KİM TANIR KONYALI ZÜBEYİR’İ?
Zübeyir Gündüzalp...
1920’de Ermenek’te dünyaya gelir... Dedesi Zeyver ismini ona koyar... Lakin Bediüzzaman Hazretlerinin hizmetine girdikten sonra Üstad ismini Zübeyir olarak değiştirir..
Kafkas asıllıdır..
Sırayla önce Ermenek daha sonra Konya Postanesinde “maniple” olarak görev alır..
Risale-i Nurla tanışması da yine Konya’da Aziziye Cami çıkışında hemşehrisi Ahmet Kutlu efendi vasıtasıyla olur...
Konya’nın zenginlerinden olan Feyzi Halıcı Bey’in vasıtasıyla Nur derslerine başlayan Zübeyir Gündüzalp okumaktan ve derslerden aldığı feyz ile Emirdağ’a Üstad hazretlerini görmek için yola çıkar.Bu ziyaret sırasında tarif edilmez bir hal yaşar. Bu ziyaret sahnesini yanında bulunan kardeşlere şöyle anlatır:
-“Üstadı gördüğümde beni büyük bir ağlama ve hıçkırık tuttu. Bir türlü kendimi durduramıyordum. Üstad ağlamamı nazara almadan bana ders veriyordu. Derken namaz vakti gidi. Birlikte namaz kıldık. Fakat ağlama ve hıçkırık hali namazda da devam etti.”
...
Bu görüşmeden sonra tekrar Konya’ya dönen kumandan Risale-i Nurun ve diğer yuandan Üstadı ziyaretin verdiği manevi zevk ve şevkle adeta kendinden geçer.Memurluğa devam etmekle beraber hızlı bir hizmet temposuna girer.
“Ballar balını buldum/kovanım yağma olsun” diyen Yunus gibi o güne kadar okuduğu ve sakladığı kitapları terk eder.
Lebid’in kızının : “Ayetlere karşı bunların hükmü kalmadı” diyerek babasının şiirlerini Kabe duvarından indirdiği gibi hakikat cevherleriyle tanıştıktan sonra diğer kitaplar gözünden düşer..
...
TOZLU BARDAK:
Üstad bir GÜN Zübeyir Ağabeyle birlikte Santral Sabri’yi ziyarete giderler. Sabri Efendi evde yoktur. Biraz bekledikten sonra gelir Üstadı içeriye buyur eder. Üstad bu vefakar talebesinin evine girer oturur. Sabri Efendi Üstada süt ikram etmek ister. Köy yeri olduğunda bardaklar tozludur. Üstadın hassasiyetini bilen Zübeyir Ağabey kalkıp bardağı yıkamak ister . Fakat Üstad Zübeyir Ağabeyin ceketinden çekip oturtur.Sabri efendi mahcup olmasın diye sütü tozlu bardaktan içer.
...
Yine bir gün Zübeyir ağabey şöyle anlatır:
“Üstad nefsimizi terbiye ederdi. Ziyarete gelenler meyve gibi falan hediye getirirlerdi . Biz almıyorduk ama bazıları Üstada yalvarıp yakarıp bazılarını veriyorlardı.Üstad kabahati bizde buluyor:” Nefsiniz istedi ben de almak zorunda kaldım” derdi.
“Teberrüktür” diyerek gelen meyveyi tavana astırır,bir ay tefekkür etmek üzere tavanda asılı bırakırdı. Çürümek üzereyken aşağıya indirir. “Teberrük atılamaz” diyerek bize kabuğuyla beraber yedirirdi. Zehir gibi acısıyla tiksinerek onu öyle zorla yerdik ki ondan sonra gelecek bir ziyaretçinin önce elinde bir hediye olup olmadığına bakar,engellemeye çalışırdık.”
.........
“Dünyada mağrur olan kimse din yolunda selametle gidemez. Kendini gören kişi Hakkı göremez düsturunu ilke edinen ilim ayinesi,fena finnur,fena filüstad,fena fil hizmet olan bir zat Zübeyir Gündüzalp...
ŞABAN AKDAĞ AĞABEY ANLATIYOR:
Bir gün teksir için formaları tashihten geçirmesi gayesiyle Üstada getirdim.Baktım Zübeyir ağabey var. Geldim Zübeyir ağabeyin yanına oturdum.
“Şaban” dedi üstad, “Sen Zübeyir’i biliyor musun?”..
“Biliyorum Üstadım” dedim..
Yanında kulunç değneği vardı. Onu aldı. “Bu taş,bu kaya” diye başına vurmaya başladı. O hiç sesini çıkarmıyor. Vuruyor değnekle. “Camit bu.. Şaban bak! Bu hiç konuşmaz.”
O da öyle ciddiyetini bozmuyor kuzu gibi duruyor.
“Kardeşim Şaban! Bu ahmaktır!” dedi. “Hem öyle bir ahmak ki 30 lirayı bıraktı,30 kuruşa çalışıyor” Öyle kafasına vurup duruyor. Bizim jeton kalın düşmüyor ki.
Neyse gittim bir hafta sonra geldim. Kapıyı açtım.
“Şaban” dedi. “Sen benim Zübeyir’imi tanır mısın?”
“Tanıyorum Üstadım” dedim.
“Zübeyirim’i kainata değişmem” dedi.
Fesuphanallah... Hani taş idi, kaya idi? Şimdi kainata değişmiyor.
Cenab-ı Hak öyle bir feraset,öyle sadakat ve öyle meziyetler vermiş ki ne sayarsan say hepsi mevcut idi.
Hatta bir gün Zübeyir Ağabeyle bir mevzu geçmişti.onun üzerine demiştiki:
“ Kardeşim Şaban Risale-i Nur beni talebeliğine kabul etsin şu tuvaleti temizlesem razıyım!”
İşte hizmet anlayışı bu..
Allah bize de nasip etsin onun ferasetinden..
............................
MEHMET FIRINCI AĞABEY ANALATIYOR:
Ç ok kahraman bir insandı. Sık sık kahramanlık örnekleri gösterirdi. O tarihlerde bir gazetede : “Şimdi kim kaldı kahraman?” diye Müslümanları tezyif eden bir yazı çıkmıştı. Bu yazıyı duyunca çok sinirlendi.: “Ne demek kim kaldı? Ben varım!” diye haykırmıştı.
Cesaret ve şevk ruhunun hep canlı tutulmasını ister,söndürülmesine tahammül edemezdi.
.....
M.EMİN BİRİNCİ AĞABEY ANLATIYOR:
Allah rahmet etsin Mustafa Acet Emirdağ’da DİN GÖREVLİSİYDİ. Üstadın yanına gidip gelirdi. Üstad çoğu zaman onu evinde bırakır,Zübeyir ve Ceylan ağabeylerle kırlara giderdi. Bir gün Mustafa Acet: “Üstad hep sizi kırlara sefaya götürüyor,bizi de burada nöbetçi bırakıyor” diye şikayet etmişti.
Ertesi gün Üstad:
“Mustafa’mı da götürelim o da biraz sefa etsin demiş.
Onu da yanlarına alıp varacakları yere varmışlar. Üstad Zübeyir Ağabeyle Mustafa Acet’e bir köyden yoğurt alıp gelmelerini söylemiş. Beraber koşa koşa en yakın köye gitmişler. Orada yoğurt yok. Üstad koyun yoğurdu değil taze inek yoğurdu istermiş. Oradan bir başka köye gitmişler .. Yok.. Daha başkasına yine yok..
Böyle süratle birkaç köy dolaştıktan sonra nihayet bulmuşlar. Aradan birkaç saat geçmiş. Kan ter içinde dönmüşler. Gelir gelmez Üstad “Nerede kaldınız? Kaç sayfa okudunuz”diye çıkışmasın mı?
Mustafa Acet şaşırmış. Nerede kitap okuyacaklar koşmaktan canları çıkmış..
Üstad:”Ben tam 200 sayfa okudum” demiş. Onları zihinlerine başka bir şey girmesin diye yorarmış.. Tabi Zübeyir ağabey buna alışık. Mustafa Acet: “Sefanı sizin olsun” demiş.
...................
Zübeyir Ağabey diyor ki: “KİM TANIR KONYALI ZÜBEYİR’İ?
Yani bizi tanıyan seven, Üstad Bediüzzaman’dan dolayı sever” demek isterdi.
..................
ZÜBEYİR GÜNDÜZALP...
Baş hizmetkar... Kainata değişilmeyen talebe... Müceddid-i Azamın veziri...
Bin talebe kuvvetinde Muhabbet Fedaisi... Şaşmaz bir feraset...
Yanılmaz bir deha...
Fenafilüstad... Fenafinnur... Fenafilhizmet bir insan ötesi insan...
NURUN BÜYÜK KUMANDANI-İHSAN ATASOY
Zübeyir Gündüzalp...
1920’de Ermenek’te dünyaya gelir... Dedesi Zeyver ismini ona koyar... Lakin Bediüzzaman Hazretlerinin hizmetine girdikten sonra Üstad ismini Zübeyir olarak değiştirir..
Kafkas asıllıdır..
Sırayla önce Ermenek daha sonra Konya Postanesinde “maniple” olarak görev alır..
Risale-i Nurla tanışması da yine Konya’da Aziziye Cami çıkışında hemşehrisi Ahmet Kutlu efendi vasıtasıyla olur...
Konya’nın zenginlerinden olan Feyzi Halıcı Bey’in vasıtasıyla Nur derslerine başlayan Zübeyir Gündüzalp okumaktan ve derslerden aldığı feyz ile Emirdağ’a Üstad hazretlerini görmek için yola çıkar.Bu ziyaret sırasında tarif edilmez bir hal yaşar. Bu ziyaret sahnesini yanında bulunan kardeşlere şöyle anlatır:
-“Üstadı gördüğümde beni büyük bir ağlama ve hıçkırık tuttu. Bir türlü kendimi durduramıyordum. Üstad ağlamamı nazara almadan bana ders veriyordu. Derken namaz vakti gidi. Birlikte namaz kıldık. Fakat ağlama ve hıçkırık hali namazda da devam etti.”
...
Bu görüşmeden sonra tekrar Konya’ya dönen kumandan Risale-i Nurun ve diğer yuandan Üstadı ziyaretin verdiği manevi zevk ve şevkle adeta kendinden geçer.Memurluğa devam etmekle beraber hızlı bir hizmet temposuna girer.
“Ballar balını buldum/kovanım yağma olsun” diyen Yunus gibi o güne kadar okuduğu ve sakladığı kitapları terk eder.
Lebid’in kızının : “Ayetlere karşı bunların hükmü kalmadı” diyerek babasının şiirlerini Kabe duvarından indirdiği gibi hakikat cevherleriyle tanıştıktan sonra diğer kitaplar gözünden düşer..
...
TOZLU BARDAK:
Üstad bir GÜN Zübeyir Ağabeyle birlikte Santral Sabri’yi ziyarete giderler. Sabri Efendi evde yoktur. Biraz bekledikten sonra gelir Üstadı içeriye buyur eder. Üstad bu vefakar talebesinin evine girer oturur. Sabri Efendi Üstada süt ikram etmek ister. Köy yeri olduğunda bardaklar tozludur. Üstadın hassasiyetini bilen Zübeyir Ağabey kalkıp bardağı yıkamak ister . Fakat Üstad Zübeyir Ağabeyin ceketinden çekip oturtur.Sabri efendi mahcup olmasın diye sütü tozlu bardaktan içer.
...
Yine bir gün Zübeyir ağabey şöyle anlatır:
“Üstad nefsimizi terbiye ederdi. Ziyarete gelenler meyve gibi falan hediye getirirlerdi . Biz almıyorduk ama bazıları Üstada yalvarıp yakarıp bazılarını veriyorlardı.Üstad kabahati bizde buluyor:” Nefsiniz istedi ben de almak zorunda kaldım” derdi.
“Teberrüktür” diyerek gelen meyveyi tavana astırır,bir ay tefekkür etmek üzere tavanda asılı bırakırdı. Çürümek üzereyken aşağıya indirir. “Teberrük atılamaz” diyerek bize kabuğuyla beraber yedirirdi. Zehir gibi acısıyla tiksinerek onu öyle zorla yerdik ki ondan sonra gelecek bir ziyaretçinin önce elinde bir hediye olup olmadığına bakar,engellemeye çalışırdık.”
.........
“Dünyada mağrur olan kimse din yolunda selametle gidemez. Kendini gören kişi Hakkı göremez düsturunu ilke edinen ilim ayinesi,fena finnur,fena filüstad,fena fil hizmet olan bir zat Zübeyir Gündüzalp...
ŞABAN AKDAĞ AĞABEY ANLATIYOR:
Bir gün teksir için formaları tashihten geçirmesi gayesiyle Üstada getirdim.Baktım Zübeyir ağabey var. Geldim Zübeyir ağabeyin yanına oturdum.
“Şaban” dedi üstad, “Sen Zübeyir’i biliyor musun?”..
“Biliyorum Üstadım” dedim..
Yanında kulunç değneği vardı. Onu aldı. “Bu taş,bu kaya” diye başına vurmaya başladı. O hiç sesini çıkarmıyor. Vuruyor değnekle. “Camit bu.. Şaban bak! Bu hiç konuşmaz.”
O da öyle ciddiyetini bozmuyor kuzu gibi duruyor.
“Kardeşim Şaban! Bu ahmaktır!” dedi. “Hem öyle bir ahmak ki 30 lirayı bıraktı,30 kuruşa çalışıyor” Öyle kafasına vurup duruyor. Bizim jeton kalın düşmüyor ki.
Neyse gittim bir hafta sonra geldim. Kapıyı açtım.
“Şaban” dedi. “Sen benim Zübeyir’imi tanır mısın?”
“Tanıyorum Üstadım” dedim.
“Zübeyirim’i kainata değişmem” dedi.
Fesuphanallah... Hani taş idi, kaya idi? Şimdi kainata değişmiyor.
Cenab-ı Hak öyle bir feraset,öyle sadakat ve öyle meziyetler vermiş ki ne sayarsan say hepsi mevcut idi.
Hatta bir gün Zübeyir Ağabeyle bir mevzu geçmişti.onun üzerine demiştiki:
“ Kardeşim Şaban Risale-i Nur beni talebeliğine kabul etsin şu tuvaleti temizlesem razıyım!”
İşte hizmet anlayışı bu..
Allah bize de nasip etsin onun ferasetinden..
............................
MEHMET FIRINCI AĞABEY ANALATIYOR:
Ç ok kahraman bir insandı. Sık sık kahramanlık örnekleri gösterirdi. O tarihlerde bir gazetede : “Şimdi kim kaldı kahraman?” diye Müslümanları tezyif eden bir yazı çıkmıştı. Bu yazıyı duyunca çok sinirlendi.: “Ne demek kim kaldı? Ben varım!” diye haykırmıştı.
Cesaret ve şevk ruhunun hep canlı tutulmasını ister,söndürülmesine tahammül edemezdi.
.....
M.EMİN BİRİNCİ AĞABEY ANLATIYOR:
Allah rahmet etsin Mustafa Acet Emirdağ’da DİN GÖREVLİSİYDİ. Üstadın yanına gidip gelirdi. Üstad çoğu zaman onu evinde bırakır,Zübeyir ve Ceylan ağabeylerle kırlara giderdi. Bir gün Mustafa Acet: “Üstad hep sizi kırlara sefaya götürüyor,bizi de burada nöbetçi bırakıyor” diye şikayet etmişti.
Ertesi gün Üstad:
“Mustafa’mı da götürelim o da biraz sefa etsin demiş.
Onu da yanlarına alıp varacakları yere varmışlar. Üstad Zübeyir Ağabeyle Mustafa Acet’e bir köyden yoğurt alıp gelmelerini söylemiş. Beraber koşa koşa en yakın köye gitmişler. Orada yoğurt yok. Üstad koyun yoğurdu değil taze inek yoğurdu istermiş. Oradan bir başka köye gitmişler .. Yok.. Daha başkasına yine yok..
Böyle süratle birkaç köy dolaştıktan sonra nihayet bulmuşlar. Aradan birkaç saat geçmiş. Kan ter içinde dönmüşler. Gelir gelmez Üstad “Nerede kaldınız? Kaç sayfa okudunuz”diye çıkışmasın mı?
Mustafa Acet şaşırmış. Nerede kitap okuyacaklar koşmaktan canları çıkmış..
Üstad:”Ben tam 200 sayfa okudum” demiş. Onları zihinlerine başka bir şey girmesin diye yorarmış.. Tabi Zübeyir ağabey buna alışık. Mustafa Acet: “Sefanı sizin olsun” demiş.
...................
Zübeyir Ağabey diyor ki: “KİM TANIR KONYALI ZÜBEYİR’İ?
Yani bizi tanıyan seven, Üstad Bediüzzaman’dan dolayı sever” demek isterdi.
..................
ZÜBEYİR GÜNDÜZALP...
Baş hizmetkar... Kainata değişilmeyen talebe... Müceddid-i Azamın veziri...
Bin talebe kuvvetinde Muhabbet Fedaisi... Şaşmaz bir feraset...
Yanılmaz bir deha...
Fenafilüstad... Fenafinnur... Fenafilhizmet bir insan ötesi insan...
NURUN BÜYÜK KUMANDANI-İHSAN ATASOY