YEDİNCİ LEM'A:
Bakınız! Aktar-ı semavat ve arz sahifeleri üstünde hâtem-i ehadiyet göründüğü gibi, kâinatın heyet-i mecmuasının büyük sahifesi üzerinde de pek vazıh bir surette hâtem-i tevhid görünmektedir.
Aktar-ı semavat ve arz: Göklerin ve yerin her tarafı.
Hâtem-i ehadiyet: Allah'ın (cc) bütün isimleriyle beraber varlığını ve birliğini tanıttıran mühür(simge, işaret).
Heyet-i mecmua: Bütünündeki durum, toplamının durumu.
Vazıh: Açık, apaçık.
Hâtem-i tevhid: Tevhid mührü.
Evet bu âlem pek muhteşem bir saray veya muntazam bir fabrika veya mükemmel bir şehirdir. Bu fabrika-i kâinatın eczası, efradı ve enva'ı, âlât ve edevatı arasında hakîmane bir muarefe ve tanışmak ve dostane bir mükâleme ve konuşmak ve pek kerimane bir muavenet ve yardımlaşmak vardır ki, kemal-i sür'atle pek uzun mesafelerden birbirinin savtını işitir ve ihtiyacını görür gibi derhal imdadına yetişir, ihtiyacını defeder. Evet semadaki ecram ve yıldızların birbirine ve arza verdikleri ziya, hararet, bilhâssa arza yaptıkları sair yardımlarını görüyorsunuz. Ve keza bulut ile arz arasında cereyan eden su alış-verişine bakınız ki, arz suyu buhar şeklinde buluta veriyor, bulut da kendi fabrikalarında lâzım gelen ameliyatı yaptıktan sonra buz, kar, yağmur şeklinde iade ediyor. Sanki o camid cirmler, lisan-ı halleriyle telsiz telgraf gibi birbiriyle konuşur ve yekdiğerine arz-ı ihtiyaç ediyorlar. Bilhâssa bütün o ecram âdeta el ele vermiş gibi, kemal-i ciddiyetle zevilhayata lâzım olan şeyleri tedarik etmek hizmetinde sa'y ediyorlar ve bir Müdebbir'in emrine bağlı olup bir gayeye teveccüh ediyorlar.
Fabrika-i kâinat: Kainat fabrikası.
Efrad: Fetler, kişiler, erler.
Enva': Nevler, türler, çeşitler.
Hakîmane: Herşeyde faydalar ve gayeler gözetircesine, hikmetli olarak.
Muarefe: Görüşme ve tanışma.
Dostane: Dostça, arkadaşça.
Mükâleme: Konuşma, karşılıklı konuşma.
Kerimane: Kerimce, cömertçe.
Muavenet: Yardım.
Kemal-i sür'at: Mükemmel bir çabukluk.
Savt: Ses.
Ecram: Ruhsuz ve cansız büyük varlıklar, yıldızlar.
Ziya: Işık.
Sair: Diğer, başka.
Keza: Böylece, bunun gibi, bu dahi öyle.
Camid: Cansız. *Donuk.
Lisan-ı hal: Hal lisanı, durum ve görünüş konuşması, hal dili.
Yekdiğeri: Bir diğeri, bir başkası.
Arz-ı ihtiyaç: İhtiyacını bildirmek.
Kemal-i ciddiyet: Tam ciddilik, son derece ciddilik.
Zevilhayat: Hayat sahipleri, canlılar.
Sa'y: Çalışma, iş.
Müdebbir: Tedbir alıcı.
Teveccüh: Yönelme, dönme, yöneliş.
Evet şu teavün kanununa ittibaen, şems, kamer, gece ve gündüz, yaz ve kış taraflarından yapılan yardımlar sayesinde, şu hayvanların erzakını yetiştiren nebatat izn-i İlahî ile meydana gelir. Hayvanat da emr-i Rabbanî ile beşerin ihtiyacatını yerine getirir. Bal arısıyla ipek böceğinin insanlara yaptıkları yardımlar, bu davayı isbat eder.
Teavün: Yardımlaşmak.
İttibaen: Uyarak.
Şems: Güneş.
Kamer: Ay.
Nebatat: Bitkiler.
İzn-i İlahî: Allah'ın (cc) izni.
Hayvanat: Hayvanlar.
Emr-i Rabbanî: Herşeyin sahibi ve terbiye edicisi olan Allah'ın (cc) emri.
Beşer: İnsan.
İhtiyacat: İhtiyaçlar.
Evet bu gibi eşya-yı camidenin yekdiğerine yaptıkları şu yardımlar, pek aşikâr bir delildir ki; onlar kerim bir Müdebbir'in hademesi ve amelesi olup, onun emri ile, izni ile iş görürler.
Eşya-yı camide: Camid eşya, cansız şeyler, cansız varlıklar.
Aşikâr: Açık, belli, meydanda.
Kerim: Kerem sahibi, bağış, iyilik, lütuf ve cömertlik sahibi.
Mesnevi-i Nuriye