Konuya cevap cer

Rum halkı ile Çinlilerin ressamlıkta bahse girişmeleri


Eğer gizli ve ilahi bir bilginin gönle nasıl aksettiğine dair bir örnek istersen, Rum ülkesi halkı ile Çinlilerin hikâyesini söyle. 

Çinliler; "Biz daha mahir ressamlarız." dediler. Rum ülkesi ressamları ise; "Bizim ustalığımız sizden daha üstündür." dâvasına giriştiler. 

Bunun üzerine pâdişâh bir gün; "Dâvanızda hanginiz haklısınız? Bunu anlamak için sizi imtihan edeceğim." dedi. 

Çin ressamları ile Rum ülkesi ressamları yarışmaya giriştiler. Fakat Rum ülkesi ressamları yarışmadan çekinir gibi oldular. 

Çinliler; "Bize özel bir oda veriniz, biz o odada çalışalım, bir oda da sizin olsun." dediler. 

Kapıları birbirine karşı iki oda vardı. Odaların birini Çinliler aldı, birini de Rum ülkesi ressamlarına verdiler. 

Çinliler pâdişâhtan yüzlerce çeşit renkte boya istediler. O yüce padişah, renklerin hazine kapılarını, onlara açtı. 

Böylece, Çinlilere her sabah hazineden çeşit çeşit renklerde boyalar bağışlanmada idi. 

Rum ressamları ise; "Ne resim, ne de boya bizim işimize yarar. Bize pasları gidermekten başka bir şey gerekmez." dediler. 

Kapıyı kapadılar, duvarı cilalamaya başladılar. Odanın kapıya karşı olan duvarını gökyüzü gibi saf, temiz ve parlak bir hale getirdiler. 

İki yüz çeşit renkten, renksizliğe ancak bir yol vardır. Renk buluta benzer, renksizlik ise ay gibidir. 

Bulutlarda ne türlü parlaklık, bir ışık görürsen, onu yıldızlardan, aydan ve güneşten bil. 

Çinliler, resimlerini yapıp bitirince sevinç ve neşelerinden davullar çaldılar. 

Pâdişâh kapıdan içeri girdi. Çinlilerin yaptıkları resimleri gördü. Onların inceliğine, güzelliğine şaşırdı kaldı, aklı başından gitti. 

Sonra, Rum ülkesi ressamlarının yanına geldi. Pâdişâh gelince, Rumlar iki oda arasındaki perdeyi kaldırdılar. 

Karşıki odada Çinlilerin yapmış oldukları resimler, nakışlar bu odanın cilalanmış duvarına vurdu. 

Pâdişâh Çinliler tarafında ne görmüşse, burada onlar daha iyi, daha güzel göründü. Resimler öyle canlı, öyle güzeldi ki insanın gözünü alıyordu. Resimler, sanki bakanların gözlerini, göz yuvalarından çekip kapıyordu. 

Babacığım, Hakk âşıkları olan Sufîler Rum ülkesinin ressamlarına benzerler. Onların kitapları, ezberlenecek dersleri, gösterecek hünerleri yoktur. 

Fakat, onlar gönüllerini ibâdetle, iyiliklerle cilalamışlardır. Hırstan, tama'dan, cimrilikten, kinlerden kurtulmuşlardır. 

Onların gönülleri, bir ayna gibi saf ve tertemizdir. Oraya hadsiz, hesapsız şekiller, suretler vurur. Orada görünür. 

Gayb âleminin, hudutsuz olan, surete bürünmeyen sureti, Hz. Musa'nın gönül aynasına vurmuş ve Musa'nın koynuna sokup çıkardığı "el" de "Yed-i beyza" (=beyaz el) halinde bembeyaz ve nûr saçıcı olarak görünmüştü. 

Gerçi o manevî suret, göklere, arşa, ferşe, denizlere, balığa ve bütün kâinata sığmaz. 

Çünkü bunların hududu vardır. Sayıya sığar şeylerdir. Fakat gönül aynasının haddi, hududu, nihayeti yoktur. 

Acaba, gönül onunla mıdır? Yoksa gönül, o mudur? diye burada akıl ya susar, yahut sapıtır, yoldan çıkar. 

Gönül, hem sayıya sığar, hem sayısızdır. Yani hem kesrete dalmıştır, hem de vahdeti bulmuştur. Ona akseden nakıştan başka hiçbir nakış ebedî olarak kalmaz. 

Ezelden ebede kadar gönüle yeni yeni nakışlar, tecellîler akseder; her nakış orada perdesiz olarak görünür. 

Gönüllerini Allah'ı anarak, iyi işler yaparak cilalamış, parlatmış olanlar renkten ve kokudan kurtulmuşlardır. 

Onlar, her an, işlerinde bir hoşluk, bir güzellik hissederler. (1) 

Onlar bilginin şeklini, dış yüzünü, kabuğunu bırakmışlar da mânâsını ve özünü almışlar ve ayne'l-yakîn (=gözle görüp inanma) bayrağını yüceltmişlerdir. 

Düşüncelerden, duyguların yükü altından kurtulmuşlar da aydınlığa kavuşmuşlardır. Benliklerini Hakk uğrunda kurban etmişler, irfan denizi kesilmişlerdir. 

Herkesin korktuğu, ürktüğü, kaçtığı ölüme karşı, Hakk âşıkları, acı acı gülümserler. 

Kimsecikler onların gönüllerine bir zarar veremez, zîra zarar sedefe gelir, içindeki inciye gelmez. 

Bunlar nahiv ve fıkıh ilimlerini terk etmişlerdir. Ama, yokluğu ve yoksulluğu seçip almışlardır. 

Sekiz cennetin nakışları parladıkça, onların gönül levhine vurur, orada görünür. 

Allah'ın gerçeklik durağında oturup orayı yurt edinenlerin yerleri, arştan da, ferşten de, kürsîden de yücedir. (2) 


(1) Gönül aynalarını parlatmış olanlar, orada kendi gerçek varlıklarını, hakîkatlerini bulurlar. Ayna düz bir satıh üzerinde dursa, sen, aynaya uzaktan baksan bir şey görebilir misin? Aynayı eline alınca, aynaya bakınca ve aynada kendi hayalini gördüğün anda. ayna senin için yoktur. Senin hayalinden silinmiştir. Orada artık senin hayalin vardır. İlâhî hakîkat de gönle aksedince, şekil ortadan kalkar; sadece O sende tecellî eder. Bu hale gelenler, içlerinde bir hoşluk, bir güzellik hissederler. Kendilerini unuturlar, kaybederler. Sadece içlerinde Hakk'ı hissederler.

(2) Kamer Sûresi'nin 54-55. âyetlerine işaret vardır. Bu iki âyetin meali şöyle: "Hakîkaten muttaki olanlar, Allah'tan çekinenler, cennetlerde ve nehir kenarlarında olacaklar, sıdk makamında (gerçeklik durağında) en kudretli pâdişâhlar pâdişahı olan Cenâb-ı Hakk'ın çok yakınında bulunacaklardır."



Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Üst