Kur’an ve Risale-i Nur karşılaştırmaları
Zekeriya Beyaz geçmişte yazdığı gazetelerden birisinde Nurculuk cereyanı hakkında gelen bir soruya:
“Bu hususta iki görüş var. Birine göre Nurculuk cereyanı İslam içi diğerine göre de İslam dışıdır” diye cevap veriyordu. Bu mesele Mısırlı bir vaiz-i rusumun (resmi vaiz) İslam nokta-i nazarından çarşaf hakkında ‘haram’ derken mini etek konusunda ise meşhur kipiyle ‘fihi kavlani’ demesine benzemektedir (Gerekçe cereyanlar ve kavramlar; Pazar, 23 Mart 2008 10.24, Dünya Bülteni).
Yani bu konuda fukaha arasında iki görüşün olduğunu ifade etmektedir.
Böyle olunca çarşaf zinhar haram ama mini etek şüpheli hale gelmektedir. Zekeriya Beyaz’dan sonra geçtiğimiz günlerde Haber Türk Kanalında mahut üçlü sohbet halindeydiler. Ağır top Yaşar Nuri Öztürk daha ziyade Fatih Altaylı’dan gelen sorulara cevap yetiştiriyor veya pasları kaleye yolluyordu. Murat Bardakçı ise küçük müdahalelerle yetiniyor daha ziyade sorular ve cevaplar karşısında gülüp geçiyordu. Gülüşün kendisi tatlı olmakla birlikte sürekli olması ona sanki marazi bir ton yüklüyordu. Sanki makaraları koyvermiş bir haldeydi. Fatih Altaylı aralarında çömez gibi duruyordu. Sorduğu sorular da meseleyle alaka seviyesini gösteriyordu. Sanki Altaylı’yı çömez gibi aralarına almışlar kafa geçiyor gibiydiler. Lakin Yaşar Nuri Öztürk arada bir iltifat etmekten de geri kalmıyordu.
Fatih Altaylı canibinden gelen sorulardan birisi şu oldu:
ABD’de bazıları Risale-i Nur ile Kur’an hakkında mukayese yapıyorlar. Ne dersiniz? Öncelikli olarak böyle bir şey var mı? Zaman zaman bu tarz ithamlar yapılıyor. Bediüzzaman’ın ‘kalbe ihtar edildi’ sözlerinden yola çıkan birileri gerçekten de bu anlamda Kur’an ile Risale-i Nurları birbirine karıştırabilir mi?
Katiyetle bilinen gerçeklerden birisi vahiy ile ilhamın birbiriyle aynı olmadığıdır. İlham, vahyin alt mertebelerindendir ve bu anlamda peygamberlerin mazhar olduğu vahiy değildir. İlham vahyin dunudur yani gerisindedir. Dolayısıyla yanılmazlık payına ve payesine sahip değildir. Bu anlamda Bediüzzaman ve Bedizzaman gibi istihdam edildiğini ve ilham aldığını söyleyen Gazali ve benzeri İslam alimleri ve mücedditler ilhama mazhar olsalar da bu yanılmazlık payesine ve halesine mazhar oldukları anlamına gelmez. Mücedditler veya benzeri makamlara mazhar olan insanlar ne kadar yüce şahsiyetler olurlarsa olsunlar yanılmazlık payesine mazhar değildirler.
Bu ancak İsmaili anlayışı gibi aşırı anlayışlardaki imamet doktrininde vardır. Sözgelimi Bediazzaman’ın da gayet hürmetle yad ettiği Abdulkadir Geylani’nin tartışılan sözlerinden birisi şudur:
Evliyanın başları ayaklarımın altındadır. Menakıp kitapları ancak 4 velinin bu kuralın dışında kaldığını ve boyun eğmediğini belirtmişlerdir. Avarif el Maarif sahibi Sühreverdi ise bunun Geylani’nin şatahatından (ölçüsüz söz ve eylemlerinden) birisi olabileceğini söylemiştir.
Ebu’l Hasan en Nedevi de Mevlana hakkında yazdığı ve Yusuf Karaca’nın dilimize çevirdiği kitapta Hindli Mevlana şarihlerinden birisinin görüşünü aktarır:
İslamı en iyi özümseyen ve bu yönüyle kelimelere ve kalıplara döken, billurlaştıran ve damıtan üstadlardan birisi Mevlana’dır. Lakin bazı hususlarda veya anlatım tekniklerinde hatadan hali değildir. Sözgelimi Gazali’nin Arapça ve Mevlana’nın Farsça gramerinde hatalara düştükleri erbabı tarafından ileri sürülmüştür. Bu onların itibarlarını düşürmez. Zira amiyane tabirle o kadar hata kadı kızında da bulunur. Bu, beşerin tamamı için genel bir kural ve doğrudur. Bütün bunların sağlamasını İmam Malik söylemiştir: Bu makamın (Hazreti Peygamber) sahibinin dışında herkesin görüşü alınır da atılır da.
Elbette bu hürmete mani değildir ve hürmeti aşındırmamalıdır da. Müminin makamı havf ile reca yani korku ile ümit arasındadır. Büyükler içinde bu makamın yansımalarından birisi kritizm ile hürmet dengesidir. Hakkın hatırı alidir. Aristo da hocası Eflatun ile tartıştığında ve çatıştığında bunu söylemiştir. Hakikat en yüce dosttur. Onun dışındakiler talidirler.
Gelelim Yaşar Nuri Öztürk’ün cevabına:
Bu bir şirktir ve büyük bir şirktir, demiştir. Halbuki herkes Risale-i Nurların İslam’ın ve Kur’an-ı Kerim’in hadimi olduğunu bilir. Bunun dışında bir görüşü olan zaten Risale-i Nur dairesi dışındadır ve şakirdi ve talebesi de değildir. Paradigma Kur’an ve Sünnettir. Risale-i Nurlar ise onların ispatına adanmış burhanlardır. Sözgelimi İmam Gazali, İslam’ın kendisi değil hucceti (Huccetü’l İslam) yani ispatıdır. Risale-i Nur müellifi de eserlerini böyle görüyor. Dolayısıyla Risalelerin bizatihi anlamı yoktur, anlamı Kur’an’a bağlılıktır. Kur’an-ı Kerim’in uydusudur. Risale-i Nur şakirtleri ile bazı karşıtlarının tartışma meselelerinden birisi de Risale-i Nurun bir tefsir niteliğinde olup olmadığı hususudur. Şakirtler, Risaleleri Kur’an tefsiri olarak görürler, zaten Bediüzzaman da öyle ifade etmiştir.
Peki formel bir tefsir olmayışı onun bir tefsir olmasını engeller mi?
Kur’an tellalı ve tercümanı olması hasebiyle elbette ki Risaleler bir tefsir numunesidir. Bu, hususta iki şey söylemek mümkün. Risaleler formel veya simetrik bir tefsir değildir. Asimetrik bir tefsirdir. Ve İşaretü’l İ’caz onun bir tefsir modeli veya örneği ve çekirdeğidir. İkinci olarak, Mevlana’nın Mesnevi için söylediği gibi Risale-i Nurlar da bir tefsiri manevidir. Formel değildir ama Kur’an icazını gösterme yolunda atılmış bir adımdır. Dolayısıyla Risaleler Kur’an yerine geçecek veya o iddiada bir kitap değildir ve olamaz da.
Bediüzzaman’ın dediği gibi manevi icazı yönünde sadece bir tereşşuhattır. Manevi damlacıklardır. Aksini iddia etmek, iftiradır ve Risale-i Nurların muhtevasını da tekziptir.
Vakit