Kýrýk Testi
Well-known member
Hz. Lût (a.s.), Hz. İbrahim’in (a.s.) kardeşi Harran’ın oğludur. Hazret-i İbrahim (a.s.), yaşadığı bölgeden ayrılınca yeğeni Lût’u da (a.s.) kendisiyle beraber Harran bölgesine götürdü. Ancak, bir süre sonra Sodom bölgesine gitti ve buradaki insanlara ilâhî mesajı iletmek üzere, peygamber olarak vazifelendirildi.
Hz. Lût’un (a.s.) peygamber olarak gönderildiği kavim, ahlaksızlık ve edepsizlik noktasında çok ileri gitmişti. Bu insanlar, kadınlar yerine erkeklere karşı şehvet duyguları besliyorlardı. Lût (a.s.), insanları bu kötü fiillerinden vazgeçirmek ve kendisine tâbi olmalarını sağlamak maksadıyla Cenabı Hakkın emirlerini onlara tebliğ etti.
Hz. Lût’un (a.s.) bütün ikazlarına rağmen halk kendisine tâbi olmadıkları gibi, kötü alışkanlıklarına bütün hızıyla devam ettiler. Bunun üzerine Hz. Lût (a.s.), söz konusu âdetlerini devam ettirmeleri hâlinde İlahî gazaba uğrayacaklarını söyledi.
Yaptıkları çirkin işlerin yüzlerine vurulmasından ve azapla korkutulmalarından rahatsız olan kavim, Hz. Lût’u (a.s.) tehdit ettiler. Davasından ve tebliğinden vazgeçmediği takdirde sürgün edeceklerini söylediler.
Azgın kavmin hakkettiği cezayı vermek üzere, Cenabı Hak tarafından üç melek görevlendirildi ve bunlar genç suretinde Hz. Lût’a (a.s.) gönderildi. Onlar kendisine misafir olarak geldiklerini söylediler. Bir anda kavminin yaptıkları çirkinlikler aklına gelince, genç ve yakışıklı delikanlılar suretinde olan ve henüz melek olduklarını bilmediği bu misafirleri için endişeye kapıldı. Kavminin bu gençlere zarar verebileceklerinden korktu. Ancak Hz. Lût’un (a.s.) eşi, gelen misafirleri kavmine ihbar etti. Hemen toplanan topluluk gelip misafirleri, kendilerine vermesini istediler.
Bütün ikna çabalarına rağmen söz dinlemediler. Bunun üzerine üç genç, melek olduklarını açıkladılar. “Ey Lût! Biz Rabbinin elçileriyiz. Onlar sana dokunamazlar. Sen gecenin bir kısmında ailenle yola çık. Karından başka sizden hiçbiri geride kalmasın. Çünkü onlara gelecek olan azap şüphesiz ona da isabet edecektir. Onlara vaadolunan ceza zamanı, sabah vaktidir” dediler. Sabah vakti de haber verilen helâk gerçekleşti (Hûd Sûresi, 81-82).
Emirdağ Lâhikası-1’de geçen bir mektubunda Bediüzzaman Said Nursî, Rusya’nın Vladivostok Ormanlarına, daha önce hiç rastlanmayan büyüklükte taşların düştüğünü bildiren bir gazete haberini duyunca, bu hadise ile hem Lût kavminin, hem de Ebrehe ordusunun başına yağan taşlarla arasında bağlantı kurar. “Evet, bu tokatlardan pürşer beşer, şirkten şükre girmezse ve Kur’ân’a tarziye vermezse, melâike elleriyle de ahcar-ı semaviye (gökten gelen taşlar) başlarına yağacağını bu sûre bir mânâ-yı işârî ile tehdit ediyor” yorumunu yapan Üstad Bediüzzaman, her iki ibretli hadisenin merkezinde olan Allah’a isyan fiiliyle, günümüzdeki inkârcılık ve dinsizlik cereyanları arasında irtibat kurar. “Şimdiye kadar gelen semavi taşlar bir iki karış oldukları halde, böyle yirmi beş metre uzunluğunda ve on metre genişliğinde dağ gibi taşlar, elbette semavatın dinsizliğe karşı bir alâmet-i hiddetidir” buyuran Üstad, bu tür hadiselerin özellikle Rusya ve benzeri yerlerde gerçekleşmesininin rastlantı olmadığını, hattâ bizzat dinsizliği yaymaya çalışan idarecilerin de hadisenin bir cezâ olduğunun farkına vardıklarını şöyle ifade eder: “ Dinsizler bunu hissetmişler ki, küçücük hâdiseleri ehemmiyetle neşrettikleri halde, bir iki aydır bu acip, dehşetli hâdiseyi, ellerinden geldiği kadar şâşaalandırmamaya çalışmışlar.”
Hz. Lût’un (a.s.) peygamber olarak gönderildiği kavim, ahlaksızlık ve edepsizlik noktasında çok ileri gitmişti. Bu insanlar, kadınlar yerine erkeklere karşı şehvet duyguları besliyorlardı. Lût (a.s.), insanları bu kötü fiillerinden vazgeçirmek ve kendisine tâbi olmalarını sağlamak maksadıyla Cenabı Hakkın emirlerini onlara tebliğ etti.
Hz. Lût’un (a.s.) bütün ikazlarına rağmen halk kendisine tâbi olmadıkları gibi, kötü alışkanlıklarına bütün hızıyla devam ettiler. Bunun üzerine Hz. Lût (a.s.), söz konusu âdetlerini devam ettirmeleri hâlinde İlahî gazaba uğrayacaklarını söyledi.
Yaptıkları çirkin işlerin yüzlerine vurulmasından ve azapla korkutulmalarından rahatsız olan kavim, Hz. Lût’u (a.s.) tehdit ettiler. Davasından ve tebliğinden vazgeçmediği takdirde sürgün edeceklerini söylediler.
Azgın kavmin hakkettiği cezayı vermek üzere, Cenabı Hak tarafından üç melek görevlendirildi ve bunlar genç suretinde Hz. Lût’a (a.s.) gönderildi. Onlar kendisine misafir olarak geldiklerini söylediler. Bir anda kavminin yaptıkları çirkinlikler aklına gelince, genç ve yakışıklı delikanlılar suretinde olan ve henüz melek olduklarını bilmediği bu misafirleri için endişeye kapıldı. Kavminin bu gençlere zarar verebileceklerinden korktu. Ancak Hz. Lût’un (a.s.) eşi, gelen misafirleri kavmine ihbar etti. Hemen toplanan topluluk gelip misafirleri, kendilerine vermesini istediler.
Bütün ikna çabalarına rağmen söz dinlemediler. Bunun üzerine üç genç, melek olduklarını açıkladılar. “Ey Lût! Biz Rabbinin elçileriyiz. Onlar sana dokunamazlar. Sen gecenin bir kısmında ailenle yola çık. Karından başka sizden hiçbiri geride kalmasın. Çünkü onlara gelecek olan azap şüphesiz ona da isabet edecektir. Onlara vaadolunan ceza zamanı, sabah vaktidir” dediler. Sabah vakti de haber verilen helâk gerçekleşti (Hûd Sûresi, 81-82).
Emirdağ Lâhikası-1’de geçen bir mektubunda Bediüzzaman Said Nursî, Rusya’nın Vladivostok Ormanlarına, daha önce hiç rastlanmayan büyüklükte taşların düştüğünü bildiren bir gazete haberini duyunca, bu hadise ile hem Lût kavminin, hem de Ebrehe ordusunun başına yağan taşlarla arasında bağlantı kurar. “Evet, bu tokatlardan pürşer beşer, şirkten şükre girmezse ve Kur’ân’a tarziye vermezse, melâike elleriyle de ahcar-ı semaviye (gökten gelen taşlar) başlarına yağacağını bu sûre bir mânâ-yı işârî ile tehdit ediyor” yorumunu yapan Üstad Bediüzzaman, her iki ibretli hadisenin merkezinde olan Allah’a isyan fiiliyle, günümüzdeki inkârcılık ve dinsizlik cereyanları arasında irtibat kurar. “Şimdiye kadar gelen semavi taşlar bir iki karış oldukları halde, böyle yirmi beş metre uzunluğunda ve on metre genişliğinde dağ gibi taşlar, elbette semavatın dinsizliğe karşı bir alâmet-i hiddetidir” buyuran Üstad, bu tür hadiselerin özellikle Rusya ve benzeri yerlerde gerçekleşmesininin rastlantı olmadığını, hattâ bizzat dinsizliği yaymaya çalışan idarecilerin de hadisenin bir cezâ olduğunun farkına vardıklarını şöyle ifade eder: “ Dinsizler bunu hissetmişler ki, küçücük hâdiseleri ehemmiyetle neşrettikleri halde, bir iki aydır bu acip, dehşetli hâdiseyi, ellerinden geldiği kadar şâşaalandırmamaya çalışmışlar.”