İKİNCİ LEM'A:
Sayısız hâtemlerden canlı mahlukata vaz'edilen hayat hâtemine bakınız! Evet canlı bir mahluk, câmiiyeti itibariyle, kâinata küçük bir misaldir, şecere-i âleme güzel ve tatlı bir meyvedir, kevn ve vücuda bir nüvedir ki, Cenab-ı Hak o nüvede pek çok âlemlerin örneklerini dercetmiştir. Sanki o zîhayat gayet hakîmane muayyen nizamlar ile bütün vücudlardan sağılmış bir katre veya bir noktadır. Bu itibarla bir zîhayatı halketmek, bütün kâinatı yed-i tasarrufuna alan Cenab-ı Hak'tan maada hiçbir şeye isnad edilemez.
Vaz'edilen: Koyulan.
Câmiiyet: Toplayıcılık, çok sayıda özellikleri kendinde bulundurma.
Şecere-i âlem: Âlem şeceresi, kâinat ağacı.
Nüve: Çekirdek.
Dercetmiştir: Yerleştirmiştir.
Zîhayat: Hayat sahibi, canlı.
Hakîmane: Hikmetli olarak, herşeyde faydalar ve gayeler gözetircesine.
Muayyen: Görülmüş olan, kat'i olarak belli olan, belli, ölçülü, kararlaştırılmış.
Katre: Damla.
Halketmek: Yaratmak.
Yed-i tasarruf: İdare etme ve kullanma gücü.
Maada: Başka.
İsnad: Dayandırılma, mal etme.
Evet aklı bozulmayan bir şahıs, teemmülü neticesinde anlar ki: Meselâ bal arısını pek çok şeylere fihriste yapan ve kitab-ı kâinatın ekser mesailini insanın mahiyetinde yazan ve incir nüvesinde incir ağacının proğramını derceden ve insanın kalbini binlerce âlemlere örnek ve pencere yapan ve beşerin kuvve-i hâfızasında tarih-i hayatını taallukatıyla beraber yazan, ancak ve ancak her şeyi yaratan Hâlık olabilir. Ve böyle bir tasarruf, yalnız ve yalnız Rabb-ül Âlemîn'e mahsus bir hâtemdir.
Teemmül: İyice ve etraflıca düşünmek, derinlemesine düşünmek.
Kitab-ı kâinat: Kainat kitabı.
Ekser: Çoğunluk, çoğu.
Mesaili: Meseleleri, konuları.
Kuvve-i hâfıza: Hafıza kuvveti.
Taallukat: Alakalıklar, alakalanmalar, ilgilenmeler, münasebetler.
Hâlık: Yaratıcı Allah (cc).
Tasarruf: İdare etmek, yönetmek, kullanmak. * Sahip olmak.
Rabb-ül Âlemîn: Görünür görünmez bütün dünyaların ve varlıkların sahibi ve terbiyecisi olan Allah (cc) . Âlemlerin Rabbi.
Hâtem: Mühür.
ÜÇÜNCÜ LEM'A:
Cenab-ı Hakk'ın canlı mahlukata bastığı hayat hâteminin gayr-ı mütenahî nakış ve keyfiyetlerinden bir nümuneyi göstereceğiz. Şöyle ki:
Nasıl ki suyun katrelerinden, şişenin parçalarından tut, seyyar yıldızlara kadar şeffaf veya şeffaf gibi her şeyde şemsin cilvelerinden şemse mahsus bir turra, bir cilve bulunur. Kezalik Şems-i Ezelî'nin de bütün canlı mahlukatta "ihya ve nefh-i hayat" cihetiyle bir tecelli-i ehadiyeti vardır ki, bütün esbab iktidar ve ihtiyar sahibi oldukları farz edilse dahi, o sikkenin ne mislini ve ne taklidini, ne münferiden ve ne müçtemian yapmaktan âcizdirler. Buna binaen şeffaf şeylerde görünen o timsaller şemsin timsali olup, şemsten o şeffaf şeylere in'ikas etmiş olduklarına hükmedilmediği takdirde, o sayısız katrelerde ve zerrelerde her birisinde hakikî bir şemsin maddesiyle mevcud bulunduğuna hükmetmek lâzım gelir.
Gayr-ı mütenahî: Sonsuz, nihayet bulmaz, bitmez.
Keyfiyet: Özellik, nitelik, kıymet.
Seyyar: Gezici, gezen.
Şems: Güneş.
Turra: Mühür.
Kezalik: Böylece, bunun gibi, buda böyle.
Şems-i Ezelî: Ezelî güneş, ezelî güneş gibi olan Allah (cc).
Mahlukat: Yaratılmış varlıklar, mahluklar.
İhya: Hayatlandırma, canlandırma.
Nefh-i hayat: Hayat üfürmek, canlılık vermek.
Tecelli-i ehadiyet: Allah'ın (cc) çoğu isim ve sıfatlarıyla her bir varlıkta kendini belli eip göstermesi.
Esbab: Sebepler.
Misl: Benzer eş.
Münferiden: Tek olarak, tek başına olarak, tek tek, ayrı ayrı, birer birer.
Müçtemian: Toplu olarak, hepsi birden.
İn'ikas: Aksetme, yansıma.
Kezalik Şems-i Ezelî'nin şualar menzilesinde olan tecelli-i esmasının nokta-i merkeziyesi olan hayat, Şems-i Ezelî'ye isnad edilmediği takdirde, bir sineğe, bir çiçeğe varıncaya kadar her bir zîhayatta nihayetsiz bir kudret, muhit bir ilim, mutlak bir irade gibi Vâcib-ül Vücud'dan maada hiçbir şeyde vücudu mümkün olmayan sair sıfatların mevcud olmasına cahilane, ahmakane, gülünç bir bâtıl hüküm lâzım gelir. Ve aynı zamanda, şu bâtıl hüküm ile her bir zerreye ve her bir sebebe bir uluhiyet-i mutlakayı isnad etmekle sayısız şerikleri isbat etmek mecburiyeti hasıl olur.
Şems-i Ezelî: Ezelî güneş, ezelî güneş gibi olan Allah (cc).
Tecelli-i esma: Allah'ın (cc) mübarek isimlerinin kendilerini belli edip göstermeleri.
Nokta-i merkeziye: Merkeze ait nokta.
İsnad: Dayandırılma, mal etme.
Muhit: İhate eden, kuşatan, çevreliyen.
Vâcib-ül Vücud: Varlığı zorunlu olup olmaması imkansız olan Allah (cc).
Maada: Başka.
Cahilane: Bilgisizce.
Bâtıl: Asılsız, gerçek dışı,hurafe.
Uluhiyet-i mutlaka: Sınırsız ve sonsuz ilahlık, Allah'ın (cc) kainattaki bütün varlıkları tam olarak emir ve idaresi altına alıp kendine kulluk etirmesi.
Şerik: Ortak.
Maahâza tohum olacak bir habbe veya bir çekirdekteki garib, acib, muntazam vaziyete bakınız ki; o habbe, tohumu olacak cismin bütün eczasıyla münasebetdar olduğu gibi, nev'iyle yani ebna-yı cinsiyle de ve bütün mevcudat ile de münasebetleri vardır. Ve onlara karşı o münasebetleri nisbetinde vazifeleri vardır. Eğer o tohumcuk habbenin Kàdir-i Mutlak'tan nisbeti kesilip kendi nefsine isnad edilirse, yani kendi kendine olmuştur denilirse, her bir tohumda, her şeyi görecek bir gözün ve her şeye muhit bir ilmin bulunmasını itikad etmek lâzım gelir. Bu ise, sâbık temsilde her bir şeffaf zerrede hakikî bir şemsin vücudunu iddia etmek gibi gülünç bir hamakattır.
Maahâza: Bununla beraber.
Habbe: Tane.
Ebna-yı cins: Aynı cinsten (türden) olanlar.
Kàdir-i Mutlak: Sınırsız ve sonsuz kudret(güç) sahibi Allah (cc).
Muhit: İhate eden, kuşatan, çevreliyen.
İtikad: İnanmak, inanç, gönülden iman.
Sâbık: Geçmiş, önceki.
Hamakat: Ahmaklık.
Mesnevi-i Nuriye