imported_habib
New member
HZ. PEYGAMBER aleyhissalâtu vesselamın bildirdiği üzere ‘mü’minin miracı’ olarak namazın sıhhati için belirli şartlar vardır. Bu şartların bir kısmı bizatihî namazın içinde yerine getirilmelidir, bir kısmı ise namazın öncesinde ifa edilmelidir. Meselâ, abdestsiz bir namaz, kıyam-kıraat-rüku-sücud-kaade derken içindeki bütün şartlar yerine getirilse bile geçerli değildir. Çünkü daha baştan namaz için geçerli ‘temizlik’ şartı ihmal edilmiştir.
Benzer şekilde, ‘iftitah tekbiri’ olmayan bir namaz da sahih değildir. ‘İftitah,’ yani ‘açılış’ yahut ‘başlangıç’ tekbiri, namazın ‘dışındaki’ şartların sonuncusudur ve namaz ülkesinin kapısını açan bir anahtar gibidir. “Allahuekber” diyerek başlamayan bir namaz, sonraki bütün şartlar yerine getirilse bile, sahih değildir.
Kadîr-i Zülcelâl’in namazın sıhhati için iftitah tekbirine yüklediği bu önem, bizatihî ‘tekbir’in önemine ve tekbir-namaz-mirac ilişkisine bir telmihtir bizim için.
Tekbir ki, bir önceki yazımızda temas ettiğimiz üzere, Allah’ın kıyas kabul etmez büyüklüğünü ifade eder. O’ndan gayrı herşeyi O’nun uluhiyetine ortaklık gibi bir iddiadan beraberce tardeder ve herşeyin O’nun karşısındaki küçüklüğünü, acziyetini, abdiyetini ilan eder. Tabir yerindeyse, “En büyük Allah, başka büyük yok!” anlamını taşır “Allahuekber.” O öyle büyüktür ki, O’nun büyüklüğü karşısında hiçbir şeyin nisbî büyüklüğünden söz edilemez. O’nun mutlak büyüklüğü nisbîlikleri bertaraf eder. Onun ekberiyet derecesindeki kibriyası karşısında herşey ve herkes küçüktür!
Namaz, bu gerçeği kabul ve ilan edişimizin nişanesi olan iftitah tekbiri ile başlar işte...
Böylece, namaza duran her mü’min, en başta O’nun azamet ve kibriyasını teslim etmiş olur. O’nun kibriyasını kabul ve teslim ise, başka herşeyin ve herkesin büyüklük iddiasını red, en başta da kendi büyüklük iddiamızı terk ile gerçekleşir ve bu mânâyı zımnında taşır.
Açıkçası, ancak büyüklenmekten kendisini kurtaran, nefsini şişirip egosuyla şişinmekten beri duran, haddini ve hacmini bilen biri kelimenin gerçek anlamıyla ‘Allahuekber’ diyebilir; ve ancak bunu dedikten, kendine ait olmadığı halde üzerine aldığı ‘büyüklük’ vasıflarını üstünden atıp Rabbine tevdi ettikten sonra ‘namaz’ adlı mirac sürecine dahil olabilir.
İnsanın benliğini büyütme iddiasından ve başkaca benliklere yahut nesnelere de büyüklük izafe etmekten vazgeçip ‘büyük’ olarak anılmaya gerçekten lâyık olan Allahu Teâlâ’nın ‘ekberiyet’ derecesindeki azamet ve kibriyasını ‘iftitah tekbiri’ ile teslim ederek başladığı namaz ile geldiği nokta ise, namazın ‘içindeki’ son şart olan ‘kaade’de açığa çıkar. Büyüklük iddiasından vazgeçip, Rabbine “Büyük olan yalnız ve ancak Sensin! Senin büyüklüğün yanında ne benim, ne başka hiç kimsenin ve hiçbir şeyin büyüklenme hakkı yoktur!” mânâsındaki “Allahuekber” ile namaza başlayan mü’min, her biri çok hikmetler ve dersler barındıran, her biri mirac yolunda insana basamaklar, mertebeler atlatan kıyam-kıraat-rüku-sücud makamlarından sonra oturur ve ‘tahiyyat’ okur. Tahiyyat ki, insanın mahlukat içerisindeki seçilmişliğinin, mahlukatın ‘halife’si oluşunun belgesidir; zira kul tahiyyat da bütün mahlukatın bütün hayatlarıyla ettiği tesbihat ve tahmidatı onlar namına Rabbine arzeder; ve devamında Mirac gecesi Hz. Peygamber’in ‘tahiyyat’ı Rabbi’l-âlemîn’e arzettiğinde gördüğü mukabeleyi tahattur eder: “Esselâmu aleyke eyyühe’n-nebiyyi ve rahmetullahi ve berekatuhu (Allah’ın selamı senin üzerine olsun ey nebî! Rahmeti ve bereketi de!)”
Bu selam, Rabbin selamıdır. Mirac gecesi âlemlerin Rabbi peygamberi Muhammed Mustafa aleyhissalâtu vesselama bu selamla mukabele etmiştir.
Yine tahiyyat ile tekraren tahattur ettiğimiz üzere, Hz. Peygamberin bu selama mukabelesi “Esselâmu aleynâ ve alâ ibâdillâhi’s-sâlihîn”dir: “Selam bizim üzerimize olsun. Ve Allah’ın sâlih kullarının üzerine de!”
Velhasıl, amel-i salihin zirvesi olarak namaz, ‘başlangıç şartı’ olan ‘tekbir’ ve nihaî meyvesi olan ‘tahiyyat’ ve tahiyyatın içindeki ‘selam’ ile, bize mü’minin mirac yolculuğunun başlangıcını ve nihayetini bildirmektedir. Miracın başlangıç şartı kişinin büyüklük iddiasını terkederek ‘büyüklük’ vasfıyla anılmanın yalnız ve ancak O’nun hakkı olduğunu teslim ve ilan etmesidir; ve nefse ağır gelen bu tekbiri gerçekleştirdiğinde, insan ‘büyümemekte’ ama ‘yükselmektedir.’ Hem de ne yükseliş! Rabbiyle birebir muhatap olup, kâinat içinde O’nun halifesi olarak bütün kâinatın tesbihat ve tahmidatını ona arzedip Rabbinin selamına mazhar olacağı derecede bir yükseliş...
Allahuekber!
Ne mutlu benliğinin büyüklenme çabalarını bertaraf edebilenlere!
Ne mutlu, hakkı olmayan, lâyık da olmadığı ağırlıkları üstünden atarak ‘namaz miracı’yla Rabbinin selamıyla şereflenenlere!
12.01.2006
© 2007 karakalem.net, Metin Karabaşoğlu
Benzer şekilde, ‘iftitah tekbiri’ olmayan bir namaz da sahih değildir. ‘İftitah,’ yani ‘açılış’ yahut ‘başlangıç’ tekbiri, namazın ‘dışındaki’ şartların sonuncusudur ve namaz ülkesinin kapısını açan bir anahtar gibidir. “Allahuekber” diyerek başlamayan bir namaz, sonraki bütün şartlar yerine getirilse bile, sahih değildir.
Kadîr-i Zülcelâl’in namazın sıhhati için iftitah tekbirine yüklediği bu önem, bizatihî ‘tekbir’in önemine ve tekbir-namaz-mirac ilişkisine bir telmihtir bizim için.
Tekbir ki, bir önceki yazımızda temas ettiğimiz üzere, Allah’ın kıyas kabul etmez büyüklüğünü ifade eder. O’ndan gayrı herşeyi O’nun uluhiyetine ortaklık gibi bir iddiadan beraberce tardeder ve herşeyin O’nun karşısındaki küçüklüğünü, acziyetini, abdiyetini ilan eder. Tabir yerindeyse, “En büyük Allah, başka büyük yok!” anlamını taşır “Allahuekber.” O öyle büyüktür ki, O’nun büyüklüğü karşısında hiçbir şeyin nisbî büyüklüğünden söz edilemez. O’nun mutlak büyüklüğü nisbîlikleri bertaraf eder. Onun ekberiyet derecesindeki kibriyası karşısında herşey ve herkes küçüktür!
Namaz, bu gerçeği kabul ve ilan edişimizin nişanesi olan iftitah tekbiri ile başlar işte...
Böylece, namaza duran her mü’min, en başta O’nun azamet ve kibriyasını teslim etmiş olur. O’nun kibriyasını kabul ve teslim ise, başka herşeyin ve herkesin büyüklük iddiasını red, en başta da kendi büyüklük iddiamızı terk ile gerçekleşir ve bu mânâyı zımnında taşır.
Açıkçası, ancak büyüklenmekten kendisini kurtaran, nefsini şişirip egosuyla şişinmekten beri duran, haddini ve hacmini bilen biri kelimenin gerçek anlamıyla ‘Allahuekber’ diyebilir; ve ancak bunu dedikten, kendine ait olmadığı halde üzerine aldığı ‘büyüklük’ vasıflarını üstünden atıp Rabbine tevdi ettikten sonra ‘namaz’ adlı mirac sürecine dahil olabilir.
İnsanın benliğini büyütme iddiasından ve başkaca benliklere yahut nesnelere de büyüklük izafe etmekten vazgeçip ‘büyük’ olarak anılmaya gerçekten lâyık olan Allahu Teâlâ’nın ‘ekberiyet’ derecesindeki azamet ve kibriyasını ‘iftitah tekbiri’ ile teslim ederek başladığı namaz ile geldiği nokta ise, namazın ‘içindeki’ son şart olan ‘kaade’de açığa çıkar. Büyüklük iddiasından vazgeçip, Rabbine “Büyük olan yalnız ve ancak Sensin! Senin büyüklüğün yanında ne benim, ne başka hiç kimsenin ve hiçbir şeyin büyüklenme hakkı yoktur!” mânâsındaki “Allahuekber” ile namaza başlayan mü’min, her biri çok hikmetler ve dersler barındıran, her biri mirac yolunda insana basamaklar, mertebeler atlatan kıyam-kıraat-rüku-sücud makamlarından sonra oturur ve ‘tahiyyat’ okur. Tahiyyat ki, insanın mahlukat içerisindeki seçilmişliğinin, mahlukatın ‘halife’si oluşunun belgesidir; zira kul tahiyyat da bütün mahlukatın bütün hayatlarıyla ettiği tesbihat ve tahmidatı onlar namına Rabbine arzeder; ve devamında Mirac gecesi Hz. Peygamber’in ‘tahiyyat’ı Rabbi’l-âlemîn’e arzettiğinde gördüğü mukabeleyi tahattur eder: “Esselâmu aleyke eyyühe’n-nebiyyi ve rahmetullahi ve berekatuhu (Allah’ın selamı senin üzerine olsun ey nebî! Rahmeti ve bereketi de!)”
Bu selam, Rabbin selamıdır. Mirac gecesi âlemlerin Rabbi peygamberi Muhammed Mustafa aleyhissalâtu vesselama bu selamla mukabele etmiştir.
Yine tahiyyat ile tekraren tahattur ettiğimiz üzere, Hz. Peygamberin bu selama mukabelesi “Esselâmu aleynâ ve alâ ibâdillâhi’s-sâlihîn”dir: “Selam bizim üzerimize olsun. Ve Allah’ın sâlih kullarının üzerine de!”
Velhasıl, amel-i salihin zirvesi olarak namaz, ‘başlangıç şartı’ olan ‘tekbir’ ve nihaî meyvesi olan ‘tahiyyat’ ve tahiyyatın içindeki ‘selam’ ile, bize mü’minin mirac yolculuğunun başlangıcını ve nihayetini bildirmektedir. Miracın başlangıç şartı kişinin büyüklük iddiasını terkederek ‘büyüklük’ vasfıyla anılmanın yalnız ve ancak O’nun hakkı olduğunu teslim ve ilan etmesidir; ve nefse ağır gelen bu tekbiri gerçekleştirdiğinde, insan ‘büyümemekte’ ama ‘yükselmektedir.’ Hem de ne yükseliş! Rabbiyle birebir muhatap olup, kâinat içinde O’nun halifesi olarak bütün kâinatın tesbihat ve tahmidatını ona arzedip Rabbinin selamına mazhar olacağı derecede bir yükseliş...
Allahuekber!
Ne mutlu benliğinin büyüklenme çabalarını bertaraf edebilenlere!
Ne mutlu, hakkı olmayan, lâyık da olmadığı ağırlıkları üstünden atarak ‘namaz miracı’yla Rabbinin selamıyla şereflenenlere!
12.01.2006
© 2007 karakalem.net, Metin Karabaşoğlu