Huseyni
Müdavim
﴿ وَاِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلَۤئِكَةِ اِنِّى جَاعِلٌ فِى اْلأَرْضِ خَلِيفَةً قَالُوا اَتَجْعَلُ فِيهَا مَنْ يُفْسِدُ فِيهَا وَيَسْفِكُ الدِّمَاۤءَ وَنَحْنُ نُسَبِّحُ بِحَمْدِكَ وَنُقَدِّسُ لَكَ قَالَ اِنِّىۤ اَعْلَمُ مَا لاَ تَعْلَمُونَ
Yani, “Düşün o zamanı ki, Rabbin melâikeye hitaben ‘Ben yerde bir halifeyi yaratacağım’ dedi. Melâike de ‘Yerde fesat yapacak, kan dökecek kimseleri mi yaratacaksın? Halbuki biz, hamdinle Seni tesbih ve takdis ediyoruz’ dediler. Rabbin de ‘Sizin bilmediğinizi Ben biliyorum’ diye onlara cevap verdi.”
Arkadaş! Melâikenin vücudunu tasdik ve kabul etmek, imanın rükünlerinden biridir. Birkaç makamda bu rüknü ispat ve izah edeceğiz.
Birinci makam: Arzın, ecram-ı ulviyeye nisbeten pek küçük ve süflî olduğu halde canlı mahlûkatla dolu olduğunu görüp âlemin de nizam ve intizamına dikkat eden insan, ecram-ı ulviyenin de o yüksek burçlarında, hayatlı sâkinleri olduğuna kat’î bir şekilde hükmeder.
Evet, o burçlarda melâikenin vücudunu kabul etmeyen adamın meseli şöyle bir adamın meseline benzer: O adam, büyük bir şehre giderken, şehrin bir kenarında pek küçük bir binaya tesadüf eder. Bakar ki insanlarla doludur. Ve arsalarına bakar ki, canlı mahlûkatla dolu. Ve gıdalarına bakar ki, nebatat, balık vesaire gibi hayat şartları yerindedir. Sonra bakar ki, pek uzakta milyonlarca apartmanlar, köşkler var. Aralarında, uzun uzun meydanlar, tenezzühgâhlar bulunur. Fakat, o küçük binadaki insanların hayat şartları, o büyük binalarda bulunmadığından, o yüksek, müzeyyen sarayları, sakinlerden boş, hâli olduğunu itikad eder.
Melâikenin vücudunu tasdik eden adamın meseli ise şöyle bir şahsın meseli gibidir: O adam, o küçük hanenin insanlar ile dolu olduğunu görür görmez, bilâ-tereddüt, o yüksek kasırların da hayat yeri ve onlarda da onlara münasip sâkinler
[NOT]Dipnot-1 Bakara Sûresi, 2:30.
[/NOT]
Rab: herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah | arz: yeryüzü, dünya |
bilâtereddüt: tereddütsüz | burç: kule |
ecrâm-ı ulviye: gökteki büyük cisimler, gezegenler | fesat: bozgunculuk |
halife: yeryüzünde Allah’ın emirlerini yerine getirip Onun namına tasarrufta bulunan ve varlıklar üzerinde Onun adına egemen olan insan | hamd: övgü, teşekkür, minnet |
hane: ev | hâli: boş, ıssız |
intizam: düzenlilik | itikad etme: inanma |
izah: açıklama | kasır: köşk, saray |
kat’î: kesin bir şekilde | mahlukât: yaratıklar, yaratılanlar |
melâike: melekler | mesel: örnek |
münâsip: uygun, denk | müzeyyen: süslenmiş, süslü |
nebatat: bitkiler | nisbeten: kıyasla, oranla |
nizam: düzen, kanun | rükün: esas, şart |
sâkin: oturan, ikamet eden | süflî: aşağı |
takdis: Allah’ın her türlü eksiklik ve çirkinlikten yüce olduğunu ilân etme | tasdik: doğrulama, onaylama |
tenezzühgâh: seyir ve gezinti yeri | tesbih: Allah’ı her türlü noksan ve kusurdan yüce tutarak şanına lâyık ifadelerle anma |
vücud: varlık | âlem: evren, kâinat |