Kudüs Ve Mescid-i Aksa Kırk Yıldır İşgal Altında

molla_zehra

Well-known member
Hz. Peygamber’in 23 yıllık peygamberlik sürecinde 23 yıllık namazlarının 14 yılını ona doğru yönelerek kıldığı mukaddes mekan, etrafı mübarek kılınmış mescid ve kutsal şehir Kudüs, ikinci kez hem de kırk yıldan beri işgal altında...

İslam’ın Hz. Ömer devrinde fiilen teslim aldığı bu peygamber mirası mukaddes Kudüs 1099 yılında haçlılar tarafından ilk işgaline uğradığında İslam dünyası aynen bugüne benzer büyük sıkıntıları yaşıyordu. İslam hilafeti aslî otoritesini kaybetmemekle birlikte büyük bir idari zafiyet içine düşmüş ağırlığını kaybetmişti. O gün de İslam dünyası aynen bugün gibi birçok devletten meydana gelmekteydi. Hatta bu devletler birbiriyle uğraşmakta ve birbirlerinin hayatına kastetmeye çalışmaktaydılar. İşgal bu sıkıntılı ortamda gelmiş ve 1099’dan 1187 yılına kadar tam 88 yıl sürmüştü. Bu müddet içinde İslam dünyası büyük bir hüzün yaşadı. Kudüs adı geçtiğinde kimsenin yüzü gülmedi, ağzını bıçak açmadı. Hatta büyük devlet adamı Salahaddin el-Eyyubî’nin yüzünden hüzün döküldüğünü gören ilim adamları ve devlet ricali Salahaddin’e İslam’ın tebessüme verdiği önemden ve tebessümün faziletinden söz ettiklerinde onlara son derece anlamlı ve o günlerde İslamî endişe taşıyan bir Müslüman’ın duygularını gerçek anlamıyla yansıtan şu sözlerle cevap vermişti:

“Kudüs işgal altında iken bir Müslüman nasıl olur da gülebilir; Kudüs işgal altında iken bir Müslüman nasıl olur da rahat uyku uyuyabilir; Kudüs işgal altında iken bir Müslüman nasıl olur da rahat bir yemek yiyebilir ve rahatça bir su içebilir…”

İşte bugün de o gündür. Kudüs işgal altında iken bir Müslüman nasıl olur da Kudüs’ün esaretini düşünmeyebilir… Nasıl olur da bu işgale karşı tavır takınmayabilir… Nasıl olur da Siyonizm’e ve İsrail işgal kuvvetlerine karşı direnen Filistinlileri yalnız bırakabilir… Kudüs işgal altında iken bir Müslüman nasıl olur da bu işgalin kalkması için bir taş atmaktan üşenebilir. Kudüs işgal altında iken bir Müslüman nasıl olur da yediği ekmeğinin yarısını Filistinli bir kardeşiyle paylaşmaktan uzak durabilir… Kudüs işgal altında iken, siyonizmin zulmü bütün ecrâmıyla devam ederken, her gün bir çok Müslüman hayatını kaybederken bir Müslüman nasıl olur da bu olaylar karşısında suskun kalabilir.

Kudüs’ün işgalinin 40.yılında bütün bir ümmet olarak ayağa kalkmak ve Kudüs için haykırmak zorundayız. Bu işgalin verdiği kırk yıllık dert ve kederin altında ezilmeden bilinçli bir Müslüman tavrıyla suskunluğumuzu giderecek zafer meşalelerini ateşleyelim.

“Farzet ki körsün, bir taş al ve at…” diyen merhum Zarifoğlu’nun bu dizeleri kulaklarımızda çınlamalı… Kudüs’ün işgalden kurtulması için bir şeyler yapmamız gerekmez mi? Bu zalim Siyonist ırkçı ve faşist işgal, ilk Haçlı işgalinde olduğu gibi 88 yıl mı sürecek… Bu müddetin 40 geçti deyip de oturup bir 48 yıl daha mı bekleyeceğiz? Yoksa bu ümmetin ilk kıblesi olan bu mübarek şehri mutlaka ve ne pahasına olursa olsun özgürlüğüne kavuşturmak için bize düşen görevi yerine getirecek miyiz?


Kudüs

Yahudileştirilme Tehdidi Altında

Siyonistler kırk yıldır devam eden işgal ile bu mübarek şehri Yahudileştirmek ve asıl kimliğinden sıyırarak İslâm’dan ve Müslümanlardan temizlemek için hile ve tuzaklar kuruyorlar; bu şehre ve mazlum halkına karşı şenaatlerini bütün dünyanın gözü önünde yapıp ettikleri halde cümle âlemin gözünün içine bakarak yalan söylüyor ve dünyayı aldatmaya devam ediyorlar.

İşgal kuvvetleri bu Müslüman şehri Yahudileştirerek kutsal mekan Mescid-i Aksa’yı zaman içinde yıkıp yerine Süleyman mabedini kurma planlarını sürdürüyorlar.

Ama bütün bu sıkıntı ve işgalin getirdiklerine rağmen Kudüs halkı kırk yıldan beri direniyor. 7 Haziran 1967’den beri süren bu kırk yıllık kuşatma ve işgale rağmen direnen bir Müslüman Kudüs var. Açlığa, işsizliğe, ölüme ve saldırılara karşı bütün azmiyle direnen Kudüs, Yahudileştirilme tuzağına karşı gün geçtikçe daha bir İslamî kimliğe bürünüyor. Aksa’nın koruyucu melekleri, taş atan ebabil kuşları, her gün biraz daha şahlanarak güç kazanıyorlar. Direnişin sembolleri olan bu çocuklar, gençler ve kadınlar tarih yazıyor.

Salahaddin’in yanında Hıttin’de başarıya giden muttaki ve yiğit direniş ordusu bugün aynen direnmeye devam ediyor. Bu işgal kırk yıldır sürerken Yahudilerin kırk yıldır süren küstah hülyaları her gün biraz daha sönüyor. Bütün dünyayı arkasına alıp İslam’ı ve Müslümanları Kudüs’ten atmaya çalışan Yahudiler her gün biraz daha Mescid-i Aksa’nın altını oymaya ve çökertmeye çalışırken dışarıdaki direnişin önüne geçemiyor. Bu mübarek mekânın altını bir köstebek yuvasına çevirerek Müslümanların gözünden uzak bir hafriyatı yeraltında gözden kaçırıp sürdürmeye çalışırken dışarıdaki ümmet evladının direnişine engel olamayan Siyonistler zaman zaman çılgına dönüyorlar.

Kırk Yıl geçti ama ne yazık ki Kudüs hâlâ esir ve bir türlü özgürlüğüne kavuşamadı. Bugün için bu işgali kıramıyor ve Kudüs’ü özgürlüğüne kavuşturamıyorsak da 7 Haziran 2007 günü özgürlük ve direniş meş’alelerini yakalım… İşgal altındaki mukaddes şehrimiz Kudüs için her bir Müslüman’ın yapabileceği şeyler var… Kudüs, bu ümmetin ilk kıblesi olarak mutlak surette özgürlüğüne kavuşturulması gerektiğine ve bu görev de kaçınılmaz olarak Müslümanlardan başka kimseye ait olmadığına göre, işte bu sorumluluk bize, hepimize, tüm dünya Müslümanlarına, bütün İslam ümmetine düşmektedir.

Bu dava sadece Filistinlilerin veya sadece Arapların davası değildir. Bu dava bütün İslam ümmetinin davasıdır. Bu davayı sahiplenmek her Müslüman ferdin görevidir.

Hz. Peygamberin(s.) ifadesiyle üç kutsal beldeden ve üç mübarek şehirden birisi olan Kudüs ve Mescid-i Aksa’nın Yahudi işgali altında sonsuza kadar kalmaması gerektiği bilincini her zaman kuşanmış olarak hazır durmamız lazım. Bu beldemizin bir an evvel özgürlüğüne kavuşturulması gerektiğini hiçbir an zihnimizden çıkarmamalıyız. Bu bizim asli görevimizdir. Filistinli direnirken, sıkıntı çekerken, zulüm ve işkence görürken, her gün evlerinde saldırıya uğrarken, evleri başlarına yıkılırken, yıkılan evlerinin enkazı içinde okul kitaplarını ve oyuncaklarını ararken ve onlar bütün bu zulme karşı direnip taş atarken, bundan dolayı yetim kalırken, öksüz bırakılırken, annesi veya babası zindanda yaşarken, yollardan toplanıp götürülürken, Muhammed Dürre gibi babasının kucağında öldürülürken, Ahmet Yasin gibi cami çıkışında tekerlekli sandalyesinde şehid edilirken biz Türkiyeli Müslümanlar olarak rahat koltuk ve yataklarımızda rahatça uzanıp keyfimize bakamayız.

Filistinliler bedel ödedi, can ve kan kaybettiler. Şehid edilenler içinde her biri bir dünyaya bedel yiğit Müslümanlar var. Fethi Şikaki’yi, Yahya Ayyaş’ı, Halil el-Vezir’i, Ebu İyad Salah Halef’i, Cemal Mansur’u, Salahaddin Derveze’yi, Cemal Selim’i, Mahmud Ebu Hanud’u ve büyük mücahid Ahmet Yasin ile halefi Prof.Dr. Abdülaziz Rantisi’yi unutamayız.

İşte bu aziz şehidler için, işgal edilmiş bir toprak parçamız için, kutsal mescidimiz için bir şeyler yapmak zorundayız. Hiçbir şey yapmasak en azından Kudüs’ün işgalinin kırkıncı yılı münasebetiyle bu işgali gündeme getirip Siyonistlerin zulmünü kınamalıyız. Bu konuda yazı yazabilenlerimiz yazmalı, söz gücü olanlarımız bunu kitlelere anlatmalı, hiçbir şey yapamıyorsak 7 Haziran gününden itibaren Kudüs’ün işgalini gündeme getirip tüm Müslümanları uyarmalıyız. Kudüs’e karşı bigane kalmamalıyız…

Kudüs’ün doğusunda tek bir Yahudi yokken kırk yılda önemli bir kısmına zorbalıkla yerleştiler. İşgalden yirmi gün sonra Kudüs’ün doğusu ve batısıyla İşgal Devletinin başkenti olduğunu ilan ettiler. O tarihten beri bu mukaddes şehrin demografik yapısını değiştirip Yahudileştirmek için şehrin haritasını altüst ettiler. O tarihe kadar Müslümanların büyük bir çoğunluğu oluşturduğu şehrin doğusunda İslamî miras ve kültürü silmeye çalıştılar. Şehrin dışında kalan Yahudi mahallelerini şehrin içine alan bir kararla Kudüslü olmayan Yahudileri zorla bu şehrin sakinleri yaptılar. Şehri Yahudileştirme planları çerçevesinde İslamî vakıflar üzerindeki baskılar ve Müslümanların mallarına el koymak suretiyle tam bir işgal kuvveti zorbalığıyla şehrin her şeyini tersyüz ettiler. Ama bu olup bitenlerin hiç birisi hukuka uygun olmayıp zulüm örnekleri sergilenerek gerçekleştiriliyordu. İşgalden hemen sonra Yahudilerin yaptığı ilk iş Mescid-i Aksa’nın yanıbaşındaki el-Mağaribe mahallesini işgal ederek orada yaşayan Fas ve Cezayirli mücavir Müslümanların evlerine el koyarak kazı işlerini başlatmak oldu. Diğer Müslümanların ve hatta Hıristiyanların oturdukları ev ve sokakları zorla boşaltarak buralara Yahudi okulları açtılar.

Bütün bunlar yetmiyormuş gibi zulmün en şiddetlisine girişerek işgalden iki yıl sonra Mescid-i Aksa’yı ateşe vererek kısmen tahrip edip Salahaddin el- Eyyubî’nin yadigarı olan minberi ateşe verdiler. Bu saldırıların sonu gelmedi, hala devam ediyor. Kudüs’ün yarası hala kan akıtıyor… Toprakları işgal edilmiş bir halk yok edilmek üzere iken direnip de hakkını aradığı için bunlara “terörist” veya “militan” deniyor. Bu sözlerle, insafsız ve ahlâktan yoksun medya kamu oyunda onları mahkum edip haksız ve saldırgan göstermeye çalışıyor. Halbuki asıl saldırgan ve terörist olanlar, yüzyıllardır, hatta binlerce yıldır burada yaşayan ve bölgenin asıl sahipleri olan bir halkı ülkelerinden atmaya çalışan gaddar ve zalim Siyonistlerdir. Kırk yıldır insan haklarını ihlal eden ve durmadan insanlık suçu işleyen bu ‘aşağılık maymunların’ torunları suçlarını ne zaman itiraf edecek veya onlar itiraf etmese bile dünya kamuoyu bu durumu ne zaman anlayacaktır.

Taş atmaktan başka imkan ve silahı olmayan minik çocuklara en gelişmiş otomatik silahlarla saldıranlar mı militan, yoksa evi yıkılıp da okul kitaplarını evinin enkazı altında arayan o minik çocuklar mı militan ve terörist? Hiçbir güç dengesinin söz konusu olmadığı bu iki kesimin mücadelesi sürecek ama bu şartlar altında sürecek. Bir taraf en mücehhez ordu ve silahlarla saldırıyor, ev yıkıyor, çocuk öldürüyor, kadınlara zulmediyor ve ihtiyarları kurşunluyor, diğer taraf ise kendini savunmak için cılız bir karşılıkla top, tank ve uçaklara sadece taş atabiliyor. Ama faziletli Rachel Corrie hariç hiçbir batılının kılı kıpırdamıyor.

Diğer taraftan, Sabra ve Şatilla’da, Cenin’de, el-Halil’de ve Ramallah’ta yapılan katliamlar birkaç kez Lübnan’da da tekrarlandı. İşgal edilmiş toprakların her noktasında hemen her gün küçük yada büyük çapta yapılan saldırılarla katledilen mazlum Filistinlilerin hukukunu kim koruyacak? Dünyanın her tarafından taşınıp getirilen Yahudilerin yerleştirildikleri yerler kime aittir, diye soran olmayacak mı bir gün?


Kudüs’ü Salih Kullar Kurtacak


Aslında Kudüs Yahudilerin değil, Hz. Adem’den beri gelen tevhidin temsilcisi peygamberlerin mirasıdır. Bu miras nesilden nesle Allah’a itaat eden salih kullara devredilmiş ve onlar buna sahip olmuşlardır.

Allah bu kutsal toprakların daima salih kimselerin yönetiminde kalmalarını irade buyurmuş, fasık ve zorbaların hakimiyetine geçen bu toprakların tekrar peygamberlerin veya peygamber mirasçılarının eline geçmesini istediğinden dolayı sık sık bu bölgeye peygamberler gönderip hep onları uyarmıştır. Hz.Musa’dan sonra gelen ve İsrailoğullarına mensup bir çok peygamber’in içinde Davut ve ardından Süleyman’ın gelip bu topraklarda Allah’ın şeriatıyla güçlü bir devlet olarak hükmetmelerinin sebebi budur. Davud öncesinde de Allah İsrailoğullarını tekrar küfre karşı cihad etme hususunda imtihan etmiş ve onlara Talut’u hükümdar olarak tayin etmişti. Fakat yine itaat etmeyip isyan ederek bu mukaddes topraklar uğruna savaşmaktan kaçınmışlardı. İşte bütün bu olaylar çerçevesinde Davud ve Süleyman(a.s)’dan sonra bu kutsal mekan ve toprakların mutlaka mümin ve muvahhidlerin yönetiminde olması gerektiğini anlıyoruz. Kâfir ve müşriklerin bu topraklar üzerinde velayet hakları olmamalıdır. Özellikle daha sonra Zekeriyya ve Yahya (a.s)’ı öldüren kitlenin bu topraklar üzerinde velayet hakkına sahip olamayacakları açıktır.

Yahudilerin bu topraklara Hz. Musa zamanında sahip çıkmayıp “Git sen ve Rabbin savaşınız” diyerek bu kutsal mekanları korumaya yanaşmamalarının sonucu ellerinden alınmış, hatta bu fırsat ellerine birkaç kez geçmesine rağmen aynı isyan ve korkaklığı gösterdiklerinden dolayı artık bu mescid ve çevresi hakkında hiçbir sahiplik iddiasında bulunamayacaklarını Cenab-ı Allah onlara defalarca bildirmiştir. Buna rağmen çağımızda dünyayı fesada boğarak Filistin’i işgal edip bunca insanın kanına girmeleri, boşuna günah çıkartma gayret ve iki yüzlüklerinden başka bir şey değildir.

Diğer taraftan Kudüs’ün son ve haklı mirasçıları olan Müslümanların da buradaki mescidi, Hz.Ömer zamanında İslam toprağı olmasından sonra iki kez başkalarına kaptırmış olmaları salahtan uzaklaşmalarından kaynaklanmaktadır. Yukarıda ifade ettiğimiz şekilde yeryüzüne salih kullar mirasçı olurlar. Fakat salahı kaybedip İslam’a ve tevhide olan bağlılığı bırakıp yanlış yollara sapınca Allah’ın hikmetiyle bu kutsal mekanlar ellerinden çıkıp Buhtunnasır ve Romalıların eline iki kez geçtiği gibi Müslümanlar zamanında da kendilerinden daha zalim kavimlerin eline geçmiştir. Galiba Haçlı seferleri sırasında ve bu dönemde Mescid-i Aksa’nın, o gün Haçlıların ve bugün Yahudilerin eline geçmesinin hikmeti de Müslümanların İslam’a olan bağlılıklarını bu iki dönemde de kaybetmeleridir.

Böylece kutsal mekanları salih kullar sahiplenirse kutsallıklarına paralel olarak korunurlar. Temennimiz İslam dünyasındaki uyanış ve direniş hareketlerinin gittikçe güç kazanması, bu kutsal mekânların tekrar Allah’ın kendilerinden razı olduğu salih kulların eline geçmesidir. Bunun ilk işaretlerinin görülmeye başlanmış olması bu ümidi daha da arttırmaktadır. İslam dünyasında gittikçe güçlenen Müslümanlar bir gün mutlaka işgal altındaki bu toprakları kurtaracak ve yeniden salih kimseler ve müminler yeryüzüne mirasçı olacaklardır. Üzerlerine zillet ve meskenet damgası vurulmuş olan korkak Yahudilerin Filistin’i boydan boya bölen utanç duvarını yapmalarının sebebi bu toprakların öte tarafında saklanmak içindir. Batı yakasında barınamayacaklarını anladıkları için bu duvarı inşa ettiler.

Kırk yıldır süren bu işgale ‘dur’ demenin tam zamanıdır şimdi. Bütün bir İslam dünyasında “işgale hayır” meşalelerini yakıp tüm cihana bu işgale son verilmesi ve Kudüs’ün özgürlüğüne kavuşturulması mesajını vermenin zamanıdır. Kudüs için hepimizin yapabileceği çok şey vardır… Bu kırk yıllık işgal sona ermeden İslam dünyasının başını dik tutması mümkün değildir.

AHMET AĞIRAKÇA_________________________________________________Kudüs Davası Hakkında Söylenenler

Kudüs'ün eski müftüsü Sa'duddin el-Alemi Kudüs davası hakkında şöyle diyor: "Müslümanların ilk kıblelerini ve Hz. Muhammed (s.a.s.)'in isra ve mirac mekanını savunmak bütün Müslümanların üzerine farzdır. Bu itibarla ben dünyadaki bütün Müslümanlara Kudüs ve Mescidi Aksa davasının birinci davaları olduğunu hatırlatmak istiyorum. Bu dava ancak Kudüs'ün tamamen kurtarılması ve gasp edilmiş hakkın geri alınması ile çözümlenebilir."

Fas Alimler Birliği üyesi ve Fas Üniversitesi Şeriat Fakültesi öğretim görevlilerinden olan Prof. Dr. Yusuf el-Kettani de şöyle diyor: "Filistin, Kudüs-i Şerif ve Mescidi Aksa davası gerçekte dünyanın doğusundaki ve batısındaki bütün Müslümanların birinci davalarıdır."

el-Aksa Cemiyeti üyelerinden Raid Salah şöyle diyor: "Bir bedenin hayatının kalbe bağlı olduğu sözü eğer doğruysa biz de diyoruz ki, Filistin halkının hayatı da onun kalbi olan Kudüs-i Şerif'e bağlıdır. Şunu açıkça vurguluyoruz ki Filistin halkının konumu kalbinin gücüyle güçlenmekte ve onun zayıflamasıyla zayıflamaktadır. Arap dünyasının ve İslam dünyasının konumu da kalbinin güçlenmesiyle güçlenir, onun tehlikeye düşmesiyle tehlikeye düşer. İslam dünyasının kalbi de peygamberler diyarı, Resulullah (s.a.s.)'in isra ve mirac mekanı, Hz. İsa (a.s.)'ın beşiği olan Kudüs-i Şerif'tir. İşte Kudüs bu derece değerli bir konumdadır."

Kudüs'ün ileri gelen alimlerinden Cemil Hamami de "Önce Kudüs!" törenlerinde yaptığı konuşmada şöyle demişti: "Kudüs bizim için Allah'ın kitabında yer alan bir ayettir. Onun hakkında kusur edilmesi Allah'ın kitabına karşı kusur edilmesi demektir. Kudüs bizim için tarih ve imandır. Resulullah (s.a.s.) bir gece vakti oraya yürütüldü ve böylece isra olayı bizim imanımızdan bir parça haline geldi."
 
Üst