Kendini okuyamayan insan eşindeki güzelliği göremez

topraktoprak

Well-known member
Enaniyetli insan olgunlaşamaz. Nefsini beğenen ve nefsine itimat eden bedbahttır, nefsinin ayıbını gören bahtiyardır. Nefsinin ayıbını gören bahtiyar insan, eşinin jest ve mimiklerinden mana çıkararak eleştirmek yerine kendini okur, hatalarını tashih eder. İşte o zaman evlilik, eşlerin ‘ben iyiyim, sen kötüsün‘ savaşının yapıldığı ve sürekli eleştiri oklarının atıldığı yer olmaktan çıkar. Sevgi ve saygı kelimeleriyle yazılan ‘mutluluk kitabı‘nın okunduğu yer olur.Kadın dert yanıyordu; 20 yıllık evliyiz. Fakat aramızdaki problemler azalacağı yerde çoğalıyor. Eşim hep kendi dediklerinin olmasını istiyor. “Ben bilirim, ben doğruyum, ben haklıyım” diyerek sürekli beni eleştiriyor ve aşağılıyor. “Evlilik terapistine gidelim dediğimde “Benim bir şeyim yok sen kendin git.” diyor. Ne yapacağımı bilmiyorum. Çok bunaldım, gücüm tükendi. Bazen ayrılmayı düşünüyorum ama çocuklarıma kıyamıyorumBir beyin serzenişi ise şöyle: “Biz yaklaşık 1,5 yıl önce evlendik. Eşimin, sorunları var, psikoloğa götürdüm. Psikoloğa doğruları anlatmıyor. Sürekli beni suçluyor. Hep kendi haklı, kendi doğru ve kendisinin istekleri olacak. Kaç defa konuştum. Ailesi de ona destek oluyor. Son çare boşanmaya karar verdim.Bazı evliliklerde eşlerden birisi kendini prens ya da prenses ilan ediyor. Eşini hizmetli yerine koyuyor. Onu eğitmek için mütemadiyen eleştiriyor. Eleştiri oklarına hedef olan eşse zamanla kendini değersiz hissediyor. İçine dönüyor. Suskunlaşıp depresifleşiyor. Bu sefer eleştiren eş karşı atağa geçiyor: “Zaten senin yüzün hiç gülmez, hep böyle depresifsin.” Oysa esas eleştirilmesi gereken; eleştiren eştir. Böyle eşlerin kendilerinde problem vardır. Karamsardırlar, hayata siyah gözlükler arkasından bakarlar. Kendileriyle barışık olmadıklarından eşleriyle de çatışma halindedirler.Yapmaları gereken şey, hakkaniyetli davranmaktır. Nefsi müdafaada bulunmak yerine kendini sanık sandalyesine, vicdanını da hakim koltuğuna oturtup kendini yargılamaktır. “Acaba ben eşimi neden eleştiriyorum? Neden aşağılıyorum? Yoksa kendimde var olanları eşime yükleyerek kendimi mi rahatlatıyorum?” demektir.Ey kendini insan bilen insan! Kendini oku!” cümlesini rehber ederek eşinin kötülüklerini okumak yerine kendini okumak, yani tanımak gerekir. Zaten kâmil insan olmanın yolu da insanın kendini tanımasından geçer. Enaniyetle kendini beğenen insan olgunlaşamaz. “Nefsini beğenen ve nefsine itimat eden bedbahttır, nefsinin ayıbını gören bahtiyardır.Nefsinin ayıbını gören bahtiyar insan, eşinin jest ve mimiklerinden mana çıkararak eleştirmek yerine kendini okur, hatalarını tashih eder. Böylece mutluluğu yakalamakta ilk adımı atmış olur.İşte o zaman evlilik, eşlerin “Neden öylesin? Neden böylesin?” Veya “ben iyiyim, sen kötüsün” savaşının yapıldığı ve sürekli eleştiri oklarının atıldığı yer olmaktan çıkar.Hoşgörü, anlayış, sabır, şefkat, merhamet, sevgi ve saygı kelimeleriyle yazılan ‘mutluluk kitabı’nın okunduğu yer olur.Unutulmamalıdır ki, evlilik iki kefeli terazi gibidir. Bir kefeye sadece bir eşin hataları konulursa o terazi dengelenmez. Ancak yanlışlar da doğrular da eşit olarak her iki kefeye konduğunda dengelenir.Öyleyse var mıyız kendimizi okuyup hatalarımızı tashih ederek mutluluk yoluna adım atmaya?Gülay Atasoy / Zaman Gazetesi
 

kasif1

Well-known member



Aşk, ulvî bir duygudur. Ulvî duygular ise, her kula nasip olmuyor. Çünkü kâinat, bir aşk ve muhabbet neticesinde var olmuştur. İnsanın devamı da muhabbet neticesinde olmaktadır.
Allah Teâlâ, Kur'ân-ı Kerîm'de "Meveddet" kelimesi ile ifâde ediyor, kadın ve erkek arasındaki sevgiyi. Dolayısıyla aslolan sevgidir.
İnsan, nev-i şahsına münhasır bir varlık... Zıtlıkları, kendi içinde, aynı anda barındırabiliyor. Ulvî boyutu ile "eşref-i mahlûkât: yaratılanların en şereflisi", süflî boyutu ile "esfel-i sâfilîn: aşağılardan aşağı"... Hatta fıtratından çıkarsa "bel hüm edall: hayvandan da beter" olabiliyor. İnsanı dengede tutan şey, kulluğunun derecesidir. Kul olma arzusu ne kadar yüksekse, Mevlâ katında o denli yükseklerde oluyor. Veya ne kadar çok benlik kavgasından, dünya hırsından vazgeçebiliyorsa, o kadar ötelere sermaye gönderiyor.
Hayatının her safhasında bir denge içinde olması gereken insanın, kendisi için bir lütuf olan evlilik hususunda da âzamî bir titizlik göstermesi gerekmektedir. Evlilik, insana verilen en önemli fıtrî meyillerden biridir. Bu vesîle ile eşler de birbirleri için hem bir nîmet, hem de emânettir.
Hâdiseye sadece emânet penceresinden bakmak bile evlilik müessesesine ne kadar önem verilmesi gerektiğini ifâde için yeterli bir ölçüdür.
Yüce Rabbimiz'in âyet-i kerîme ile ifade ettiği, sevgi ve merhamet, iki taraf için yoktan var edilen bir duygudur. Zîra Cenâb-ı Hak:
"Sükûnet bulmanız için, size kendi cinsinizden eşler yaratması ve aranızda meveddet (aşk, sevgi) ve merhamet peydâ etmesi Allâh'ın delillerinden/mûcizelerindendir. Doğrusu bunda, iyi düşünen bir kavim için deliller vardır."(er-Rûm, 21) buyurmaktadır.
Bu âyet-i kerîmenin gerektirdiği bir davranış olarak Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, eşler hususunda çok hassas bir ikazda bulunmaktadır. Hadîs-i şerîfte her ne kadar "hanım" ifâdesi geçse de vurgulanmak istenen husus, aslında her iki tarafa da şâmildir: Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyuruyor:
"Bir kimse hanımına kin beslemesin. Onun bir huyunu beğenmezse, bir başka huyunu beğenir." (Müslim, Radâ, 61)
İnsanlar, her ne kadar evlenecekleri kimseleri kendileri seçiyormuş gibi görünse de, netice itibarıyla eşlerin birbiri ile karşılaşıp buluşması, gönüllerinin birbirine meyledip sonunda yuva kurmaları, hep İlâhî takdir iledir. Bu yüzden evlilik, bir bakıma insanın irâdesi dışında gelişip neticelenen farklı bir durumdur.
Herkes kendi evliliğini bir düşünsün! İlginç rastlantılar, beklenmeyen gelişmeler ve tevâfuklar neticesinde, belki de hiç ama hiç tanımadığımız bir insan karşımıza çıkıyor, onunla evleniyor, bir âile kuruyor ve hayatı paylaşıyoruz. Daha önce hiç bilmediğimiz bir insanla aramızda sarsılmaz bir bağ ve derin bir muhabbet peydâ oluyor. Bu hâdise, ilâhî bir takdirin tasarrufu olmadan bu şekilde gelişemez.
Sonra çocuklar oluyor; çocuklarımızla evliliğimiz taçlanıyor ve sanki evlendiğimiz insanla ta öteden beri berabermişiz gibi bir duygu içine giriyoruz.
Hâlbuki evlilik olmadan kafamızda binbir senaryo, plân ve proje vardı. Hayalimizde evleneceğimiz insanın muhtelif özellikleri vardı. Yahut evleneceğimiz insan veya âilesi hakkında "işte şöyle şöyle olmalı" gibi yığınla teferruat zihnimizde şekillenip durmuştu yıllarca... Bütün bunlar, nasibimizin tecellî etmesine kadar anlamlıydı. O tecellîden sonra hepsi mazinin tozlu raflarına karıştı.
Evliliklerin gerçekleşmesi farklı farklı oluyor. Bunlar bir arkadaş tavsiyesi ile bir görüşte âşık olmakla, âilelerin kararı ile ya da görücü dediğimiz usûl ile... Ancak bir gerçek var ki, o da evlenen insanların irâdesinin çok önemli olduğu ve mutlaka karşılıklı sevmenin, hoşlanmanın, evliliğin temelinin sağlam atılmasında mühim bir yeri olduğudur.
Allah, iki kişi arasında bir sevgi ve ülfet var ediyor. O sevgi, kulun irâdesi ile besleniyor; iki taraf da bu evliliğe îtina gösterirse o zaman o evlilik, bir cennet bahçesi hâline geliyor. Aksi hâlde acı bir imtihan...
Rûm Sûresi'nde geçen âyet-i kerîmeye tekrar dönecek olursak, evliliğin içinde barındırdığı derin mânâyı az da olsa idrâk edebiliriz. Âyet-i kerimede geçen üç önemli kavram var; "sükûnet", "meveddet" ve "rahmet".
Allah bu üç kavramı, kendi âyetlerinden, delillerinden, dolayısı ile ilâhî mucizelerinden saymaktadır. Ve bunlar, âile hayatının bir ömür boyu sürmesinde temel şifrelerdir. İnsan evlenirken evliliğini bu üç ana sütun üzerine inşa etmelidir. (bkz: Âilede Sükûn ve Merhamet, www.hasankamilyilmaz.com)
Sekînet safhası, evliliğin ilk yıllarını oluşturan ve eşlerin fizikî ve ruhî bakımdan birbirlerinde sükûnet buldukları, gözlerini dışa kapayıp âile yuvasına açtıkları ve sadece birbirlerini görmekle mutlu oldukları dönemdir. Hayatın hızlı akışı, organizmadaki hücrelerin hızlı bir biçimde yenilenmesi sâyesinde bu dönemde eşler, kendi içlerinde birbirlerine yetmekte ve problemlerini birlikte çözmektedirler.
Meveddet safhası, evliliğin çocuklarla süslendiği, eşlerin birbirlerine samimî bir dost ve arkadaş gibi hayatın zorluklarını paylaştıkları olgunluk dönemidir. Evliliklerinin ürünü olan çocuklarının şenlendirdiği ortamda âile yuvası, sevgi sıcaklığında kemâle erer. Gençlik, câhillik ve tecrübesizliğin ürettiği yanlış tavırlar azalmış, eşler birbirini iyice tanımış, sevgi ve îtimadın hâkim olduğu bir ortam doğmuştur. Bir yandan da eşlerin çocuklarını yavaş yavaş yuvadan uçurmaya hazırlandığı "hasad dönemi"dir bu dönem... Belki de âile saâdetinin en yüksek seviyede soluklandığı bir ortamdır. Yuvadan uçan yavruların huzur ve mutluluğunu görmek, ana yuvadaki meveddet ve muhabbeti artırır.
Rahmet safhası, gençlik ve olgunluğun ardından gelen, sekînet ve meveddetle yaşanan dönemden sonraki yaşlılık safhasıdır. Her şeyin aslına rücûu gibi insan da yaşlandıkça çocukluğuna geri döner. Bu, hem fizikî davranışlarda yardım ve desteğe muhtaç olmasını, hem de psikolojik olarak şefkat ve merhamet desteğine ihtiyaç duyması neticesini doğurur.
Evliliğin bu safhasında eşlerin münâsebetleri merhamet zeminine oturmaktadır. Çünkü birbirlerinin desteğine ihtiyaçları vardır. Birbirlerine ihtiyaçlarının daha iyi farkına varmışlar ve biri olmadan diğerinin hayatını sürdürmesinin zorluğunu anlamışlardır. Birbirlerine olan nazarları bile şefkat doludur. Birbirinin sesini duymak, nefesini hissetmek bile eşlerin bu safhadaki huzur ve mutlulukları açısından çok önemlidir. Kısaca, insan her zaman muhtaç bir varlıktır. Sevgiye, merhamete, şefkate muhtaçtır. Bunları en iyi göreceği yer âilesidir. Eşler, birbirlerini sevmeyi bir ibadet olarak düşünmeli ve o sevgi sayesinde ayakta kaldıklarını unutmamalıdırlar. Aşk, sükûna ermiş, sevgiye ve saygıya dönüşmüş bir duygu olursa, insanı Mevlâ'ya, dolayısıyla ebedî felâha götürür.



Duâmız


Rabbim! Kudretinle, kurumuş kemikler gibi ağaçları, çiçek çiçek tebessüm ettiriyorsun. Toprağa düşüp, gözlerden uzak olan tohumları yeniden gün yüzüne çıkarıyorsun.
Sen bir baharı, bir çiçeği yaratırcasına kolayca yarattığın gibi; eşimin getirdiği her gülden bir bahar tazeliğinde mutluluklar yarat bana!
Yüzümde bir gül gibi açtırdığın her gülücükten, eşimin gönlüne gül bahçelerinin ıtrını yay!. Yıllar geçtikçe üzerimize çöken puslu hazanların tesiriyle, unutkanlığın rüzgârında savurup dağıttığımız inceliklerimizi, kalplerimizin kuytularında unutup, karanlığa bıraktığımız muhabbet sözlerimizi; tohumlar gibi filizlendir, çiçekler gibi süsle!
Âmin.



 
çok güzel Allah sizden razı olsun Aşağıda ki alıntıda üzerinde konuşulması gereken bir mevzu


İnsanlar, her ne kadar evlenecekleri kimseleri kendileri seçiyormuş gibi görünse de, netice itibarıyla eşlerin birbiri ile karşılaşıp buluşması, gönüllerinin birbirine meyledip sonunda yuva kurmaları, hep İlâhî takdir iledir. Bu yüzden evlilik, bir bakıma insanın irâdesi dışında gelişip neticelenen farklı bir durumdur.





 
Üst