Konuya cevap cer

"[NOT]Yirmi Birinci Sözün Birinci Makamında beyan edildiği gibi, Cenâb-ı Hakkın insana verdiği sabır kuvvetini evham yolunda dağıtmazsa, her musibete karşı kâfi gelebilir. Fakat vehmin tahakkümüyle ve insanın gafletiyle ve fâni hayatı bâki tevehhüm etmesiyle, sabır kuvvetini mazi ve müstakbele dağıtıp, halihazırdaki musibete karşı sabrı kâfi gelmez, şekvâya başlar. Adeta—hâşâ—Cenâb-ı Hakkı insanlara şekvâ eder. Hem çok haksız bir surette ve divanecesine şekvâ edip sabırsızlık gösterir.[/NOT]



  Üç sabırla mükellefiz. Biri taatte, yani ibadetlerde, kulluk yapmada sabır, ikincisi; masiyetten, yani günahlara karşı gösterilen sabır. Üçüncüsü de musibetlere karşı sabır.  Konumuz musibetlerin hikmetleri üzerine olduğundan biz bu üçüncü sabır meselesini ele alıyoruz.   Musibetlerin birçok hikmetini gördük. Musibetlerde sabırsızlık göstermek, bu hikmetleri, dolayısıyla da Allahın rahmetini ittiham etmektir.



Musibetlerde ya da hastalıklarda sabırsızlık gösterip şekva etmeye hakkımız olmadığını ve bu davranışın ne mana taşıdığını, Risale-i Nur muhtelif yerlerde bahsetmiş. Onlardan birkaç tanesi:



[TAVSIYE]Hazret-i Eyyub Aleyhisselâm, münâcâtında, istirahat-i nefis için dua  etmemiş. Belki zikr-i lisanî ve tefekkür-ü kalbîye mâni olduğu zaman,  ubudiyet için şifa talep eylemiş. Biz, o münâcatla birinci maksadımız,  günahlardan gelen mânevî, ruhî yaralarımızın şifasını niyet etmeliyiz.  Maddî hastalıklar için, ubudiyete mâni olduğu zaman iltica edebiliriz.  Fakat muterizâne, müştekiyâne bir surette değil, belki mütezellilâne ve  istimdatkârâne iltica edilmeli. Madem Onun rububiyetine razıyız; o  rububiyeti noktasında verdiği şeye rıza lâzım. Kazâ ve kaderine itirazı  işmam eder bir tarzda ah, of edip şekvâ etmek, bir nevi kaderi  tenkittir, rahîmiyetini ittihamdır. Kaderi tenkit eden, başını örse vurur, kırar. Rahmeti ittiham  eden, rahmetten mahrum kalır. Kırılmış elle intikam almak için o eli  istimal etmek nasıl kırılmasını tezyid ediyor; öyle de, musibete  giriftar olan adam, itirazkârâne şekvâ ve merakla onu karşılamak,  musibeti ikileştiriyor.



İkinci Lem'a[/TAVSIYE]



[TAVSIYE]Madem hayat, Esmâ-i Hüsnânın nukuşunu gösterir. Hayatın başına gelen  herşey hasendir. Meselâ, gayet zengin, nihayet derecede san’atkâr ve çok  san’atlarda mahir bir Zât, âsâr-ı san’atını, hem kıymettar servetini  göstermek için, âdi bir miskin adamı, modellik vazifesini gördürmek  için, bir ücrete mukabil, bir saatte murassâ, musannâ yaptığı gömleği  giydirir, onun üstünde işler ve vaziyetler verir, tebdil eder. Hem her  nevi san’atını göstermek için keser, değiştirir, uzaltır, kısaltır.  Acaba şu ücretli miskin adam o zâta dese, “Bana zahmet veriyorsun. Eğilip kalkmakla vaziyet veriyorsun.  Beni güzelleştiren bu gömleği kesip kısaltmakla güzelliğimi bozuyorsun”  demeye hak kazanabilir mi? “Merhametsizlik, insafsızlık ettin”  diyebilir mi?


İşte, onun gibi, Sâni-i Zülcelâl, Fâtır-ı Bîmisal,  zîhayata göz, kulak, akıl, kalb gibi havâs ve letâifle murassâ olarak  giydirdiği vücut gömleğini, Esmâ-i Hüsnânın nakışlarını göstermek için,  çok hâlât içinde çevirir, çok vaziyetlerde değiştirir. Elemler,  musibetler nev’inde olan keyfiyat, bazı esmâsının ahkâmını göstermek  için lemeât-ı hikmet içinde bazı şuâât-ı rahmet ve o şuâât-ı rahmet  içinde lâtif güzellikler vardır.



Yirmi Altıncı Söz[/TAVSIYE]




[TAVSIYE]DÖRDÜNCÜ SUALİNİZ: اِنَّ اللهَ مَعَ الصَّابِرِينَ [SUP]1[/SUP] de hikmet ve gaye nedir?


Elcevap:  Cenâb-ı Hak, Hakîm ismi muktezası olarak, vücud-u eşyada, bir  merdivenin basamakları gibi bir tertip vaz etmiş. Sabırsız adam, teennî  ile hareket etmediği için, basamakları ya atlar düşer veya noksan  bırakır, maksut damına çıkamaz.


Onun için hırs mahrumiyete sebeptir. Sabır ise, müşkülâtın anahtarıdır ki اَلْحَرِيصُ خَاۤئِبٌ خَاسِر[SUP]2[/SUP]    وَالصَّبْرُ مِفْتَاحُ الْفَرَجِ [SUP]3[/SUP] durub-u emsal hükmüne geçmiştir. Demek, Cenâb-ı Hakkın inâyet ve tevfiki, sabırlı adamlarla beraberdir. Çünkü sabır üçtür:..



Biri: Masiyetten kendini çekip, sabretmektir. Şu sabır takvadır;


اِنَّ اللهَ مَعَ الْمُتَّقِينَ [SUP]2[/SUP] sırrına mazhar eder.


İkincisi: Musibetlere karşı sabırdır ki, tevekkül ve teslimdir.


 اِنَّ اللهَ يُحِبُّ الْمُتَوَكِّلِينَ - وَاللهُ يُحِبُّ الصَّابِرِينَ [SUP]3[/SUP]  şerefine mazhar ediyor. Ve sabırsızlık ise Allah’tan şikâyeti tazammun  eder. Ve ef’âlini tenkit ve rahmetini ittiham ve hikmetini beğenmemek  çıkar.


Evet, musibetin darbesine karşı şekvâ suretiyle elbette  âciz ve zayıf insan ağlar. Fakat şekvâ Ona olmalı; Ondan olmamalı.  Hazret-i Yakup Aleyhisselâmın اِنَّمَاۤ اَشْكُوا بَثِّى وَحُزْنِى اِلَى اللهِ [SUP]4[/SUP]  demesi gibi olmalı. Yani, musibeti Allah’a şekvâ etmeli; yoksa Allah’ı  insanlara şekvâ eder gibi “Eyvah! Of!” deyip “Ben ne ettim ki bu başıma  geldi?” diyerek âciz insanların rikkatini tahrik etmek zarardır,  mânâsızdır.


Üçüncü sabır: İbadet üzerine sabırdır ki, şu  sabır onu makam-ı mahbubiyete kadar çıkarıyor, en büyük makam olan  ubûdiyet-i kâmile cânibine sevk ediyor.



[SUP]1[/SUP]  : “Şüphesiz, Allah sabredenlerle beraberdir.” Bakara Sûresi, 2:153; Enfâl Sûresi, 8:46. 

  [SUP]2[/SUP]  : “Hırslı olan kimsenin ümidi boşa çıkar ve hüsrâna uğrar.”

[SUP]3[/SUP]  : “Sabır, ferahlık ve genişliğin anahtarıdır.” Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, 2:21.

[SUP]2[/SUP] : “Allah takvâ sahipleriyle beraberdir.” Bakara Sûresi, 2:194. 

  [SUP]3[/SUP] : “Muhakkak ki Allah tevekkül edenleri sever.” Âl-i İmrân Sûresi, 3:159“Allah sabredenleri sever.” Âl-i İmrân Sûresi, 3:146. 

  [SUP]4[/SUP] : “Ben derdimi de, üzüntümü de ancak Allah’a şikâyet ederim’ dedi.” Yusuf Sûresi, 12:86.



Yirmi Üçüncü Mektup[/TAVSIYE]



[TAVSIYE]Ey biçare hasta! Merak etme, sabret. Senin hastalığın sana dert  değil, belki bir nevi dermandır. Çünkü ömür bir sermayedir, gidiyor.  Meyvesi bulunmazsa zayi olur. Hem rahat ve gafletle olsa, pek çabuk  gidiyor. Hastalık, senin o sermayeni büyük kârlarla meyvedar ediyor. Hem  ömrün çabuk geçmesine meydan vermiyor, tutuyor, uzun ediyor, tâ  meyveleri verdikten sonra bırakıp gitsin. İşte, ömrün hastalıkla uzun  olmasına işareten bu darbımesel dillerde destandır ki, “Musibet zamanı  çok uzundur; safâ zamanı pek kısa oluyor.”



Yirmi Beşinci Lem'a[/TAVSIYE]



[TAVSIYE]Ey şekvâcı hasta! Senin hakkın şekvâ değil, şükürdür, sabırdır.  Çünkü senin vücudun ve âzâ ve cihazatın, senin mülkün değildir. Sen  onları yapmamışsın, başka tezgâhlardan satın almamışsın. Demek  başkasının mülküdür. Onların mâliki, mülkünde istediği gibi tasarruf  eder.


Yirmi Altıncı Sözde denildiği gibi, meselâ gayet zengin,  gayet mâhir bir san’atkâr, güzel san’atını, kıymettar servetini  göstermek için, miskin bir adama modellik vazifesini gördürmek  maksadıyla, bir ücrete mukabil, bir saatçik zamanda, murassâ ve gayet  san’atlı diktiği bir gömleği, bir hulleyi o fakire giydirir. Onun  üstünde işler ve vaziyetler verir. Harika envâ-ı san’atını göstermek  için keser, değiştirir, uzaltır, kısaltır. Acaba şu ücretli miskin adam,  o zâta dese: “Bana zahmet veriyorsun, eğilip kalkmakla verdiğin  vaziyetten bana sıkıntı veriyorsun. Beni güzelleştiren bu gömleği kesip  kısaltmakla güzelliğimi bozuyorsun” demeye hak kazanabilir mi?  “Merhametsizlik, insafsızlık ettin” diyebilir mi?


İşte, aynen bu misal gibi, Sâni-i Zülcelâl sana, ey hasta, göz, kulak,  akıl, kalb gibi nuranî duygularla murassâ olarak giydirdiği cisim  gömleğini, Esmâ-i Hüsnâsının nakışlarını göstermek için, çok hâlât  içinde seni çevirir ve çok vaziyetlerde seni değiştirir. Sen açlıkla  onun Rezzâk ismini tanıdığın gibi, Şâfî ismini de hastalığınla bil.  Elemler, musibetler bir kısım esmâsının ahkâmını gösterdikleri için,  onlarda hikmetten lem’alar ve rahmetten şuâlar ve o şuâât içinde çok  güzellikler bulunuyor. Eğer perde açılsa, tevahhuş ve nefret ettiğin  hastalık perdesi arkasında sevimli, güzel mânâları bulursun.



Yirmi Beşinci Lem'a[/TAVSIYE]



[TAVSIYE]Ey sabırsız hasta kardeş! Hastalık,  hazır bir elemi sana vermekle beraber, evvelki hastalığından bugüne  kadar, o hastalığın zevâlindeki bir lezzet-i mâneviye ve sevabındaki bir  lezzet-i ruhiye veriyor. Bugünden, belki bu saatten sonraki zamanda  hastalık yok; elbette yoktan elem yok. Elem olmazsa teessür olamaz. Sen  yanlış bir surette tevehhüm ettiğin için sabırsızlık geliyor.


Çünkü,  bugünden evvel bütün hastalık zamanının maddîsi gitmekle elemi de  beraber gitmiş, kendindeki sevabı ve zevâlindeki lezzet kalmış. Sana kâr  ve sürur vermek lâzım gelirken, onları düşünüp müteellim olmak ve sabırsızlık  etmek divaneliktir. Gelecek günler daha gelmemişler. Onları şimdiden  düşünüp, yok bir günde, yok olan bir hastalıktan, yok olan bir elemden  tevehhüm ile düşünüp müteellim olmak, sabırsızlık göstermekle, üç mertebe yok yoğa vücut rengi vermek divanelik değil de nedir?


Madem  bu saatten evvelki hastalık zamanları ise sürur veriyor. Ve madem, yine  bu saatten sonraki zaman mâdum, hastalık mâdum, elem mâdumdur. Sen,  Cenâb-ı Hakkın sana verdiği bütün sabır kuvvetini böyle sağa sola dağıtma, bu saatteki eleme karşı tahşid et, “Yâ Sabûr” de, dayan.



Yirmi Beşinci Lem'a[/TAVSIYE]



[TAVSIYE]Ey kanaatsiz, hırslı ve iktisatsız, israflı ve haksız, şekvâlı, gafil insan!


Kat’iyen  bil ki, kanaat, ticaretli bir şükrandır; hırs, hasâretli bir küfrandır.  Ve iktisat, nimete güzel ve menfaatli bir ihtiramdır.


İsraf ise,  nimete çirkin ve zararlı bir istihfaftır. Eğer aklın varsa kanaate alış  ve rızaya çalış. Tahammül etmezsen, “Yâ Sabûr” de ve sabır iste, hakkına razı ol, teşekkî etme.


Kimden kime şekvâ ettiğini bil, sus. Herhalde şekvâ etmek istersen, nefsini Cenâb-ı Hakka şekvâ et; çünkü kusur ondadır.



Yirmi Dördüncü Mektup[/TAVSIYE]


Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Üst