MEZHEBİ FELAKET

molla_zehra

Well-known member
Bugün Arap ve İslâm âlemi, bir taraftan Sünnî ve Şiiler arasındaki mezhebî, diğer taraftan da Müslümanlar ve Hıristiyanlar arasındaki dinî ihtilafların, gittikçe artan bir ölçüde kışkırtılıp alevlendirildiği bir süreçten geçiyor. Öyle ki, bu durum bölgeyi bazen büyük bir fitneyle (kaos ve kargaşayla), bazen de bir iç savaşla karşı karşıya getiriyor. Sonuçta ortaya hiçbir grubun, taifenin veya dinin, kendisini güvende hissedemeyeceği tehlikeli bir durum çıkıyor.

Bu noktada sorulması gereken soru şudur: Arap ve İslâm âleminde, mezhebî, dinî, ırkî veya bunlar gibi herhangi bir özellik gösteren konulardaki ihtilafların çok geniş boyutlarda alevlendirilmesi niçin bu kadar kolay olabilmektedir? Bu çerçevede, uluslar arası, bölgesel ve yerel istihbarat örgütlerinin, kendi uluslar arası, bölgesel ve yerel çıkarlarını gerçekleştirmek için, aynı dinin veya aynı vatanın evlatlarını ayrı kamplara bölüp parçalamada kullandıkları en zayıf halkayı niçin mezhebî durum oluşturmaktadır? Çok büyük kalabalıklar, niçin bir anda ve kendiliğinden, bu tür kışkırtmaların içine dalıp, sonuçta kendilerinin, halklarının ve vatanlarının tehlikeye düşmesine sebep olacak hareketlerde bulunuyorlar?

Bu sorulara cevap olarak aşağıdaki hususları sıralayabiliriz:

Birincisi: Dinî liderlerin, özellikle de o veya bu siyasi cihetin birer görevlisi gibi hareket edenlerin, halkı yönlendirirken, gerek meseleleri anlamada, gerek konumlarını belirlemede ve gerekse bir hareket ve seyir planı çizmede, akıllarını kullanmalarını ve buna göre hareket etmelerini sağlamaya çalışmaması. Genellikle dinî ve mezhebî söylemlere, derinliği olmayan yüzeyselliğin ve içeriği olmayan şekilselliğin hâkim olduğunu görüyoruz. Bu durum halk yığınlarının, -derinlik ve içerikten uzak olan- yürürlükteki mevcut modele alışmalarına sebep oluyor ve bu model, bütün işlerinde esas aldıkları bir metot haline dönüşüyor.

Evet, dinî ve mezhebî söylemlerdeki durum budur. Ancak maalesef bizdeki siyasi söylemlerin geneli de, yüzeysellikten, şekilcilikten ve insanların aklını hafife almaktan uzak değildir. İnsanlar da bu üsluba öylesine alışmışlar ki, onların hoşuna gidecek şekilde nefislerine değil de, meseleleri derinlemesine ele alıp akıllarına hitap edenlere söz hakkı tanımaz hale gelmişlerdir.

İşin en tehlikeli yanı ise, yeterlilikleri olmadığı halde, dinî ve siyasî yönlendirme mevkilerini kapmış olan bazı cihetlerin, halkı –meselelerin derinliğine vâkıf olmadan- yüzeysellikte bırakabilmek için, onların bazı konular ve büyük meselelerdeki samimiyetlerini istismar etme yoluna gitmeleridir. Çünkü halk meselelerin derinliğine vâkıf olmaya başlarsa, söz konusu cihetlerdeki bozuklukları keşfedecek ve onların meşruiyetini ve kutsallığını kabul etmeyi bırakacaktır.

İkincisi: Doğu zihniyetine veya üçüncü dünya olarak isimlendirilenlerin zihniyetine, temel karakterini veren bu üslubun, toplumsal ve siyasi olan her şeyi, akılcılıktan uzak olma temeline bina etmesi. Böylece her şey tarihî, siyasî, ailevî veya buna benzer bir taassuptan kaynaklanan duygusallık ve içgüdüsellikle, bir şahıs, parti, hareket, kabile, aşiret, cemiyet ve müessese ile irtibatlı hale gelir. Dolayısıyla ortaya çıkan bu yapılanmalar, bünyelerindeki bireylerin, birlik içinde çeşitlilik arz eden bir çerçeve içerisinde olmaları temelinde değil, aksine onları şu veya bu isim içinde eritmek suretiyle, onlardaki aklı ilga etmek temeli üzerine kuruludur. Yine bu yapılanmalar, bilimsel değere sahip projeler üzerine kurulmazlar. Sonuçta bu yapılanmalar, halkı yüzeysellikte bırakan bu yanlış terbiye modelinin devamını sağlayan, menfi müesseseler haline dönüşürler. Ancak bu halleriyle de, modern çağın getirdiği uygarlığın ürünleriyle uyumlu bir görüntü arz ederler.

Üçüncüsü: Mezheplere yaklaşımdaki alışılagelen bu durumun veya genel olarak bu konuda sergilenen taassubun, siyasi cihetler için, halktaki (tarihsel) kin ve nefreti alevlendirmek suretiyle, siyasi mücadelelere mezhebî bir özellik katma noktasında, verimli bir zemin teşkil etmesi. Böylece halklar, işlerin ve durumların gerçeği hakkında net bir görüşe sahip olamazlar.

Bu durum daha çok, iktidarı ellerinde bulunduranların, halk tabanına dayalı güçlerinin bulunmadığı ve dolayısıyla iktidarlarının, herkesin kabul edebileceği meşruiyetten yoksun olduğu durumlarda görülür. Çünkü böyle bir durumda halk tabanına dayalı bir güç oluşturmayı hedefleyen ve varlığına bir meşruiyet kazandırmak isteyen iktidarlar, halkın mezhebî, ırkî, coğrafî veya buna benzer duygularını kışkırtmaya çalışır. Böylece siyasi durum, din ve vatan meselelerinde bilimsel tartışmaların yapılacağı bir atmosferden çıkıp, aklı devre dışı bırakan ve net görüşü engelleyen içgüdüsel taassubun hakim olduğu bir hale döner.

Dördüncüsü: Hem dinin içeriğini anlamada, hem de hareket ve yöntemin kurallarını belirlemede yüzeyselliği dayatan tekfir hareketlerinin ortaya çıkışının, işleri daha da zora sokup karmaşık hale getirmesi. Özellikle de, karşı mezhepteki grupların yaptığı hataların gölgesinde, halkın duygularını kışkırtmak için bir taraftan mezhebî söylemi kendilerine esas alan, diğer taraftan da işgale karşı direniş şiarını yükselden hareketler. Bu tekfir hareketleri mezhebî ve halkçı bir kimliğe bürünerek kendilerini güvence altına alırlar ve bu da onların bir taraftan yüzeysellikte kalmalarına, diğer taraftan da kullanılan araçlar noktasında eleştiri ve reddetme yolunun kapanmasına yol açar.

İşin en tehlikeli yönü ise, o veya bu mezhebin liderlerinin de, artık kendi toplumlarından korkar hale gelmeleri ve onlara yönelik dinî veya mezhebî söylemlerinde bir çatışmayı göze alamamalarıdır. Dolayısıyla artık kural, liderlerin yönlendirilmesi şekline dönüşmüştür. Sonuçta mesele, akılcılıktan uzak olan ve bütün açılımlara kapılarını kapatmış bulunan bir taassuba kutsiyet kazandırma noktasına varmıştır.

Bu gerçekler hepimizi, sorumluluğumuzu üstlenip, mezhebî ve dinî düşünceyi kapalılıktan, donukluktan ve taassuptan uzaklaştırmak için çalışmaya davet ediyor. Bunun yolu ise, -gerek dinî ve mezhebî içerikler, gerekse değerlendirme araçları yönünden- değişmez müştereklerde yoğunlaşmaktır. Böylece insanoğlunun tabiatının bir parçası olan anlaşmazlıkları aşmak için sergilenecek diyalog en ideal üslupta olsun ve anlaşmazlıkları (menfi şeyler olmaktan çıkarıp), herkes için bir zenginliğe ve çeşitliliğe dönüştürmek mümkün olsun.

Aynı şekilde değişmez müştereklerin varlığı da, sergilenen fiillerin değerlendirilmesini sağlayacak ve böylece bozgunculuk yapan fesat konumları ile mezhebî unvanlar veya ihanet çizgileri ile grupsal unvanlar ya da kan dökmeye yönelten odaklar ile siyasî liderlikler birbirine karışmayacaktır. Çünkü bozgunculuğun, ihanetin, zulüm ve sapkınlığın dini, mezhebi ve grubu yoktur.

Bu noktada yapılması zorunlu olan şeylerden biri de, bir gruba, harekete veya bunlar gibi siyasi ve toplumsal çerçevedeki herhangi bir yapılanmaya olan bağlılığın, içteki çeşitliliği yok edecek ve dışarıyla olan bağlantıyı koparacak bir taassup içinde değil, aksine bu bağlantının fikir temelinde olması için, hepimizin Arap ve İslâm alemini kapsayacak bir çalışma içine girmesidir. Böylece o veya bu yapı içinde, birlik çatısı altında çeşitliliğe kucak açılmış olur. Hatta, bir yapılanma içindeki birinin, o yapılanmanın sunduğu bir fikre veya projeye karşı çıkmasına ve bunun yerine genel maslahatı gerçekleştirmeye daha uygun gördüğü bir fikri veya projeyi benimseyip savunmasına müsamaha gösterilmiş olunur.

Siyasi veya toplumsal bir grup ya da hareket içinde çalışmak, sonuçta bir örgütlenme meselesi olduğundan, o grup ya da hareketin temel değişmezleri çerçevesinde, iç diyalog kapılarının sürekli ve mutlaka açık tutulması gerekir. Çünkü bir taraftan o grup veya hareketin bireyleri ve toplum için zenginlik unsuru olacak şey, diğer taraftan da hem o grup veya hareket, hem de vatan ve ümmet için liderler yetiştirecek faktör bu kapının açık tutulmasıdır.

Aynı şekilde ümmetin, liderlerini eleştirmeye ve hedefleri gerçekleştirme noktasında yoldan sapma gösterenleri veya aşırıya gidenleri hesaba çekmeye de mutlaka alışması gerekiyor. Çünkü toplumun yapacağı ciddi ve yapıcı eleştiriler, liderler ve halk arasındaki ilişkileri, her iki tarafın da saygı göstermesi ve riayet etmesi gereken, bilimsel değişmezler zemininde tutmayı sağlar. Özellikle de, liderlik makamının halka hizmet yeri olduğunu göz önünde bulundurursak eleştirinin önemi daha iyi anlaşılır.

Meseleleri halkla paylaşmayan liderlerin yerlerinde kalmasını güvence altına alan, kibirlenip halkın aklını ve iktidarını hafife almalarına yol açan ve halkın, düşünme ve aklını kullanma noktasında, dalmış olduğu derin uykuya devam etmesini sağlamak için çalışma yapmaya sevk eden şey, halkın kendi menfaatlerini koruma hususunda aşırı duyarsızlık sergileyip suçluları hesaba çekmemesi, hatta bunun da ötesinde onları himaye etmesidir.

muhammed hüseyin FADLALLAH
(Halil Kendir tarafından Dünya Bültenine tercüme edilmiştir.)
 
Üst