Konuya cevap cer

Cevap: Açıklamalı Risale Dersleri 53 - Dünya Lezzet ve Ücret ve Mükâfat Yeri Değildir


[NOT]Yirmi Altıncı Sözde sırr-ı kadere dair beyan  edildiği gibi, musibet ve  hastalıklarda insanların şekvâya üç vecihle  hakları yoktur.


BİRİNCİ VECİH: Cenâb-ı Hak, insana  giydirdiği vücut libasını  san’atına mazhar ediyor. İnsanı bir model  yapmış; o vücut libasını o  model üstünde keser, biçer, tebdil eder,  tağyir eder, muhtelif  esmâsının cilvesini gösterir. Şâfî ismi hastalığı  istediği gibi, Rezzak  ismi de açlığı iktiza ediyor, ve hâkezâ...


مَالِكُ الْمُلْكِ يَتَصَرَّفُ فِى مُلْكِهِ كَيْفَ يَشَاۤءُ [SUP]1[/SUP]



[SUP]1[/SUP] :  Mülkün mâliki, mülkünde dilediği gibi tasarruf eder. [/NOT]



Başa gelen musibet ve hastalıklarda insanların şekvaya, şikayete, isyan etmeye hakları yoktur. Çünkü hak sahibi olmak için bütün maddi ve manevi azalarına sahip olabilmesi gerekir. O halde insan, kendine ait olmayan vücuduna bir hastalık geldiğinde ya da başına bir musibet geldiğinde nasıl hak dava edebilir ? Şu kısım şikayete hiçbir şekilde hakkımız olmadığını daha açık bir şekilde anlatıyor. Anlamaya çalışalaım inşaallah.



[TAVSIYE]Yirmi Altıncı Sözün hâtimelerinde denildiği gibi, nasıl ki bir mahir  san’atkâr, kıymettar bir elbiseyi murassâ ve münakkaş surette yapmak  için, bir miskin adamı, lâyık olduğu bir ücrete mukàbil model yaparak, kendi san’at ve maharetini göstermek için, o elbiseyi o miskin adam üstünde biçer, keser, kısaltır, uzatır; o adamı da oturtur, kaldırır, muhtelif vaziyetler verir. Şu miskin adamın  hiçbir hakkı var mıdır ki, o san’atkâra desin: “Beni güzelleştiren bu  elbiseye neden ilişip tebdil ve tağyir ediyorsun ve beni kaldırıp  oturtup meşakkatle benim istirahatimi bozuyorsun?”


Aynen öyle de,  Sâni-i Zülcelâl, herbir nevi mevcudatın mahiyetini birer model ittihaz  ederek ve nukuş-u esmâsıyla kemâlât-ı san’atını göstermek için, herbir  şeye, hususan zîhayata, duygularla murassâ bir vücut libasını  giydirerek, üstünde kalem-i kazâ ve kaderle nakışlar yapar, cilve-i  esmâsını gösterir. Herbir mevcuda dahi, ona lâyık bir tarzda bir ücret  olarak, bir kemâl, bir lezzet, bir feyiz veriyor.


مَالِكُ الْمُلْكِ يَتَصَرَّفُ فِى مُلْكِهِ كَيْفَ يَشَاُ  [SUP]1[/SUP]  sırrına mazhar olan o Sâni-i Zülcelâle karşı hiçbir şeyin hakkı var  mıdır ki, desin, "Bana zahmet veriyorsun, benim istirahatimi  bozuyorsun." Hâşâ!


Evet, mevcudatın hiçbir cihette  Vâcibü’l-Vücuda karşı hakları yoktur ve hak dâvâ edemezler. Belki  hakları daima şükür ve hamd ile, verdiği vücut mertebelerinin hakkını  edâ etmektir.


Çünkü verilen bütün vücut mertebeleri vukuattır, birer illet ister.  Fakat verilmeyen mertebeler imkânâttır. İmkânât ise ademdir, hem  nihayetsizdir. Ademler ise illet istemezler. Nihayetsize illet olamaz.


Meselâ  madenler diyemezler: “Niçin nebâtî olmadık?” Şekvâ edemezler; belki  vücud-u madenîye mazhar oldukları için, hakları Fâtırına şükrandır.


Nebâtat, “Niçin hayvan olmadım?” deyip şekvâ edemez. Belki, vücut ile beraber, hayata mazhar olduğu için, hakkı şükrandır.


Hayvan  ise, “Niçin insan olmadım?” diye şikâyet edemez. Belki, hayat ve vücut  ile beraber, kıymettar bir ruh cevheri ona verildiği için, onun  üstündeki hakkı, şükrandır. Ve hâkezâ, kıyas et.


Ey insan-ı müştekî!  Sen mâdum kalmadın, vücut nimetini giydin, hayatı tattın, câmid  kalmadın, hayvan olmadın, İslâmiyet nimetini buldun, dalâlette kalmadın,  sıhhat ve selâmet nimetini gördün, ve hâkezâ...


Ey nankör! Daha  sen nerede hak kazanıyorsun ki, Cenâb-ı Hakkın sana verdiği mahz-ı nimet  olan vücut mertebelerine mukàbil şükretmeyerek, imkânât ve ademiyat  nev’inde ve senin eline geçmediği ve sen lâyık olmadığın yüksek  nimetlerin sana verilmediğinden, bâtıl bir hırsla Cenâb-ı Haktan şekvâ  ediyorsun ve küfrân-ı nimet ediyorsun?


Acaba bir adam, minare  başına çıkmak gibi âli derecatlı bir mertebeye çıksın, büyük makam  bulsun, her basamakta büyük bir nimet görsün; o nimetleri verene  şükretmesin ve desin: “Niçin o minareden daha yükseğine çıkamadım?” diye  şekvâ ederek ağlayıp sızlasın ne kadar haksızlık eder ve ne kadar  küfrân-ı nimete düşer, ne kadar büyük divanelik eder; divaneler dahi  anlar.


Ey kanaatsiz, hırslı ve iktisatsız, israflı ve haksız, şekvâlı, gafil insan!


Kat’iyen  bil ki, kanaat, ticaretli bir şükrandır; hırs, hasâretli bir küfrandır.  Ve iktisat, nimete güzel ve menfaatli bir ihtiramdır.


İsraf ise,  nimete çirkin ve zararlı bir istihfaftır. Eğer aklın varsa kanaate alış  ve rızaya çalış. Tahammül etmezsen, “Yâ Sabûr” de ve sabır iste,  hakkına razı ol, teşekkî etme.


Kimden kime şekvâ ettiğini bil, sus. Herhalde şekvâ etmek istersen, nefsini Cenâb-ı Hakka şekvâ et; çünkü kusur ondadır.



Sorularla Risale | Risale-i Nur Külliyatı | Birinci Makam[/TAVSIYE] 




 






Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Üst