İ'lem Eyyühel-Aziz!
Görüyoruz ki: Sâni'-i Hakîm'in, efrad ve cüz'iyatın tasvirinde büyük büyük tefennünleri vardır. Evet hayvanların pek büyük ve pek küçükleri olduğu gibi; kuşlarda, balıklarda, meleklerde ve sair ecramda, âlemlerde dahi pek küçük ve pek büyük ferdleri vardır. Cenab-ı Hakk'ın şu tefennünde takib ettiği hikmet:
1- Tefekkür ve irşad için bir lütuf, bir teshilattır.
2- Kudret mektubları okunup fehmetmekte bir kolaylıktır.
3- Kudretin kemalini izhar etmektir.
4- Celalî ve cemalî her iki nevi san'atı ibraz etmektir.
Maahâza, pek ince yazıları herkes okuyamaz ve pek büyük şeyler de nazar-ı ihataya alınamaz. İşte irşadı teshil ve tamim için bir kısmını küçük harfler ile, bir kısmını da büyük harflerle yazmakla irşadın iktizası yerine getirilmiştir.
Amma şeytanın talebesi olan nefs-i emmare, cismin küçüklüğünü san'atın küçüklüğüne atf etmekle, esbabdan sudûrunu tecviz ediyor. Ve pek büyük cisimler dahi hikmet ile yaratılmamış iddiasında bulunarak bir nevi abesiyete isnad ediyor.
İ'lem Eyyühel-Aziz!
Gerek cûdda, gerek rızıkta ifrat derecesinde mebzuliyet vardır. Bu ise, hikmetten uzak, abesiyete yakın görünür. Evet eğer yaratılan şey bir gaye için yaratılıyorsa hakkın var; amma gayeler pek çoktur. Binaenaleyh bir gayeye nazaran abesiyet hissedilse bile, gayelerin mecmuuna nazaran ayn-ı hikmet ve ayn-ı adalettir.
İ'lem Eyyühel-Aziz!
İnsanın san'atıyla Hâlıkın san'atı arasındaki fark: İnsan kendi san'atının arkasında görünebilir, amma Hâlık'ın masnuu arkasında yetmişbin perde vardır. Fakat, Hâlıkın bütün masnuatı def'aten bir nazarda görünebilirse, siyah perdeler ortadan kalkar, nuranîler kalır.
İ'lem Eyyühel-Aziz!
Hayvanattan olsun nebatattan olsun tevellüd ile tenasül şümulüne dâhil olan her ferd vech-i arzı istila ve tasallut etmek niyetindedir ki, arzı kendisine ve zürriyetine has ve hâlis bir mescid yapmakla Fâtır-ı Hakîm'in esma-i hüsnasını izhar ile Hâlıkına gayr-ı mütenahî bir ibadette bulunsun.
Evet kuşların, balıkların, karıncaların yumurtalarında, eşcar ve sebzevatın semeratında ve o semeratın tohumlarındaki ifrat derecesini bulan kesret o vaziyeti tenvir eder. Lâkin âlem-i şehadetin darlığına ve müstakbel ibadetlerin Allâm-ül Guyub'un ilminde mevcud olduğuna binaen, niyetten fiile henüz çıkmayan onların ibadetleri kabul edilmiştir.
İ'lem Eyyühel-Aziz!
Kur'an-ı Kerim, bazan bir şeyin müteaddid gayelerinden insanlara ait bir gayeyi zikre tahsis eder. Bu ihtar içindir, inhisar için değildir. Yani, o şeyin gayeleri, zikredilen gayeye münhasır değildir. Ancak o şeyin nizam ve intizam ve sair faydalarına insanın nazar-ı dikkatini celbetmek için insanlara raci' o faideyi zikrediyor.
Meselâ:
ﻭَﺍﻟْﻘَﻤَﺮَ ﻗَﺪَّﺭْﻧَﺎﻩُ ﻣَﻨَﺎﺯِﻝَ ٭ ﻟِﺘَﻌْﻠَﻤُﻮﺍ ﻋَﺪَﺩَ ﺍﻟﺴِّﻨِﻴﻦَ ﻭَﺍﻟْﺤِﺴَﺎﺏَ
âyet-i kerime ile zikredilen faide, takdir-i kamerin binlerce faidelerinden biridir. Yoksa, takdir-i kamer bu faideye münhasır değildir. Yani, kamer yalnız bu gaye için değildir. Bu gaye onun gayelerinden biridir.
İ'lem Eyyühel-Aziz!
Cenab-ı Hakk'a mahsus taklidi mümkün olmayan en bahir tevhid sikke ve mühürlerinden biri, gayr-ı ma'dud muhtelif eşyayı basit bir şeyden halketmektir. Evet pek basit olan şu topraktan binlerce enva', muhtelif nebatat, gayr-ı mütenahî bir kudret ile, bir ilim ile, pek büyük bir ittikan, bir sühuletle yaratılmakta olduğu tevhidin öyle bir bürhanıdır ki; hem taklidi, hem tenkidi imkân haricidir.
İ'lem Eyyühel-Aziz!
Hayat-ı insaniyenin vezaifinden biri de kendi cüz'î sıfatlarını şuunatını, Hâlıkın küllî sıfatlarını, şuunatını fehmetmek için bir mikyas yapmaktır. Amma, âlem-i âhirette haşirdeki şuunat-ı azîmesini ve kıyamette emvatın ihyasıyla ahval-i umumiyesini fehmetmek için, ancak güz mevsiminin kıyametiyle baharların haşri, haşir ve kıyamet-i kübrada Hâlık'ın şuunatına mikyas olabilir.