Konuya cevap cer

NÜKTELER…

HAZIRDAKİ CENNET

Fahreddin Razî, tefsirinde der ki: Marifetullah hazırdaki cennettir. Zira cennet senin aklına ve arzuna uygun olan nail olmandır. Onun içindir ki, Âdem'in aklına ve arzusuna ters düştüğünde cennet, kendisine cennet olmamıştı. Yine onun içindir ki, kabir, mümine zindan değildir. Çünkü onun aklına ve arzusuna uygun olan kendisine orada hasıl olmuştur.

Bunun açıklaması şöyledir: Akıl, iyilikler kendisine tevdi olunacak güven ister, şehvet de kendisinden lezzetli şeyler istenecek bir zengin ister. Daha doğrusu akıl yüksek himmet sahibi bir insan gibidir, efendisinden başkasına bağlılık göstermez, heva ise bir otlakçıya benzer ki, bir zengini gördüğünde belki bir ihsanına nail olurum ümidiyle neşelenir. Daha doğrusu akıl geçmiş nimetlere şükretmek için efendisini tanımak ister, heva ise ondan beklenecek nimetlere istek duyduğu için onunla tanışmak ister. İkisi de onu istedikleri gibi âlim ve gani, yani bilgili ve zengin olarak tanıyınca ona sarılırlar. Akıl ben senden başkasına şükretmem der, şehvet de ben senden başkasından dilenmem der. Sonra da şüphe gelir, "Ey akıl, şükrü yalnızca ona nasıl tahsis ettin? Belki onun gibi bir başkası daha vardır! Ey şehvet, yalnızca ona nasıl bağlandın? Belki onun gibi bir başka kapı daha vardır!" der. Bunun üzerine akıl hayrete düşer, huzuru ve rahatı kaçar. Bunun üzerine akıl eski rahat ve huzuruna kavuşmak için, şüpheden kurtulmak üzere delil aramak üzere istidlâl âleminde seyahat etmek ister. "Hakka hidayet edecek olan ise ancak Allah'dır". İşte Allah kuluna hidayet etmek, hizmeti ve şükrü ile meşgul olma lezzetini bulandırmamak için Peygamberini göndermiş ve ona kendinden söyleme, doğrudan doğruya benim sadık olarak bildiğim şu kelâmımı söyle! diyerek "De ki, O Allah tekdir." buyurmuş, birliğini sana işitme yoluyla haber vererek bildirip araştırma ve delil peşinde koşma zahmetinden seni kurtarmıştır.

 

 

VARLIĞI BİLMEK MAHİYETİNİ BİLMEYİ GEREKTİRMEZ

Bir şeyi varlığını bilmek ayrı, mahiyetini bilmek ayrıdır. Aklımızın, ruhumuzun, hayalimizin, korku ve sevgi gibi hislerimizin, meyvelerdeki tatların ve çiçeklerdeki kokuların varlıklarını biliyoruz, fakat mahiyetleri bize gizli ve meçhuldür.

Aynı şekilde, melaikenin ve cinlerin de varlıklarını biliyoruz, fakat mahiyetlerini bilemiyoruz…

MARİFETSİZ İLİM

Balığın çok güzel yüzdüğü ve bu noktada onunla hiçbir insanın yarış edemediği malumdur. Fakat bu meziyeti, balığı hayvanlıktan kurtarmaya kafi gelmemektedir.

Kimya mühendisi kimya denizinde, doktor ise tıp deryasında yüzmektedir. Eğer onlar, kendi sahalarından, imanlarını ziyadeleştirecek ve tefekkür hazinelerini zenginleştirecek mücevheratları alamıyorsa, o ilme vakıf olmaları onların insaniyetlerine ve kemalatlarına hiçbir şey ilave etmez. 

Aynı şekilde, inansız bir ziraat mühendisi de padişahın bahçesinde onu tanımadan çalışan bir bahçıvana benzer. 

Diğer inançsız fen adamlarını bu misallere kıyas edebilirsiniz.

Diğer taraftan, bir insandan iman gittiği taktirde, onun ilmi tırnak mesabesinde, fikri ise canavar dişi olur.yani, imansız bir kimsenin, fenni bir sahada ilerledikçe elde ettiği bilgileri ve imkanları, imkansızlık hesabına geçtiğinden, bu kimse ilmen ne kadar ilerlerse cemiyete de o derece zararlı olmaktadır.

MARİFETTEN BİR ÇEŞİT

Rüya gördüm. Kendimce bir şeyler söylüyordum. Kime söylediğim belli değildi. Şöyle diyordum:

Ey içinde nefsini, dışında halkı, amelini, isteğini Allah'a, yani Yaradanıma eş tutan kimse.

Biri yanıma geldi:

- Bu söylediğin nedir?

Dedi. Bunun üzerine ona şöyle dedim:

- Bu sözler insanı ilahî marifette götüren cinsten bazı sözlerdir.

GÖRME ve MARİFET LEZZETİNİN FARKI

Sen şimdi güye ki, şöyle demeklesin:

— Eğer görmenin lezzeti marifet lezzeti cinsinden otursa, bu o kadar büyük bir lezzet değildir!

Bu sözü şundan ölürü söylemektesin ki, sen marifet lezzetinden haberdar değilsin. Belki kitaplardan birçok söz ezberlemişsin, ya da bir kişiden aklına koymaya, yâdına getirmeye marifet diye ad koymuşsun. Sen bilmelisin ki, bundan hiç bir zaman lezzet bulamazsın ve yine şöyle bil ki, bir kimse tarhanaya helva diye ad verse ve onu yemeğe uğraşsa helva lezzetini onda bulamaz. Ama şu kişi ki, hakikatin marifetini tatmış olsa, o derecede lezzet duyar ki, ona bu dünyada Cennet'i karşılık verseler, marifeti Cennet'ten daha çok diler. Nitekim, o kişi gibi akıllı olan bir kimse. Padişahlığı kadın ve karın lezzetinden üstün görür. Ama, her ne kadar marifet lezzeti çok büyükse de âhirette olan didâr (Allahü Teâlâ'yı görme) lezzeti ile hiç bir ilgisi yoktur. Bu hâl, bir misâlle ancak anlaşılabilir. Başka bir şeyle anlaşılmaz.

Sen bir âşık düşün ki, sabah vaktinde sevgilisine bakmakta, onu temaşa etmektedir. Henüz gökyüzü alacakaranlıktır. Henüz tam bir aydınlık yoktur. O kişinin aşkı da zayıf, sevgiliye şehvet hırsı eksiktir. Bir de çamaşırlarının içinde akrepler ve arılar vardır. Onu, ısırıp incitmek üzeredirler.

O kişi bu anda başka işle de uğraşmış olsa, yüreğinde bir korku vardır. Hiç bir kuşku yoktur ki onun bu anda sevgilisinin yüzünü görmekten doğan lezzet, zayıftır. Ama ansızın güneş doğar, ufuk birdenbire apaydınlık olur. O kişinin sevgiliye ulaşmak İsteği de son derece kuvvetlenir. Nasıl gönlündeki düşüncelere, endişeler ortadan kalkarsa, akrep ve arıların verdiği acılardan nasıl kurtulursa, o zaman öyle bir lezzete varır ki, önce anlattığımız lezzete göre bir hiç olarak kalır.

İşte dünyada arif kişinin hâli de böyledir. Şafaktaki alacakaranlık, marifetin dünyadaki zayıflığıdır ki, Hak Teâlâ'ya sanki perde ardından bakılır.. Aşkın zayıflığı, Âdemoğlunun zayıflığından ötürüdür. O mademki bu dünyadadır, aşkı eksiktir. O aşk kemâle erişmez. O anlar, o akrepler de dünyanın hırslı isteklerine, şehvetine, gam ve üzüntülerine, türlü belâlara misâl ve örnektir. Bunların hepsi marifet lezzetini karartıcı, bulandırıcı şeylerdir. Uğraşma, didinme, korku, dirlik, yaşama düşüncesi ve endişeleri, geçim elde etmek çabalarıdır. Bunlar gibi bahaneler varsa ölümle bunların hepsi ortadan kalkar. Didârın aşkı güçlenir, istek tamam olur. Gizlilik açlığa döner. Dünyanın gamı, acılan, uğraşmaları sona erer. Bundan ötürü de o lezzet, kemâl katına erişir. En üstün dereceyi bulur.

Bu da marifet miktarınca olur. Hatla şunun gibi ki, aç olan kişi yemek lezzetini onun kokusunda bulur. Onun yemeğin lezzetiyle ilgisi yoktur. Marifetin lezzeti de ancak Allahü Teâlâ'yı görüş ile olur. 

MARİFET GÖNÜLDE, DİDÂR GÖZDE Mİ OLUR?

Ey sâlih kişi! Belki sen:

-Marifet (tanıma) gönülde olur, didâr (görme) ise gözde olur! Bu nasıl olur? dersin.

Bil ki, marifet didârın tohumudur. Hakikatte ise ikisi de birdir.

Ey İlâhi sırlara erişmek isleyen kişi! Sen bil ki, didâr, kemâle cismiyle hayâl olduğu için ona didâr denilmiştir. Mücerred gözde olduğu için değildir. Gözde olmasından Ötürü ona didâr denilmiş değildir. Eğer görme işi alında yaratılmış olsaydı ona yine didâr (görme) derlerdi. Böylece didârın mahallinde inceleme yapmak fodulluk, lüzumsuzluk olur. Çünkü didâr kelimesi didâr olarak gelmiştir. Onun anlamı, zahiri göz ile görmektir ki, âhirette gözün Didâr-ı Hak'tan (Hak Teâlâ'yı görmekten) nasibi vardır, diye inanmalı, itikat etmelisin.

Şöyle de bilmelisin ki, Âhiret gözü dünya gözü gibi değildir. Çünkü, zahir gözümüz cihetsiz görmez.. Yönlere ihtiyacı vardır. Âhiret gözü ise yönsüz, cihetsiz görür. Aklı erik olmayan bir kişinin kendisine bundan fazlasını söylemek, bu konuyu açmak uygun değildir. Zira bu bahse onun aklının erme gücü yetişecek değildir. Nitekim dülgerlik maye sanatı değildir. Her din bilgini, her ilim adamı fıkıhla, hadisle, sıkıntı, cefa çekmiştir. Ama bu mânâda bilgin de aklı erik olmayanlar gibidir. Çünkü bu onun işi değildir. Çünkü kelâm İlminin ehli, umum halkın inandığı şeyi hadis ile korur, muhafaza eder. Bid'at ehlinin şerrini, kötülüğünü ondan uzaklaştırır, kovar. Bunun yolunun Cedel (mücadele) yolu olduğunu bilir. Ama marifet başka bir semttir. Ve onun ehli ayrı bir topluluktur. Bu sözler bu kitapta anlatılacak sözler değildir. Bundan ötürü sözümüzü bu kadarla kesiyoruz.

HAK TEÂLÂ'NIN MARİFETİNİN GİZLİ OLMASI

Ey sâlih kişi! Sen bil ki, bîr şeyin bilinmesi zorsa, yâni o şey bilinemezse, bu bilinemeyiş iki sebepten ötürüdür:

Birincisi: O şeyin gizli olmasındandır. Açık-seçik olmamasındandır.

İkincisi: O şey çok çok aydınlık olup gözün ona takat getirememesindendir. Bundan ötürüdür ki, yarasalar gündüzleri görmezler. Ama bu, geceleri karanlıkta kimi şeyler görülür demek değildir. Aksine gündüzleri her şey gayet güzel görünür. Yarasanın gözleri zayıf olduğu için aydınlıkta gözleri kamaşır, bir şey göremez olur.

Bunun gibi, Hak Teâlâ'nın marifetinin (tanınmasının) güçlüğü de çok çok açık olmasındandır ki, kalb onu anlamaya dayanamaz. Anlamağa takati yoktur. Hak Teâlâ'nın apaçık görünmesi şunun gibidir ki, yazılmış bir hattı (yazıyı), ya da dikilmiş bir elbiseyi gören bir kişi, o yazıyı yazanın, o elbiseyi diken terzinin kudretini, ilmini ve irâdesini onlarda açık seçik görür. Bu işler, yâni yazmak ve dikmek, bu sıfatların kâtiple terzinin bâtınında olduğunu açıkça ortaya koyarlar ki, onu bilmek zaruret olur. Eğer Hak Teâlâ bütün âlemde bir kuş yaratsaydı, başka bir şey yaratmasaydı, bir kimse o kuşa baksaydı. Hak Teâlâ'nın ilminin yüceliğine, yetişilmez gücüne, celâline ve ululuğuna zaruri olarak bilgisi olurdu. Çünkü bunun delâleti yazının yazana delâletinden daha da açıktır. Varlığa gelen her şey, gökyüzünden, yeryüzünden, hayvanlardan, ya da bitkilerden veya taştan olsun, hatta vehim ve hayâle gelen her şey, hepsi baştan başa bir sıfat üzeredir. Ve hepsi samın celâl ve azametine şahitlik ederler. Bu celâl ve azamet, delillerinin çokluğundan ve apaçık görülmesinden dolayı mestur (örtülü) olmuştur.

Bunun benzeri şunun gibidir: Güneşin nurundan daha parlak bir şey yoktur. Fakat eğer gece kaybolmasaydı yahut bulut sebebiyle üstüne bir örtü çekilmeseydi, hiç bir kişi yeryüzünde nur olduğunu bilmezdi. Beyaz ve karadan başka rengi görmeseydi bunlardan başka renk olduğunu bilmezdi ve:

— Bunlardan başka şeyin varlığı yoktur! derdi.

Böylece, bilinen renklerden başka şey olduğu sununla bilindi ki, gece olunca bütün renkler örtüye bürünür. Hem gölge içinde bulunan renkler, gölge olmayan yerden daha örtülü olurlar. Bunun gibi Allahü Teâlâ'nın hâşâ kaybolması ve yok olması mümkün olsaydı, gök kubbe ve yeryüzü birbirine karışıp yok olurdu. O zaman Hak Teâlâ hakkında zarurî olarak bir bilgi doğardı. Fakat, bütün şeyler şehadette bir sıfat üzeredirler. Bu şehadette devam üzeredir. Ve bu devam gayet açık, gayet parlaktır. Böyle parlaklığında Ötürü de —Allah'ın marifeti— gizli olmuştur.

Bir de şu vardır: İnsanoğlunun çocukluk çağında bu âleme gözü alışmıştır, onu öğrenmiştir. Akıllı olduğu zamanda da, şehadetten haberi yokken, o hali güzel sanıp ona ülfet bağlamıştır. Bundan sonra aklı ergin olduğu zamanda ise şehadete yine akıl erdiremez. Gaflette kalır. Ama garib bir hayvan veya garip bir yapı görünce kendisi de farkında olmadan dilinin ucundan: 1

— Sübhanallah! kelimesi yükselir.

O eşyanın şehadeti onun kalbince bilinir. Eğer böyle bir kikinin gözü zayıf olmazsa, o, her ne görürse hepsinin Hak Teâlâ’nın eseri ve işi olduğunu görür. Yapılanı görmez, yapanı görür. Gökyüzünü ve yeryüzünü görmez de, Hak Teâlâ'nın bu iki varlıkta olan yapıcılık kudretini görür. Nitekim bir kimse bir el yazısını görse ona: Mürekkebi şöyle imiş! Kâğıdı şöyle imiş! diye bakmaz. Bunlara bakan kişi el yazısının ne olduğunu bilmeyen kişidir. O kimse, belki, o elyazısının mânâsını, yazı yazanın kendisini müşahede eder. Şöyle ki, kitapta kitabı yazan müşahede edilir. Yazı görülmez.

İşte böylece, insan bu mertebeye erişince, her neye baksa, her neyi görse Allahü Teâlâ'yı görür ki, O'nun kudret eliyle yaratılmamış hiç bîr şey yoktur. Hattâ bütün âlem, bütün kâinat O'nun yazılmış kitabı, sanatının eseridir. Eğer insanoğlu Hak Teâlâ'dan olmayan ve Hak Teâlâ ile ilgisi bulunmayan bir şey görmek istese buna gücü yetişmez. Âlemde her şey, her nesne açık bir dille, kendi hal dili ile Hak Teâlâ'nın kudretine, celâline, yüceliğine şahitlik ederler. Bundan daha açık, daha seçkin 'bir şey âlemde yoktur. Lâkin insanların, bu marifetten âciz olması, kendilerinin bilgi ve anlayış yoksulluğundan ötürüdür.

 


Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Üst