Kur'an Eczanesi Yazıları Serbest Kürsü Bölümüne Gelen Yazılardan Seçmeler 2

Kur'an Eczanesi

New member
KADER RİSALESİNDEN

Hiç bir şey yoktur ki, hazineleri Bizim yanımızda olmasın. Her şeyi Biz belirli bir miktar ile indiririz. (Hicr Suresi: 21.)

Biz her şeyi Levh-i Mahfuzda tek tek yazdık. (Yasin Suresi)

[Kader İle Cüz'-i İrade, İki Mühim Meseledir. Ona Dair Dört Bahis İçinde Birkaç Sırlarını Açmağa Çalışacağız.]

BİRİNCİ BAHİS: Kader ve cüz'-i irade, İslâmiyet’in ve imanın nihayet hududunu gösteren, hali ve vicdanî olarak imanın kısımlarındandır. Yoksa ilmî ve nazarî değillerdir. Yani mü'min her şeyi, hatta fiilini, nefsini Cenab-ı Hakk'a vere vere, ta nihayette teklif ve mesuliyetten kurtulmamak için "Cüz'-i irade " önüne çıkıyor. Ona "Mesul ve mükellefsin" der. Sonra, onun yaptığı iyilikler ve kemalâti ile mağrur olmamak için, "Kader" karşısına geliyor. Der: "Haddini bil, yapan sen değilsin." Evet, kader, cüz'-i irade; iman ve İslâmiyet’in nihayet mertebesinde... Kader, nefsi gururdan ve cüz'-i irade, mesuliyetsizlikten kurtarmak içindir ki, imani meselelere girmişler.

Yoksa inatçı nefsi emmarelerin işledikleri kötülüklerin mesuliyetinden kendilerini kurtarmak için kadere yapışmak ve onlara ikram olunan iyilikle iftihar etmek, gururlanmak, cüz'-i iradeye istinat etmek; bütün bütün kaderin sırrına ve cüz'-i iradenin hikmetine zıt bir harekettir. Evet, manen terakki etmeyen avam(halk) içinde kaderin kullanıldığı yer var. Fakat o da mazi ve musibetlerdedir ki, ümitsizliğin ve hüznün ilâcıdır. Yoksa günah, isyan ve istikbale ait değildir ki, sefahate ve tembelliğe sebep olsun. Demek kader meselesi, teklif ve mesuliyetten kurtarmak için değil, belki fahir ve gururdan kurtarmak içindir ki, imana girmiş. Cüz'-i irade, kötülüklere kaynak olmak içindir ki, akideye dâhil olmuş. Yoksa iyiliklere sebep olarak firavunlaşmak için değildir.


Evet, Kur'anın dediği gibi, insan kötülüklerinden tamamen mesuldür. Çünkü kötülüğü isteyen odur. Kötülük tahribat nev'inden olduğu için, insan bir fenalık ile çok tahribat yapabilir. Müthiş bir cezayı hak eder. Bir kibrit ile bir evi yakmak gibi. Fakat iyiliklerde iftihara hakkı yoktur. Onda onun hakkı pek azdır. Çünkü hasenatı isteyen, gerektiren rahmet-i İlahiye ve icat eden kudret-i Rabbaniyedir. Sual ve cevab, çağıran ve sebep, ikisi de Hak'tandır. İnsan yalnız dua ile iman ile şuur ile rıza ile onlara sahip olur. Fakat kötülüğü isteyen, insanın nefsidir (ya istidat ile ya irade ile). Nasıl ki beyaz, güzel güneşin ışığından bazı maddeler siyahlık ve kokuşma suretini alır. O siyahlık, onun istidadına aittir. Fakat o kötülüğü, çok maksatları olan bir kanun-u İlahî ile icat eden yine Hak'tır. Demek sebebiyet ve sual nefistendir ki, mesuliyeti o çeker. Hakk'a ait olan yaratma ve icat ise, daha başka güzel netice ve meyveleri olduğu için güzeldir, hayırdır. İşte şu sırdandır ki: Şerri işlemek, şerdir; şerrin yaratılması, şer değildir. Nasıl ki pek çok faydaları haiz olan bir yağmurdan zarar gören tembel bir adam diyemez: "Yağmur rahmet değil." Evet, halk ve icadda bir cüzî şer ile beraber çok hayır vardır. Bir cüzî şer için çok hayrı terk etmek çok büyük bir şer olur. Onun için o cüzî, şer hayır hükmüne geçer. İcadı İlahîde şer ve çirkinlik yoktur. Belki, kulun işlemesine, kazanmasına ve istidadına aittir. Hem nasıl ki kader-i İlahî, netice ve meyveler itibariyle şerden ve çirkinlikten münezzehtir. Öyle de: İllet ve sebep itibariyle dahi, zulümden ve çirkinlikten mukaddestir. Çünkü kader, hakikî sebeplere bakar, adalet eder. İnsanlar zahirî gördükleri sebeplere, hükümlerini bina eder; kaderin aynı adaletinde zulme düşerler. Meselâ: Hâkim seni hırsızlıkla mahkûm edip hapsetti. Hâlbuki sen hırsız değilsin. Fakat kimse bilmez gizli bir katlin var. İşte kader-i İlahî dahi seni o hapisle mahkûm etmiş. Fakat kader, o gizli katlin için mahkûm edip adalet etmiş. Hâkim ise, sen ondan masum olduğun hırsızlığa binaen mahkûm ettiği için zulmetmiştir. İşte bir şey de iki cihetle kader ve icadı İlahînin adaleti ve insan fiilinin zulmü göründüğü gibi, başka şeyleri buna kıyas et. Demek kader ve icadı İlahî; başı ve sonu, aslı ve ayrıntısı, sebepleri ve neticeleri itibariyle şerden ve çirkinlikten ve zulümden münezzehtir.

Eğer denilse: "Madem cüzi iradenin icada kabiliyeti yok. İtibarî bir kanun hükmünde olan fiilden başka insanın elinde bir şey bulunmuyor. Nasıl oluyor ki, Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan'da, Hâlık-ı Semavat ve Arz'a karşı, insana asi ve düşman vaziyeti verilmiş. Hâlık-ı Arz ve Semavat, ondan azim şikâyetler ediyor. O asi insana karşı mü'min kuluna yardım için kendini ve meleklerini bu konuda çok uyarıyor. Ona azim bir ehemmiyet veriyor."

El cevab: Çünkü küfür ve isyan ve kötülük,tahriptir, âdemdir(yokluk). Hâlbuki azim tahribat ve hadsiz âdemler, bir tek itibarî işe ve ihmal edilen bir işe bağlı olarak meydana gelebilir. Nasıl ki bir azim sefinenin dümencisi, vazifesini ifa etmemekle yani terk etmekle, sefine batıp bütün hademelerin gayretlerinin neticeleri iptal olur. Bütün o tahribat, bir ihmale bakıyor. Öyle de: Küfür ve isyan, âdem ve tahrip nev'inden olduğu için, cüzi irade nisbi bir emir ile onları tahrik edip müthiş neticelere sebebiyet verebilir. Zira küfür, gerçi bir günah, kötülüktür. Fakat bütün kâinatı kıymetsizlikle ve abesle tahkir ve Allahın birliğini delilleriyle gösteren bütün mevcudatı tekzip ve bütün tecelliyatı esmayı inkâr olduğundan, bütün kâinat ve mevcudat ve esma-i İlahiye namına Cenab-ı Hak kâfirden şiddetli şikâyet ve dehşetli tehdit etmek; aynı hikmettir ve ebedî azap vermek, aynı adalettir. Madem insan, küfür ve isyanla tahribat tarafına gidiyor. Az bir gayretle pek çok işleri yapar. Onun için ehl-i iman, onlara karşı Cenab-ı Hakk'ın azim yardımına muhtaçtır. Çünkü on kuvvetli adam, bir evin muhafazasını ve tamiratını üzerine alsa, haylaz bir çocuğun o haneyİ ateşe vermeğe çalışmasına karşı, o çocuğun velisine, belki padişahına müracaata, yalvarmağa mecbur olması gibi; müminler de, böyle edepsiz ehl-i isyana karşı dayanmak için Cenab-ı Hakk'ın çok yardımına muhtaçtırlar.

Elhasıl: Eğer kader ve cüz'-i iradeden bahseden adam, huzur ehli ve kâmil bir iman sahibi ise, kâinatı ve nefsini Cenab-ı Hakk'a verir, onun tasarrufunda bilir. O vakit hakkı var, kaderden ve cüz'-i iradeden bahsetsin. Çünkü madem nefsini ve her şeyi Cenab-ı Hak'tan bilir, o vakit cüz'-i iradeye istinat ederek mesuliyeti üzerine alır. Günahı kendi nefsine kabul edip, Rabbini takdis eder. Ubudiyet (kulluk) dairesinde kalıp, İlahi teklifi üzerine alır. Hem kendinden meydana gelen fazilet ve iyilik ile gururlanmamak için kadere bakar, övünmek yerine şükreder. Başına gelen musibetlerde kaderi görür, sabreder. Eğer kader ve cüz'-i iradeden bahseden adam, ehli gaflet ise; o vakit kaderden ve cüz'-i iradeden bahse hakkı yoktur. Çünkü nefs-i emmaresi, gaflet veya dalalet saikasıyla kâinatı sebeplere verip, Allah'ın malını onlara taksim eder, kendini de kendine sahip eder. Fiilini kendine ve sebeplere verir. Mesuliyeti ve kusuru kadere havale eder. O vakit, nihayette Cenab-ı Hakk'a verilecek olan cüz'-i irade ve en nihayette mevzubahis olacak olan kaderin bahsi manasızdır. Yalnız, bütün bütün onların hikmetine zıt ve mesuliyetten kurtulmak için nefsin bir hilesidir.
 
Üst