Konuya cevap cer

Risale-i Nur şakirtleri, müminlere cesaret veriyor

             02 Aralık 2011 / 00:01

             Günün Risale-i Nur dersi

        

                                      Bismillahirrahmanirrahim

    SEKİZİNCİ REMİZ

     Suâl: Bütün kıymettar kitaplar içinde Risâle-i Nur, Kur'ân'ın işaretine  ve iltifâtına ve Hazret-i İmâm-ı Ali Radıyallâhü Anhın takdir ve  tahsînine ve Gavs-ı Âzamın (k.s.) teveccüh ve tebşîrine vech-i ihtisâsı  nedir? O iki zâtın kerâmetle Risâle-i Nur'a bu kadar kıymet ve ehemmiyet  vermesinin hikmeti nedir?

    Elcevap: Mâlûmdur ki, bâzı vakit olur  bir dakika, bir saat ve belki bir gün, belki seneler kadar; ve bir saat,  bir sene, belki bir ömür kadar netice verir ve ehemmiyetli olur.  Meselâ, bir dakikada şehit olan bir adam, bir velâyet kazanır; ve  soğuğun şiddetinden incimâd etmek zamanında ve düşmanın dehşet-i  hücumunda bir saat nöbet, bir sene ibâdet hükmüne geçebilir. İşte aynen  öyle de, Risâle-i Nur'a verilen ehemmiyet dahi, zamanın ehemmiyetinden,  hem bu asrın Şeriat-ı Muhammediyeye (a.s.m.) ve şeâir-i Ahmediyeye  (a.s.m.) ettiği tahribâtın dehşetinden, hem bu âhirzamanın fitnesinden  eski zamandan beri bütün ümmet istiâze etmesi cihetinden, hem o  fitnelerin savletinden mü'minlerin îmanlarını kurtarması noktasından  Risâle-i Nur öyle bir ehemmiyet kesb etmiş ki; Kur'ân, ona kuvvetli  işaretle iltifat etmiş ve Hazret-i İmâm-ı Ali Radıyallâhü Anh üç  kerâmetle ona beşâret vermiş ve Gavs-ı Âzam (k.s.) kerâmetkârâne ondan  haber verip, tercümanını teşcî etmiş. Evet, bu asrın dehşetine karşı  taklidî olan îtikâdın istinad kal'aları sarsılmış ve uzaklaşmış ve  perdelenmiş olduğundan, her mü'min, tek başıyla dalâletin cemaatle  hücumuna mukâvemet ettirecek gâyet kuvvetli bir îmân-ı tahkîki lâzımdır  ki dayanabilsin. Risâle-i Nur bu vazifeyi en dehşetli bir zamanda ve en  lüzûmlu nâzik bir vakitte, herkesin anlayacağı bir tarzda, hakâik-ı  Kur'âniye ve îmâniyenin en derin ve en gizlilerini, gâyet kuvvetli  bürhanlar ile ispat ederek; o îmân-ı  tahkîkiyi taşıyan hâlis ve sâdık şâkirtleri dahi, bulundukları kasaba ve  karye ve şehirlerde, hizmet-i îmâniye îtibariyle âdetâ birer gizli  kutub gibi, mü'minlerin mânevî birer nokta-i istinâdı olarak, bilinmedikleri ve görünmedikleri ve görüşülmedikleri halde, kuvve-i  mâneviye-i îtikadlan cesur birer zâbit gibi, kuvvet-i mâneviyeyi ehl-i  îmânın kalblerine verip, mü'minlere mânen mukâvemet ve cesâret  veriyorlar. [Mektubat]

    Bediüzzaman Said Nursi

    Sözlük:

    TEBŞİR : Müjdelemek.

    VECH-İ İHTİSAS : İhtisas yönü

    İNCİMÂD : Donma, buzlanma, katılaşmak

    MUKAVEMET : Dayanma, karşı koyma, direnme, direnç.


                     

                                                      Nerdeyse cehennem öfkesinden çatlayacak!

             02 Aralık 2011 / 05:05

             Günün Ayet-i Kerime meali...

        

                                      Bismillahirrahmanirrahim

    Cenab-ı Hak (c.c), Mülk Sûresi 8. ayetinde mealen şöyle buyuruyor:

    Neredeyse  cehennem öfkesinden çatlayacak! Her ne zaman oraya bir topluluk atılsa,  onun bekçileri onlara: Size, (bu azap ile) korkutucu bir peygamber  gelmemiş miydi? diye sorarlar.


Said Nursi'nin savunmasını gizli daktilo ettim

             02 Aralık 2011 / 06:21

             O yıllarda Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri de hapishanede idi

        

                                      Risale Haber-Haber Merkezi

    Son Şahitler'den Nihat Bozkurt anlatıyor:

    (1948'de Afyon'da asker iken hapishanede Bediüzzaman'ı ziyaret etmiş ve kâtip olarak Üstadın mahkeme müdafaalarını yazmıştı.)

     1948 yıllarında Afyon'da askerlik yapıyordum. Bizim takım bir ana  caddedeydi. Hapishane ise bize çok yakındı. Bir asker arkadaşımız askerî  bir suçtan mahkûm olmuş, hapse atılmıştı. Biz bu arkadaşın bazı  ihtiyaçlarını karşılıyorduk. Bu sebepten, her hafta iki defa hapishaneye  gidiyordum.

    Bir Cumartesi günü yine gitmiştim. Hapishane Salih  Hoca denilen ve Altıparmak lakaplı birisi daha vardı. O yıllarda  Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri de hapishanede idi. Diğer Nur  talebeleri koğuşlarda, Üstad ise revirde kalıyordu. Penceresi sokağa  bakıyordu. Biraz yazıya da meraklı olduğum için, o zaman bir Afyon  gazetesinde bir-iki yazı yazmıştım. Bunlardan dolayı beni tanıyorlardı.

    Hapishaneden ezan sesleri geliyordu. Kenan isimli bir arkadaş "Artık hepimiz namaza başladık" diyordu.

     Bir gün hapishanedeki o Altıparmak lakaplı şahıs yanıma geldi. 'Sizden  bir ricam var. Üstadın daktilo ile müdafaalarını yazar mısınız?' dedi.  Bu müdafaa mahkemeye ibraz edilecekti. Bunun gizlice yazılmasını  istiyorlardı. Ben memnuniyetle kabul ettim. Müdafaayı getirdikleri  zaman, bunların İslâm yazısıyla olduğunu gördüm. Okuyamadığımı  söyleyince, Altıparmak okudu, ben de yeni yazıyla daktiloya çektim. Bir  müdafaalardaki bir cümle zihnime öylesine işlemişti ki, hâlâ unutamadım.  Hatırımda kaldığı kadarıyla şöyleydi: 'Milyonların Peygamberi olan  Hazret-i İsa'yı çarmıha germişlerdi. Bizi de suçsuz yere hapishaneye  atmışlar.'

    Bu müdafaaları Altıparmak'a Pazar günü teslim ettim.  Bana 'Biraz bekler misin?' diyerek yukarıya, pencereye bakmamı söyledi.  Benim bu müdafaaları yazdığımı Üstada söylemiş. Az sonra pencerede  sakılsız, nuranî yüzlü, heybetli bakışları olan, gür kaşlı muhteşem  şahsiyet gözüktü. Mübarek Üstad iki eliyle ve tebessüm ederek bizi  selâmlayarak teveccühte bulunuyordu. Ben, o lütuf esnasında huşu içinde  kalmıştım. Manevi bir nur âlemine girmiştim.

    (Son Şahitler)


                     

                                                      Cezaevinin en güzel dersi: Kur'an-ı Kerim

             02 Aralık 2011 / 08:08

             Vaizeler Kadın ve Çocuk Tutukevi'nde mahkûmlara Kur'an-ı Kerim dersleri veriyor

        

                                      Aslıhan Köşşekoğlu'nun haberi:

     Vaize Sümeyra Özkan ve Halime Yıldız, üç buçuk yıldır Bakırköy Kadın ve  Çocuk Tutukevi'nde mahkûmlara Kur'an-ı Kerim dersleri veriyor, sohbet  programları düzenliyor. Onlar farklı bir atmosferde görevlerini yerine  getirmenin mutluluğunu yaşarken, mahkûmlar, hocalarının varlığından  memnun, "Öğrendiklerimiz yaşadıklarımıza sabretmemize vesile oluyor."  diyorlar.

    Bir yakınımız yoksa kolay kolay yolumuzun düşmeyeceği  yerlerdendir cezaevleri. Çoğu zaman merak bile etmeyiz oradaki hayatı.  Araştırmayız, sormayız. Bildiklerimiz yalnızca dizi ve filmlerde  gördüklerimizle sınırlıdır. Bir koğuş ağası vardır zihinlerimizde bir de  heybetli ceza infaz memurları. Ama kimileri bizden çok daha yakındır  dört duvar arasında yaşamaya çalışanlara. Ne hükümlü ne de hükümlü  yakınıdırlar üstelik. Görevleri gereği cezaevini mesken edinmişlerdir.  Ceza infaz memurları, psikologlar, doktorlar, öğretmenler mesela...

     Vaize Sümeyra Özkan ve Halime Yıldız da üç buçuk yıldır haftanın  neredeyse yarısını demir parmaklıklar ardında geçiriyor. Vazifeleri,  Bakırköy Kadın ve Çocuk Tutukevi'ndeki mahkûmlardan talep edenlere din  eğitimi vermek. Bazen dersliklerde Kur'an-ı Kerim öğretiyor, bazen de  koğuşlara girip sohbet yapıyor, tefsir dersleri işliyorlar. Biz de  onların cezaevindeki bir günlerine eşlik ettik, derse girip mahkûmları  dinledik.

    Uzun ve soğuk koridorların verdiği kasvet Halime  Hoca'nın ders işlediği sınıfa girince çok uzağımızda kalıyor. Derslikte  ortalama yirmi kişi var. Aslında altmış beş mahkûm varmış programa  katılan. Fakat mekân cezaevi olunca derslerde tam sayıyı tutturmak zor  oluyor. "Kimi tahliye olup gidiyor, kimi o gün psikolojisi iyi  olmadığından gelmiyor." diyor Halime Yıldız.

    Her biri farklı  sebeplerle düşmüş dört duvar arasına. Ancak dertleri, akıllarındaki soru  işaretleri ortak: "Nasıl düştüm ben buraya ve nasıl geçecek burada  hayat?!" Belki de bundan, en çok ne şekilde tövbe edeceklerini  soruyorlar. Bir de tövbelerinin kabul olup olmayacağını...

    Sohbet günlerinde koğuşlar ev gibi!

     Koğuşlardaki sohbet günleri dışarıdaki ev hanımlarının programlarını  aratmayacak türden. Sınırlı imkânlarla yapılan hazırlıkları duyunca  şaşırmamak elde değil. Koğuşlara gelen bezelye yemeğinin taneleri  yıkanıp salata oluyor, bisküviden, elmadan pastalar yapılıyormuş.

     Kur'an ve sohbet dersleri, mahkûmlara göre haftada üç gün nefes  aldıkları, yaşadıklarına sabretmelerine vesile olacak bir etkinlik.  Yalnızca kendileri öğrenmekle kalmıyor kursa katılanlar, diğer  koğuşlardaki arkadaşlarına programlar düzenliyorlar. Mahkûmlardan biri  "İşe yaradığımızı hissediyoruz." diyor anlatırken.

    Halime Yıldız  ve Sümeyra Özkan ise onların hocası olduğu kadar dert ortakları da.  Bazen onları dinleyen kardeşleri oluyorlar, bazen de ellerini tutup  konuşmadan bile çok şey anlatan büyükleri. Dertleriyle dertleniyor,  hükümlülerin daha sağlıklı bir ruhla yaşamaları için ellerinden geleni  yapıyorlar. En çok da çocuklarından ayrı olan anneler üzüyor onları. Bir  de ara ara başlarına gelen olaylar. Bunlardan birini şöyle anlatıyor  Halime Hoca: "İlk zamanlarda koğuşun birinde kendimizi tanıtıp din  görevlisi olduğumuzu söyleyince bir hanım geldi yanımıza. Elinde kalın  bir defter vardı. Defterde tövbe duaları yazılıydı. Bize onları  gösteriyor ve 'Lütfen daha var mı, varsa yazın.' diye soruyordu telaşlı  şekilde. Tövbe kapısını bu kadar çalıp hâlâ arayış içinde olmasından çok  etkilenmiştim." Mahkûmların ilgilerinden ise oldukça memnunlar. Çok  yoğun bir talep varmış derslere. Kur'an-ı Kerim'i öğrenmekte de çok  gayretli olduklarını ve kısa sürede öğrendiklerini anlatıyorlar. Bir de  tespitleri var: "İçeri girdiklerinde tutunabilecekleri tek mecranın din  olduğunu anlıyor insanlar. Herkes dine sarılıyor."

    Şükretmeyi öğrendik

     Demir parmaklıkların ardında din eğitimi vermek vaize hanımlar için de  farklı bir tecrübe tabii. Görevlendirildiklerini ilk duyduklarında  tedirgin oldularını gizlemiyorlar. Hiç bilmedikleri, belki  anlatılanlardan, gösterilenlerden dolayı yanlış tasavvur ettikleri o  ortama girmek biraz düşündürmüş. Tedirginliklerinin üzerine  çevrelerinden gelen "Nasıl gideceksin, etkilenmeyecek misin?" tepkileri  eklenmiş. Ancak onlar ne iç seslerine ne de çevrelerine kulak vermişler.

     Düşünceleri tam da bir din görevlisine yakışır türden: "Acaba biz  olsaydık ne yapardık duygusuyla hareket ettik. Oradaki insanlara suçlu  değil, insan gözüyle bakıyoruz. Kimseye suçunu sormadık bile, kendi  anlatırsa dinleriz. Bizim düşüncemiz şudur: Suç işlendiği anda vardır...  Aradan beş-on yıl geçmiştir, o anda suçlu değildir o insanlar. Bir sürü  tövbe pişmanlık aşamasından geçmiştir. O andan sonra biz onlar için ne  yapabiliriz, onlara nasıl yardımcı olabiliriz duygusuyla hareket  ediyoruz."

    "Peki, bu süreç sizde neleri değiştirdi?" diyoruz.  Hocalarımızdan aynı cevabı alıyoruz: "Gerçekten hamdı şükrü öğrendik.  Biz dışarıdan geldiğimizde 'Hava nasıldı anlat' derler. Her cezaevinden  çıkışımızda bir derin nefes alır, şükrederiz. Dört duvar arasında  bulunmanın nasıl bir duygu olduğunu anlıyoruz. İkincisi hayatı tanıdık.  Saçıp savurduğumuz, ya da ihmal ettiğimiz yaşamın ne kadar değerli  olduğunu gördük."

    Dini bu kadar bilmiş olsaydım...

    Elli  iki yaşındaki T.S.'nin cezaevi günleri yedi yıl önce Paşakapısı'nda  başlamış. Üç yıldır da Bakırköy'de. Demir parmaklıklar ardında geçen  günlerini farklı eğitimlerle değerlendirmiş. Ebru, aşçılık, jimnastik  sertifikaları almış. Okuma-yazmayı da demir parmaklıklar ardında  öğrenmiş, açık öğretimden eğitimine devam ediyor. Bugünlerde de Kur'an-ı  Kerim öğrenmenin mutluluğunu yaşıyor. Keşke dediği şeyler de yok değil.  "Dini bu kadar bilmiş olsaydım" diyerek başlıyor anlatmaya: "Çok  şeylerden kendimi çekmiş olurdum. O zaman düşünemiyordum neyin kalp  kıracağını, nelere sebebiyet vereceğini ya da günah olacağını. Şimdi  Halime ve Sümeyra hocalarımızdan öğrendiklerimizle hatalarımın farkına  varıyorum."

    İlaçlar değil Allah'ın ayetleri bizi ayakta tutuyor

     S.N. otuz altı yaşında. İki yıl geçirmiş cezaevinde, daha altı senesi  var. Üç çocuk bırakmış dışarıda. "Her biri bir yerde kalıyor." derken  üzüntüsü her halinden anlaşılıyor. Orada olan herkes gibi onun da  yaşadıkları hayli zor, daha fazla sabır gerektiriyor. Devayı Kur'an  sohbetlerinde bulduğunu anlatıyor ve şöyle diyor: "Bizi ayakta tutan ne  ilaçlar ne de başka bir şey; Allah'ın ayetleri, dualar."

    Yeni bir hayatın olduğuna inancım artıyor

     Kimilerine içeride zaman geçmese de otuz yedi yaşındaki G.K. cezaevinde  zamanın yirmi dört saatten daha az geldiğinden şikâyetçi: "Uyanık geçen  saatler az, düzenimiz bozuldu." Cezaevine geldiğinden beri katılıyor  din eğitimlerine. Amacı Kur'an-ı Kerim'deki eksiklerini tamamlamak,  bilgilerini tazelemek. Din derslerinin en sevdiği yanı pozitif  etkilemesi ve karamsarlığa düşmekten alıkoyması. Duygularını şöyle ifade  ediyor: "Hayatımızın burada geçeceğini düşünüyoruz bazen, bu fikirden  uzaklaştırıyor. Yeniden bir hayata başlayacağıma inancım artıyor."

    Cezaevi günlerini fırsata çevirdi

     Kırk dört yaşındaki S.E. henüz bir aydır katılıyor Kur'an derslerine.  Aslında okuma-yazma bile bilmeden önce tanışmış Arap harfleriyle. Beş  yaşından beri Kur'an okumayı biliyor. Şimdi tecvit öğreniyor. Ayrıca  tefsir ve sohbet derslerine de katılıyor. Dosyası henüz Yargıtay'da, ne  zaman çıkacağı belli değil. Ancak çıkınca daha detaylı din eğitimi  almayı koymuş kafasına. Geçmiş günlerini de eleştirmiyor değil. Dışarıda  zamanın daha farklı geçtiğinden, daha gevşek davranıldığından dem  vuruyor. Öğrendiklerini buraya düşmeden önce dışarıdayken de  yapabileceğinin farkında. Kur'an ve sohbet programlarıyla cezaevinde  geçen günlerini fırsata çevirdiği için mutlu.

    Konuşma  yeteneğimizi yitiriyoruz Üç buçuk senedir cezaevinde olan H.F. iki  yıldır devam ediyor eğitimlere. O da Kur'an okumayı bilip, hayat  şartlarından dolayı unutanlardan. Şimdi bilgilerini tazeliyor. Bir de  meselenin farklı bir boyutuna değiniyor: "Burada konuşma, anlatma  yetimizi kaybediyoruz. Hocamız çok içten, akıcı anlatıyor. Bu anlamda da  faydası oluyor bize."

    Zaman


Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Üst