İ'lem Eyyühel-Aziz!
Mer'ayı tecavüz eden koyun sürüsünü çevirtmek için çobanın attığı taşlara musab olan bir koyun, lisan-ı haliyle: "Biz çobanın emri altındayız. O bizden daha ziyade faidemizi düşünür. Madem onun rızası yoktur, dönelim." diye kendisi döner, sürü de döner.
Ey nefis! Sen o koyundan fazla âsi ve dâll değilsin. Kaderden sana atılan bir musibet taşına maruz kaldığın zaman, ﺍِﻧَّﺎ ﻟِﻠَّﻪِ ﻭَ ﺍِﻧَّﺎ ﺍِﻟَﻴْﻪِ ﺭَﺍﺟِﻌُﻮﻥَ söyle ve Merci-i Hakikî'ye dön, imana gel, mükedder olma. O seni senden daha ziyade düşünür.
İ'lem Eyyühel-Aziz!
Kalbin umûr-u dünyeviye ile kasden iştigal etmek için yaratılmış olmadığı şöylece izah edilebilir:
Görüyoruz ki, kalb hangi bir şeye el atarsa, bütün kuvvetiyle, şiddetiyle o şeye bağlanır. Büyük bir ihtimam ile eline alır, kucaklar. Ve ebedî bir devamla onun ile beraber kalmak istiyor. Ve onun hakkında tam manasıyla fena olur. Ve en büyük ve en devamlı şeylerin peşindedir, talebindedir. Halbuki umûr-u dünyeviyeden herhangi bir emir olursa, kalbin istek ve âmâline nazaran bir kıl kadardır. Demek kalb, ebed-ül âbâda müteveccih açılmış bir penceredir. Bu fâni dünyaya razı değildir.
İ'lem Eyyühel-Aziz!
Kur'an, semadan nâzil olmuştur. Ve Onun nüzuluyla semavî bir maide ve bir sofra-i İlahiye de nâzil olmuştur. Bu maide, tabakat-ı beşerin iştiha ve istifadelerine göre ayrılmış safhaları hâvidir. O maidenin sathında, yüzünde bulunan ilk safha tabaka-i avama aittir.
Meselâ: ﺍَﻥَّ ﺍﻟﺴَّﻤَﻮَﺍﺕِ ﻭَﺍﻟْﺎَﺭْﺽَ ﻛَﺎﻧَﺘَﺎ ﺭَﺗْﻘًﺎ ﻓَﻔَﺘَﻘْﻨَﺎﻫُﻤَﺎ âyet-i kerimesi, beşerin birinci tabakasına şu manayı ifham ve ifade ediyor:
Semavat, ayaz, bulutsuz, yağmuru yağdıracak bir kabiliyette olmadığı gibi, arz da kupkuru, nebatatı yetiştirecek bir şekilde değildir. Sonra ikisinin de yapışıklıklarını izale ve fetk ettik. Birisinden sular inmeğe, ötekisinden nebatat çıkmağa başladı. Mezkûr âyetin ifade ettiği şu manaya delalet eden ﻭَ ﺟَﻌَﻠْﻨَﺎَ ﻣِﻦَ ﺍﻟْﻤَٓﺎﺀِ ﻛُﻞَّ ﺷَﻲْﺀٍ ﺣَﻰٍّ âyet-i kerimesidir. Çünki hayvanî ve nebatî olan hayatları koruyan gıdalar ancak arz ve semanın izdivacından tevellüd edebilir.
Mezkûr âyetin tabaka-i avama ait safhasının arkasında şöyle bir safha da vardır ki:
Nur-u Muhammediye'den (A.S.M.) yaratılan madde-i aciniyeden, seyyarat ile şemsin o nurun macun ve hamurundan infisal ettirilmesine işarettir.
Bu safhayı delaletiyle teyid eden ﺍَﻭَّﻝُ ﻣَﺎ ﺧَﻠَﻖَ ﺍﻟﻠَّﻪُ ﻧُﻮﺭِﻯ olan hadîs-i şerifidir.
İkinci misal:
ﺍَﻓَﻌَﻴِﻴﻨَﺎ ﺑِﺎﻟْﺨَﻠْﻖِ ﺍﻟْﺎَﻭَّﻝِ ﺑَﻞْ ﻫُﻢْ ﻓِﻰ ﻟَﺒْﺲٍ ﻣِﻦْ ﺧَﻠْﻖٍ ﺟَﺪِﻳﺪٍ olan âyet-i kerimenin tabaka-i avama ait safhasında şu mana vardır:
"Onlar, daha acib olan birinci yaratılışlarını şehadetle ikrar ettikleri halde, daha ehven, daha kolay ikinci yaratılışlarını uzak görüyorlar."
Şu safhanın arkasında haşir ve neşrin pek kolay olduğunu tenvir eden büyük bir bürhan vardır.
Ey haşir ve neşri inkâr eden kafasız! Ömründe kaç defa cismini tebdil ediyorsun. Sabah ve akşam elbiseni değiştirdiğin gibi her senede bir defa tamamıyla cismini tebdil ve tecdid ediyorsun, haberin var mıdır? Belki her senede, her günde cisminden bir kısım şeyler ölür, yerine emsali gelir. Bunu hiç düşünemiyorsun. Çünki kafan boştur. Eğer düşünebilseydin, her vakit âlemde binlerce nümuneleri vukua gelen haşir ve neşri inkâr etmezdin. Doktora git, kafanı tedavi ettir.