Cevap: Açıklamalı Risale Dersleri 23 - Hazreti Yunus Aleyhisselam ve Biz
Burdan çıkarılacak en büyük ders benim anladığım kadarıyla, kulun kendi vazifesini yapıp, Allah'ın cc. vazifesine karışmaması. Yunus aleyhiselam bu konuda bize en büyük örneklerden birini teşkil ediyor. Nübüvvet kapısı Efendimiz Hazret-i Muhammed aleyhissalatü vesselam ile kapandı. Ancak tebliğ kapısı kıyamete kadar baki kalacak. Haliyle 14 asır öncesine kadar Peygamberlerin yapmış olduğu tebliğ vazifesini onların yolundan giden bizler yapmakla mükellefiz. Ve bu vazife esnasında karşımıza Yunus aleyhisselam misali engeller, maniler çıkabiliyor. Bu da bizlerin şevkini kırıp vazifeden geri durmamıza neden olabiliyor. Oysa bizim vazifemiz insanları hidayete getirmek veyahut onların bizi onaylamasını beklemek değil. Bu bahsettiğimiz kısım Cenab-ı Hakkın vazifesi. Bizler ise sadece lisanı hal ve kalle tebliğle mükellefiz. Sonucu Allaha bırakacağız. İnsanlar beni dinlemiyor, sözümün tesiri yok, muvaffak olamıyorum gibi düşünceler, hizmetten geri durmaya yönelik mazeretler bizi haklı çıkarmıyor. Çünkü Allah bize öyle bir vazife yüklememiş.
Risale-i Nurda vazifemizi yapmak ve Allahın vazifesini Ona bırakmakla ilgili konuyu çok güzel izah etmiş. Bir kısmını paylaşalım inşallah.
[BILGI]Ey sevaba hırslı ve a’mâl-i uhreviyeye kanaatsiz insan! Bazı peygamberler gelmişler ki, mahdut birkaç kişiden başka ittibâ edenler olmadığı halde, yine o peygamberlik vazife-i kudsiyesinin hadsiz ücretini almışlar. Demek hüner, kesret-i etbâ’ ile değildir.
Belki hüner, rıza-yı İlâhîyi kazanmakladır. Sen neci oluyorsun ki, böyle hırsla “Herkes beni dinlesin?” diye, vazifeni unutup vazife-i İlâhiyeye karışıyorsun?
Kabul ettirmek, senin etrafına halkı toplamak Cenâb-ı Hakkın vazifesidir. Vazifeni yap, Allah’ın vazifesine karışma. Hem hak ve hakikati dinleyen ve söyleyene sevap kazandıranlar yalnız insanlar değildir.
Cenâb-ı Hakkın zîşuur mahlûkları ve ruhanîleri ve melâikeleri kâinatı doldurmuş, her tarafı şenlendirmişler. Madem çok sevap istersin; ihlâsı esas tut ve yalnız rıza-yı İlâhîyi düşün.
Tâ ki senin ağzından çıkan mübarek kelimelerin havadaki efradları, ihlâs ile ve niyet-i sadıka ile hayatlansın, canlansın, hadsiz zîşuurun kulaklarına gidip onları nurlandırsın, sana da sevap kazandırsın.
Çünkü, meselâ sen “Elhamdü lillâh” dedin. Bu kelâm, milyonlarla büyük küçük Elhamdü lillâh kelimeleri, havada izn-i İlâhî ile yazılır. Nakkaş-ı Hakîm abes ve israf yapmadığı için, o kesretli mübarek kelimeleri dinleyecek kadar hadsiz kulakları halk etmiş.
Eğer ihlâs ile, niyet-i sadıka ile o havadaki kelimeler hayatlansalar, lezzetli birer meyve gibi ruhanîlerin kulaklarına girer. Eğer rıza-yı İlâhî ve ihlâs o havadaki kelimelere hayat vermezse, dinlenilmez.
Sevap da yalnız ağızdaki kelimeye münhasır kalır. Seslerinin ziyade güzel olmadığından, dinleyenlerin azlığından sıkılan hafızların kulakları çınlasın!
Lem'alar[/BILGI]