinin sağ ve sol kaburgaları oluşturan her boğumudur.
Elmalılı Hamdi Yazır’ın tefsirinde “Terâib” kelimesi için; “iki meme ile boyun halkası kemiklerinin aralığına veya göğsün sağ tarafından dört ve sol tarafından da dört kaburgaya veya iki el, iki ayak ve iki göze de denilir. Özellikle göğüste gerdanlık takılan yere denir. Demek ki sırttaki omurların karşılığı olarak göğüs kemiğinin sağ ve sol kaburgalara doğru dallanan her boğumu bir “teribe” olup hepsine birden “terib” veya “terâib” denilmiştir. Bu durumda asıl “teraib”, göğüs tahtasının eksenini teşkil eden ve boyundan memeler arasına doğru inen kemikler olup etrafı itibariyle sinenin gerdanlık takılan bölümüne ve hepsine denir” ifadelerine yer verilmiştir.

Beled Suresi’nin 16.ayetinde geçen “metrabe” kelimesi, toprak manasına gelen “turâb” kelimesinden mimli mastardır ve “topraklanmak” manasına gelmektedir. Ayette geçen “zâ metrabe” deyimi, Türkçe’de “toprağa döşenip taşa yaslanan” tabiriyle ifade edilen, fakirlik ve şiddetli ihtiyaçtan kinayedir. Yani, fakirliğinden ve muhtaçlığından dolayı, üzerinde kendisini örtecek, altında da yere serecek bir şeyi olmadan toprağa yapışmış, aşırı yoksul, miskin demektir. Günümüzde böyle insanlar “sürünüyor” tabir edilmektedir.

Arapça “Saîd” (صعىد) Yukarıdaki temiz toprak, pislikten uzak pâk toprak demektir. Kur’an’da 3 yerde geçmektedir. Nisa Suresi’nin 43.ayetinde teyemmümden bahsedilirken bu kelime kullanılmaktadır. Bu kelime “toz, toprak, taş” manasına gelip yeryüzü kastedilmektedir.
 

kenz-i mahfi

Sorumlu
"Ebu Turâb" lakabı Hazret-i Ali'nin en meşhur lakabıdır ve Hazret-i Ali (RA) bundan çok hoşlanırdı. Bu lakabın verilmesinin sebebi olarak şu hadise nakledilir: "Resul-i Ekrem (ASM) bir gün kızı Hazret-i Fatıma (RA)'nı evine geldi ve Ali'yi evde bulamadı. "Amcamın oğlu nerede?" diye sorunca, kızı Fatıma "Aramızda birşey geçmişti. Bunun üzerine gündüz uykusunu yanımda uyumadı da çıkıp gitti" cevabını aldı. Resul-i Ekrem (ASM) birine, "Git bak, Ali nerede?" buyurdu. Mescidde uyuduğu haberini alınca, Mescid'e varıp, Ali'yi yan tarafına yatmış, ridası yani paltosu bir yanından sıyrılmış ve vücudu toprağa bulanmış şekilde buldu. "Ebu Turab kalk, Ebu Turak kalk" diye bedenindeki toprağı silkelemeye başladı.

Yine başka bir rivayette:

Ammar bin Yasir der ki: "Uşeyre Gazası'nda Ali bin Ebu Talib ile iki yoldaştık. Resul-i Ekrem (ASM), Uşeyre'de konaklayınca Müdlicoğullarından bazılarının su ve hurma işinde çalıştığını gördük. Ali'nin isteği üzerine bir müddet onları seyrettik ve sonra uyuyakalmışız. Sonra, Resul-i Ekrem (ASM)gelip bizi uyarıncaya kadar orada kaldık. Resul-i Ekrem (ASM) Ali bin Ebu Talib'i topraklara bulanmış görünce "Ne oldu sana ey Ebu Turâb?" dedi ve "Size en şaki iki kişiyi bildireyim mi?Biri, Salih (AS)'in devesini kesen Semud'un Uheymiri; diğeri de, ey Ali, seni şöylece vuracak olandır" buyurup, elini Ali'nin başına koydu ve neresine kadar kana bulanacağını da sakalını tutaraka işaret etti" (İbn Hişam, es-Sıre, I-II)

Hazret-i Ali (RA), peygamber Efendimiz (ASM)'in kendisini "Ebu Turâb" olarak yani "toprağın babası" olarak lakaplandırmasından son derece memnun olmuş ve bu lakabı çok sevmiştir.
 
Üst