ayağa kalkmak ne kelime.. hazır medeniyeti gerilerde bile bırakırız. çünkü medeniyet-i hâzıranın çözüm getiremediği konularda, Kur'an-ı Kerim mükemmel ve tam fıtratımıza uygun, kullanılır çözümler sunuyor. iş ki biz aklımızı fikrimizi açıp, anlamak yaşamak niyetiyle o nura yönelelim.
bu çözümler karşılaştırmalar çok risalede geçiyor, misal olarak 25. sözden aşağıdaki alıntılar yapılabilir;
İşte, medeniyet-i hâzıra,
- felsefesiyle hayat-ı içtimâiye-i beşeriyede nokta-i istinâdı kuvvet kabul eder.
- Hedefi menfaat bilir.
- Düstur-u hayatı cidâl tanır.
- Cemaatlerin râbıtasını unsuriyet ve menfî milliyet bilir.
- Gâyesi hevesât-ı nefsâniyeyi tatmin ve hâcât-ı beşeriyeyi tezyid etmek için bâzı lehviyâttır.
Halbuki, kuvvetin şe'ni, tecavüzdür.
Menfaatin şe'ni, her arzuya kâfi gelmediğinden, üstünde boğuşmaktır.
Düstur-u cidâlin şe'ni, çarpışmaktır.
Unsuriyetin şe'ni, başkasını yutmakla beslenmek olduğundan, tecavüzdür.
İşte, şu medeniyetin şu düsturlarındandır ki, bütün mehâsiniyle beraber, beşerin yüzde ancak yirmisine bir nevi sûrî saadet verip, seksenini rahatsızlığa, sefâlete atmıştır.
Ammâ hikmet-i Kur'âniye ise,
- nokta-i istinâdı kuvvet yerine hak'kı kabul eder.
- Gâyede, menfaat yerine fazîlet ve rızâ-i İlâhî'yi kabul eder.
- Hayatta, düstur-u cidâl yerine düstur-u teâvün'ü esas tutar.
- Cemaatlerin râbıtalarında, unsuriyet ve milliyet yerine râbıta-i dinî ve sınıfî ve vatanî kabul eder.
- Gâyâtı, hevesât-ı nefsâniyenin nâmeşrû tecavüzâtına sed çekip ruhu maâliyâta teşvik ve hissiyât-ı ulviyesini tatmin etmektir ve insanı kemâlât-ı insaniyeye sevk edip insan etmektir.
Hakkın şe'ni ise, ittifaktır.
Fazîletin şe'ni, tesânüddür.
Teâvünün şe'ni, birbirinin imdadına yetişmektir.
Dinin şe'ni, uhuvvettir, incizabdır.
Nefs-i emmâreyi gemlemekle bağlamak, ruhu kemâlâta kamçılamakla serbest bırakmanın şe'ni, saadet-i dâreyndir.
İşte, medeniyet-i hâzıra, edyân-ı sâbıka-i semâviyeden, bâhusus Kur'ân'ın irşâdâtından aldığı mehâsinle beraber, Kur'ân'a karşı, böyle hakikat nazarında mağlûp düşmüştür.
.......
Evet, Kur'ân'ın düsturları, kanunları ezelden geldiğinden, ebede gidecektir.
Medeniyetin kanunları gibi ihtiyar olup ölüme mahkûm değildir; dâimâ gençtir, kuvvetlidir.
Meselâ, medeniyetin bütün cem'iyât-ı hayriyeleri ile, bütün cebbârâne şedid inzibat ve nizâmâtlarıyla, bütün ahlâkî terbiyegâhlarıyla, Kur'ân-ı Hakîmin iki meselesine karşı muâraza edemeyip mağlûp düşmüşlerdir
...........
• İşârâtü'l-İ'câz'da ispat edildiği gibi, bütün ihtilâlât-ı beşeriyenin mâdeni bir kelime olduğu gibi, bütün ahlâk-ı seyyienin menbaı dahi bir kelimedir.
Birinci Kelime: "Ben tok olayım, başkası açlıktan ölse, bana ne."
İkinci Kelime: "Sen çalış, ben yiyeyim."
Evet, hayat-ı içtimâiye-i beşeriyede havâs ve avâm, yani zenginler ve fakirler, muvâzeneleriyle rahatla yaşarlar. O muvâzenenin esâsı ise, havâs tabakasında merhamet ve şefkat; aşağısında, hürmet ve itaattir.
Şimdi, birinci kelime havâs tabakasını zulme, ahlâksızlığa, merhametsizliğe sevk etmiştir;
ikinci kelime avâmı kine, hasede, mübârezeye sevk edip, rahat-ı beşeriyeyi birkaç asırdır selb ettiği gibi; şu asırda, sa'y, sermâye ile mübâreze neticesi, herkesçe mâlûm olan Avrupa hâdisât-ı azîmesi meydana geldi.
İşte, medeniyet, bütün cemiyât-ı hayriye ile ve ahlâkî mektepleriyle ve şedid inzibat ve nizâmâtıyla, beşerin o iki tabakasını musâlâha edemediği gibi, hayat-ı beşerin iki müthiş yarasını tedâvi edememiştir.
Kur'ân, birinci kelimeyi esâsından vücûb-u zekât ile kal' eder, tedâvi eder; ikinci kelimenin esâsını hurmet-i ribâ ile kal' edip, tedâvi eder. Evet, âyet-i Kur'âniye, âlem kapısında durup, ribâya "Yasaktır!" der. "Kavga kapısını kapamak için, ribâ kapısını kapayınız!" diyerek, insanlara ferman eder. Şâkirdlerine, "Girmeyiniz!" emreder.