Muhterem Ağabey!..
Hizmet-i Kur’aniyenizde muvaffıkyetler diler, dualarınızı beklerim.
Gönderdiğiniz Müslim Efendinin mektubunu aldım. “Mürşidlik ve şahıs merciyeli meselesi başlıklı ve Külliyattan yapılan derleme hakkında: “Mektub, muazzam bir tetkikin ve mesleğimizde tahkik denilen mânanın numunesi olucak evsafta bir mektub...” demek sûretiyle takdir eden bu kardeşimiz mektubunda: Daire-i Nur’da bir zata biatın gerekli olduğu fikri üzerinde duruyor.
Bizim bildiğimiz biat, şer’i lisanda: bir şahsın siyasî ve idari iktidarı ve vazifedarlığı kabul edilip ona itaat edileceğini ifade eder. Manevi sahada ise biattan daha çok ittiba veya intisab gibi tabirler kullanılır. Eğer biat kelimesinden ittiba manası murad ediliyorsa –ki bu manada Risalelerde kullanılır.- O zaman bu mes’eleyi medar-ı bahsetmek gerkmez. Zira bu manada her müslüman, -mevzuu edilen derlemenin 36. Paragrafında belirtildiği gibi – ittiba etmiştir. Ve etmiş olduğu için müslümandır. O halde bu mes’ele niin mevzuu ediliyor.
Eğer Risale-i Nur’un hiçbir yerinde beyan edilmeyen tek bir şahsa ittiba mecburiyeti iddia edilip Risale-i Nur’da sarahatla ve tekrarla beyan olunan haslar dairesinin şahs-ı manevisi nazara alınmıyorsa, bunun delili Risale-i Nur’un neresindedir? Sarahatlara karşı, tasarruflu ve te’villi istihraçların nazara alınmayacağı’da bedihidir. Zira ciddi mes’uliyeti bulum-nan hükümlerde sarahatın şartiyeti malumdur.
Eğer tek şahsa ittiba şer’i mecburiyetle değil, vicdani ve hiss-i diyanetçe gerekiyor denilecekse, o zaman bu tarz mes’eleler, mecburilik makamındaki iddialar şeklinde ortaya atılmaz.
Mektupta bana atfen: “Kime biatlıdır?” diye soruluyor.
Ben de soruyorum: “Biat nedir?”
Bu kardeşimizin çok hassasiyetle ve elzemiyet derecesinde durduğu biatı ne Külliyattan, ne Hazret-i Üstad’dan ve ne de ağabeylerden işitmedik. Kırk iki seneyi aşan Nurculuk hayatımda Nur dairesi içinde bir şahsa mutlaka bağlı kalınacağına dair hiçbir telkin, tavsiye yapıldığına şâhit değilim.
Belki aksine Risale-i Nur ve hasların şahs-ı manevisi esas mercii olduğu, Hazret-i Üstad’ın dört-beş vasiyetnamesinin de te’yidi altında bir düsturda esas olduğu, yarım asrı aşan bir devrede bütün nurcularca müttefekun aleyh bulunmaktadır.
Eğer biat mes’elesi, bu kardeşimizin dediği gibi Nurculukta bir esas idi ise, Risale-i Nur’da Hazret-i Üstad’ın ve ağabeylerin tavsiyelerinde ciddiyetle ve sarahatla görülmesi zaruri idi. Zira bu kardeşin beyanınına göre, biatsız kalmak itaatsız kalmak hatta nefsinin uluhiyyet davası içinde kalmak olduğunu yazıyor.
Böyle bir hal ise, başıbozuk ve nizam dışı hatta dinden kopuk kalmayı ifade eder. Böyle bir şahıs Nurcu olur mu?...
Hem madem biatsız kalmak büyük tehlike ise Nurcuları böyle bir tehlikeye düşmemelei için Resulullahın yaptığı gibi Hazret-i Üstad da hem Risale-i Nur’da yazılı olarak, hem kendini ziyarete gelenlere şifaen, biatın elzemiyetini tavsiye ve beyan etmez mi idi.
Halbuki Hazret-i Üstad ”Bana gelmeyiniz, benden himmet beklemey
iniz, Risale-i Nur’u okuyunuz.” deyip, kardeşin dava ettiği biat manasının zararına nazarları kendinden çevirip Risale-i Nur’a çevirmekte ısrar etmiştir.
Hem de Hazret-i Üstad’ın vefatıdan sonra, Üstad’ın yakın dairesini teşkil eden zâtlar, biat mes’elesini ciddi olarak ele alıp gereken faaliyet ve hassasiyeti gösterirlerdi. Ta ki biatsızlık telikesine düşülmesin. Hazret-i Üstad’ın vefatından sonra otuziki senedir, ne ben ne de tanıdığım pek çok Nurcular, bir şahsa bağlı olmadığımız ancak Risale-i Nur ve haslar dairesinin şahs-ı manevisine bağlı olduğumuz bedihiyattandır. O halde bu zat, ne diyor, ne anlatıyor?... Bilemedim... Hatta bu kardeşin mektubundaki beyanıa göre, Üstad’a bağlı kalındığı gibi olmak şartıyla bir şahsa bağlı kalmak zaruretini dava ediyor.
Şimdi bu kardeşe bizim de bir meraklı sualimiz var. Çünkü biat edilen zaın vefatından sonra biat zaruretini dava ettiğine göre şimdi kendisi kime biatlıdır? Anlamak istiyorum. Çünkü biat herkesle beraber yapılıp bir seçim hadisesi olarak ortaya çıkar. Neticede biatı kazanan zat herkes tarafından bilinir ve biatı rey çokluğu ile kazanan başa geçer.
Evet, bizim bildiğimiz ve Şeriatta yazılı olan biat, bu kardeşimizin yazdığı manada olunca, siyasidir. Yani bir zat, hem diyanet hem siyaset sahasında vazifedar olursa veya sadece siyasi sahada biatla vazifedarlık makamını kazanırsa, bu zatın vefatı halinde hemen diğer bir ehliyetli zata biat edilir. Böylece İslâm devleti başsız kalmaz ve kalmamalı. Bu itibarla biat en azından bir farz-ı kifayedir. (Bak: Yeni Ansiklopedi 442. p)
Hazret-i Üstad bu manada biatı: “Meşrutiyetin riyasetine lazım ve biatın manası olan teveccüh-ü umumiyi kazanmak...” diye tarif eder. (bak: Âsâr-ı Bediyye sh: 375)
Mektupta “Hazret-i Üstad (R.A) kendisini merciiyetten azletti ise bize de bunu kabul etmek mi düşer?” denilmektedir.
Bütün Nurcular Hazret-i Üstad’ın büyük makamına, kemalatına ve hatta ahirzamanda geleceği müjdelenen zat olduğunu kanaat-ı kat’iyye ile biliyorlar ve kabul ediyorlar. Hazret-i Üstad’ın kendini merciiyetten azletmesi ile de bu hakikat nakz olunmuş olmaz ve olmamış ve hatta aksine Hazret-i Üstad’ın Üstadlığını te’yid eder olmuştur.
Çünkü merciiyet, Müraacat edilen makamı ifade eder. Dini sahada merciie müraacat eden aklını taalin ve kalbini terbiye etmek; yani ilmen ve ruhen terakki ve tekamül etmek ve hadisat-ı alem içinde isabetli olur ve hareket tarzını göstermesiyle sırat-ı müstakimi bulmak için müraacat eder. Yani ta’lim ve terbiyesi altına girer.
Herkes biliyor ki; on kişiye varmayan ve isimleri vasiyetnamelerde yazılı olup Üstad’ın hizmetkarları diye daire-i Nur’da yad edilen ve günlük hayatta Hazret-i Üstad’ın hizmetinde ve terbiyesi altında bulunan ma’lum zatlardan başka, pek çok nurcular ve hatta kamil ve veli talebeleri, mezkur hizmetkarlar tarzında Hazret-i Üstad’ın ders ve terbiyesi altında bulunmaktadırlar.
Yani Hazret-i Üstad merciiyet makamında oturup bilfiil, ciddi geniş bir irşad hareketine girmedi. Hatta kendisini ziyarete gelenlerden pekçokları ile de görüşmedi. Hakiki manada ve kıyamete kadar, merciiyet ve irşad vazifesini Risale-i Nur’a verdi. Ancak hizmet-i nuriyenin selametle devamı ve umum Nurcuların hadisat-ı alem içinde Risale-i Nur’un gösterdiği istikamet dairesinde hizmet birliğini mufazaha etmek gibi mühim hikmetler için, Lahika mektuplarının Risale-i Nur’dan neşri haslar dairesine tevdi edilmiş ve Hazret-i Üstad’ın vefatından sonra pek çok lahika mektuplarının neşri ile de bu vazife tahakkuk ettirilmiştir.
Bu muhterem zat mektubunda Üstad’ın giydiği gibi giymeyen, onun yaptığı gibi yapmayanın neyi varsa düşünmeden ona vermeyenin Nurcu ve hatta insan olmayacağını ifade ediyor.
Bu hükmün me’hazi nerede? Hazret-i Üstad’ın haslar dairesinde birinci muhatabı olmak makamını kazanan merhum ve muhterem Hulusi ağabeyimize, bu ifadeye göre ne nazarla bakacak. Hazret-i Üstad hayatı boyunca ve en ağır şartlarda dahi sarık, cübbe ve şalvarını terketmedi. Fakat bazı has hizmetkarlar ise Hazret-i Üstad’ın aynı kıyafetinde değil idiler. Hazret-i Üstad bu ağabeylerin bazılarını vasiyetnamesi ile kendine tayin etti. Bu mektubu yazan zatın mezkur hükmü ile nasıl telif edilecek?..
.
Her ne ise ... Belki biraz uzun ettik. Kusura bakmayınız. Selam ve hürmetler...
Kardeşiniz Rüştü
Not: Bu mektubu lüzum görüyorsanız Müslim Kardeşe de gönderebilirsiniz. Benim o kardeşle muarefem olmadığından gerekeni bilemiyorum. Gerçi bazı kardeşler bilgi için bu mektubun nüshasını aldılar. Belki o zatın da eline geçebilir.
__________________
Hizmet-i Kur’aniyenizde muvaffıkyetler diler, dualarınızı beklerim.
Gönderdiğiniz Müslim Efendinin mektubunu aldım. “Mürşidlik ve şahıs merciyeli meselesi başlıklı ve Külliyattan yapılan derleme hakkında: “Mektub, muazzam bir tetkikin ve mesleğimizde tahkik denilen mânanın numunesi olucak evsafta bir mektub...” demek sûretiyle takdir eden bu kardeşimiz mektubunda: Daire-i Nur’da bir zata biatın gerekli olduğu fikri üzerinde duruyor.
Bizim bildiğimiz biat, şer’i lisanda: bir şahsın siyasî ve idari iktidarı ve vazifedarlığı kabul edilip ona itaat edileceğini ifade eder. Manevi sahada ise biattan daha çok ittiba veya intisab gibi tabirler kullanılır. Eğer biat kelimesinden ittiba manası murad ediliyorsa –ki bu manada Risalelerde kullanılır.- O zaman bu mes’eleyi medar-ı bahsetmek gerkmez. Zira bu manada her müslüman, -mevzuu edilen derlemenin 36. Paragrafında belirtildiği gibi – ittiba etmiştir. Ve etmiş olduğu için müslümandır. O halde bu mes’ele niin mevzuu ediliyor.
Eğer Risale-i Nur’un hiçbir yerinde beyan edilmeyen tek bir şahsa ittiba mecburiyeti iddia edilip Risale-i Nur’da sarahatla ve tekrarla beyan olunan haslar dairesinin şahs-ı manevisi nazara alınmıyorsa, bunun delili Risale-i Nur’un neresindedir? Sarahatlara karşı, tasarruflu ve te’villi istihraçların nazara alınmayacağı’da bedihidir. Zira ciddi mes’uliyeti bulum-nan hükümlerde sarahatın şartiyeti malumdur.
Eğer tek şahsa ittiba şer’i mecburiyetle değil, vicdani ve hiss-i diyanetçe gerekiyor denilecekse, o zaman bu tarz mes’eleler, mecburilik makamındaki iddialar şeklinde ortaya atılmaz.
Mektupta bana atfen: “Kime biatlıdır?” diye soruluyor.
Ben de soruyorum: “Biat nedir?”
Bu kardeşimizin çok hassasiyetle ve elzemiyet derecesinde durduğu biatı ne Külliyattan, ne Hazret-i Üstad’dan ve ne de ağabeylerden işitmedik. Kırk iki seneyi aşan Nurculuk hayatımda Nur dairesi içinde bir şahsa mutlaka bağlı kalınacağına dair hiçbir telkin, tavsiye yapıldığına şâhit değilim.
Belki aksine Risale-i Nur ve hasların şahs-ı manevisi esas mercii olduğu, Hazret-i Üstad’ın dört-beş vasiyetnamesinin de te’yidi altında bir düsturda esas olduğu, yarım asrı aşan bir devrede bütün nurcularca müttefekun aleyh bulunmaktadır.
Eğer biat mes’elesi, bu kardeşimizin dediği gibi Nurculukta bir esas idi ise, Risale-i Nur’da Hazret-i Üstad’ın ve ağabeylerin tavsiyelerinde ciddiyetle ve sarahatla görülmesi zaruri idi. Zira bu kardeşin beyanınına göre, biatsız kalmak itaatsız kalmak hatta nefsinin uluhiyyet davası içinde kalmak olduğunu yazıyor.
Böyle bir hal ise, başıbozuk ve nizam dışı hatta dinden kopuk kalmayı ifade eder. Böyle bir şahıs Nurcu olur mu?...
Hem madem biatsız kalmak büyük tehlike ise Nurcuları böyle bir tehlikeye düşmemelei için Resulullahın yaptığı gibi Hazret-i Üstad da hem Risale-i Nur’da yazılı olarak, hem kendini ziyarete gelenlere şifaen, biatın elzemiyetini tavsiye ve beyan etmez mi idi.
Halbuki Hazret-i Üstad ”Bana gelmeyiniz, benden himmet beklemey
iniz, Risale-i Nur’u okuyunuz.” deyip, kardeşin dava ettiği biat manasının zararına nazarları kendinden çevirip Risale-i Nur’a çevirmekte ısrar etmiştir.
Hem de Hazret-i Üstad’ın vefatıdan sonra, Üstad’ın yakın dairesini teşkil eden zâtlar, biat mes’elesini ciddi olarak ele alıp gereken faaliyet ve hassasiyeti gösterirlerdi. Ta ki biatsızlık telikesine düşülmesin. Hazret-i Üstad’ın vefatından sonra otuziki senedir, ne ben ne de tanıdığım pek çok Nurcular, bir şahsa bağlı olmadığımız ancak Risale-i Nur ve haslar dairesinin şahs-ı manevisine bağlı olduğumuz bedihiyattandır. O halde bu zat, ne diyor, ne anlatıyor?... Bilemedim... Hatta bu kardeşin mektubundaki beyanıa göre, Üstad’a bağlı kalındığı gibi olmak şartıyla bir şahsa bağlı kalmak zaruretini dava ediyor.
Şimdi bu kardeşe bizim de bir meraklı sualimiz var. Çünkü biat edilen zaın vefatından sonra biat zaruretini dava ettiğine göre şimdi kendisi kime biatlıdır? Anlamak istiyorum. Çünkü biat herkesle beraber yapılıp bir seçim hadisesi olarak ortaya çıkar. Neticede biatı kazanan zat herkes tarafından bilinir ve biatı rey çokluğu ile kazanan başa geçer.
Evet, bizim bildiğimiz ve Şeriatta yazılı olan biat, bu kardeşimizin yazdığı manada olunca, siyasidir. Yani bir zat, hem diyanet hem siyaset sahasında vazifedar olursa veya sadece siyasi sahada biatla vazifedarlık makamını kazanırsa, bu zatın vefatı halinde hemen diğer bir ehliyetli zata biat edilir. Böylece İslâm devleti başsız kalmaz ve kalmamalı. Bu itibarla biat en azından bir farz-ı kifayedir. (Bak: Yeni Ansiklopedi 442. p)
Hazret-i Üstad bu manada biatı: “Meşrutiyetin riyasetine lazım ve biatın manası olan teveccüh-ü umumiyi kazanmak...” diye tarif eder. (bak: Âsâr-ı Bediyye sh: 375)
Mektupta “Hazret-i Üstad (R.A) kendisini merciiyetten azletti ise bize de bunu kabul etmek mi düşer?” denilmektedir.
Bütün Nurcular Hazret-i Üstad’ın büyük makamına, kemalatına ve hatta ahirzamanda geleceği müjdelenen zat olduğunu kanaat-ı kat’iyye ile biliyorlar ve kabul ediyorlar. Hazret-i Üstad’ın kendini merciiyetten azletmesi ile de bu hakikat nakz olunmuş olmaz ve olmamış ve hatta aksine Hazret-i Üstad’ın Üstadlığını te’yid eder olmuştur.
Çünkü merciiyet, Müraacat edilen makamı ifade eder. Dini sahada merciie müraacat eden aklını taalin ve kalbini terbiye etmek; yani ilmen ve ruhen terakki ve tekamül etmek ve hadisat-ı alem içinde isabetli olur ve hareket tarzını göstermesiyle sırat-ı müstakimi bulmak için müraacat eder. Yani ta’lim ve terbiyesi altına girer.
Herkes biliyor ki; on kişiye varmayan ve isimleri vasiyetnamelerde yazılı olup Üstad’ın hizmetkarları diye daire-i Nur’da yad edilen ve günlük hayatta Hazret-i Üstad’ın hizmetinde ve terbiyesi altında bulunan ma’lum zatlardan başka, pek çok nurcular ve hatta kamil ve veli talebeleri, mezkur hizmetkarlar tarzında Hazret-i Üstad’ın ders ve terbiyesi altında bulunmaktadırlar.
Yani Hazret-i Üstad merciiyet makamında oturup bilfiil, ciddi geniş bir irşad hareketine girmedi. Hatta kendisini ziyarete gelenlerden pekçokları ile de görüşmedi. Hakiki manada ve kıyamete kadar, merciiyet ve irşad vazifesini Risale-i Nur’a verdi. Ancak hizmet-i nuriyenin selametle devamı ve umum Nurcuların hadisat-ı alem içinde Risale-i Nur’un gösterdiği istikamet dairesinde hizmet birliğini mufazaha etmek gibi mühim hikmetler için, Lahika mektuplarının Risale-i Nur’dan neşri haslar dairesine tevdi edilmiş ve Hazret-i Üstad’ın vefatından sonra pek çok lahika mektuplarının neşri ile de bu vazife tahakkuk ettirilmiştir.
Bu muhterem zat mektubunda Üstad’ın giydiği gibi giymeyen, onun yaptığı gibi yapmayanın neyi varsa düşünmeden ona vermeyenin Nurcu ve hatta insan olmayacağını ifade ediyor.
Bu hükmün me’hazi nerede? Hazret-i Üstad’ın haslar dairesinde birinci muhatabı olmak makamını kazanan merhum ve muhterem Hulusi ağabeyimize, bu ifadeye göre ne nazarla bakacak. Hazret-i Üstad hayatı boyunca ve en ağır şartlarda dahi sarık, cübbe ve şalvarını terketmedi. Fakat bazı has hizmetkarlar ise Hazret-i Üstad’ın aynı kıyafetinde değil idiler. Hazret-i Üstad bu ağabeylerin bazılarını vasiyetnamesi ile kendine tayin etti. Bu mektubu yazan zatın mezkur hükmü ile nasıl telif edilecek?..
.
Her ne ise ... Belki biraz uzun ettik. Kusura bakmayınız. Selam ve hürmetler...
Kardeşiniz Rüştü
Not: Bu mektubu lüzum görüyorsanız Müslim Kardeşe de gönderebilirsiniz. Benim o kardeşle muarefem olmadığından gerekeni bilemiyorum. Gerçi bazı kardeşler bilgi için bu mektubun nüshasını aldılar. Belki o zatın da eline geçebilir.
__________________