Konuya cevap cer

Ve keza kâinat sahifesinde pek büyük bir itina ve ihtimam ile hârika bir tarzda yazılan nakışlar, münferiden ve müçtemian, gayr-ı mütenahî bir kudreti iktiza ettiklerinden, kâinat da bir Vâcib-ül Vücud, bir Hâlık-ı Kadîr'in vücuduna bizzarure delalet eder ki, o Hâlık'ın tesir-i kudretine nihayet olmadığından, şeriklerden bilbedahe müstağnidir, şerike ihtiyacı yoktur.


Maahâza, şerik hadd-i zâtında mümteni'dir. Bir ferdinin vücudu mümkün değildir. Çünki kudret-i kâmilenin tesiri gayr-ı mütenahîdir. Şerik olduğu takdirde, kudretin tesiri mahdud olur. Mütenahî olmadığı halde mütenahî olur, inkıtaa uğrar. Bu ise, birkaç cihetten muhaldir. Öyle ise istiklal ve infirad, uluhiyet için zâtî hâssalardır.


Maahâza şerike bir mahal, bir makam, bir imkân-ı zâtî yoktur. Ve şerikin vücudu hakkında ne bir delil ve ne de bir delilden neş'et eden bir ihtimal ve ne de bir emare ve kâinatın hiçbir cihetinde şerike bir mevzi yoktur. Bilakis hangi şeye, hangi cihete bakılırsa tevhid sikkesi görünür. Demek müessir-i hakikî ancak ve ancak Allah'tır.


Evet insan kâinatın en eşrefi ve esbab içinde ihtiyarı en geniş olduğu halde, ef'al-i ihtiyarîsi içinde yemek ve içmek gibi en âdi bir fiilinde, yüz cüz'ünden ancak bir cüz'ü insana ait olabilir. Esbabın sultanı olan insan, böyle eli bağlı, tesirsiz olursa öteki esbab-ı camide ne halt edebilir?


İşte kâinat şu hakikatten tebarüz eden vücud ve vahdet lisanıyla ﺍَﻟﻠَّﻪُ ﻟﺎَٓ ﺍِﻟَﻪَ ﺍِﻟﺎَّ ﻫُﻮَ yu tilavet eder.


Ve keza kâinatın bütün ecza ve zerratına tecelli eden esma-i İlahiye arasındaki tesanüd, yani birbirine dayanarak tecelli ettikleri bir temazüç, yani elvan-ı seb'a gibi birbiriyle memzuc olarak eşyayı cilvelendirdikleri eserleri bir olduğu gibi, müsemmalarının da vâhid, ehad olduğuna şehadet eder. Ve bu şehadet lisanıyla, kâinat ﺍَﻟﻠَّﻪُ ﻟﺎَٓ ﺍِﻟَﻪَ ﺍِﻟﺎَّ ﻫُﻮَ diyerek ilân ediyor.


Ve keza kâinatın -küllî ve cüz'î- ihtiva ettiği bütün eczasını istila eden bir hikmet-i âmme görünür. Ve bu hikmet-i âmme, kasd, şuur, irade, ihtiyar sıfatlarını tazammun ediyor. Bu sıfatlar, bir Hakîm-i Mutlak'ın vücub-u vücuduna delalet eder. Çünki kâinat mef'ul ve münfaildir. Mef'ul fâilsiz olamadığı gibi, mef'ulün camid bir cüz'ü de fâil olamaz.


Ve keza kâinat sahifesinde bir inayet-i tâmme parlıyor. Bu inayet, tazammun ettiği hikmet, lütuf, tahsin sıfatlarıyla bir Hâlık-ı Kerim'in vücub-u vücuduna delalet eder. Çünki in'am ve ihsan, mün'im ve muhsinsiz olamaz.


Ve keza kâinatı müştemilâtıyla beraber içine alan pek geniş bir merhamet görünüyor. Bu merhamet, rahmet, hikmet, inayet, in'am gibi çok sıfatları tazammun ediyor. Bu sıfatlar, bir Rahman-ı Rahîm'in vücub-u vücuduna şehadet eder. Çünki sıfat mevsufsuz olamaz.


Ve keza zevilhayat ve canlı mahlukata tevzi edilen bir rızk-ı âmm vardır. Ve bu rızk sıfatı, geçen sıfatları istilzam etmekle bir Rezzak-ı Rahîm'in vücuduna delalet eder. Çünki fiil fâilsiz olamaz.


Ve keza bütün kâinatta intişar eden bir hayat vardır. Bu hayat sıfatı dahi, geçen sıfatları iktiza etmekle bir Hayy-u Kayyum, bir Muhyî ve Mümit Hâlık'ın vücub-u vücuduna delalet eder. 


Arkadaş! Elvan-ı seb'a gibi memzuc olan şu beş hakikat, kâinata bir Rab, Kadîr, Alîm, Hakîm, Kadîm, Rahîm, Rahman, Rezzak, Hayy-u Kayyum zarurî olduğuna bilbedahe delalet ve şehadet eder. Ve kâinat bu şehadetlerini ﺍَﻟﻠَّﻪُ ﻟﺎَٓ ﺍِﻟَﻪَ ﺍِﻟﺎَّ ﻫُﻮَ ile ilân eder.


Ve keza kâinat yüzünde hüsn-ü zâtîyi gösteren bir hüsn-ü arazî ve bir cemal-i mücerredi gösteren bir cemal-i hazîn ve mahbub-u hakikîye işaret eden bir aşk-ı sadık ve bütün esrarı cezbeden bir hakikat-ı cazibeye işaret eden bir cezbe ve bir incizab vardır. Bu hakikatler, kâinata bir Rabb-i Vâcib-ül Vücud lâzım ve zarurî olduğuna şehadet ettiklerini, kâinat ﺍَﻟﻠَّﻪُ ﻟﺎَٓ ﺍِﻟَﻪَ ﺍِﻟﺎَّ ﻫُﻮَ ile talim ve i'lam ediyor.


Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Üst