Muhakemat 7. Ders - İsrailiyatın, Din Süsüyle İslama Karışması

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Peygamberin Görevi Nedir?

Peygamberimizin iki tane görevi vardır; birisi tebliğ (Ulaştırmak, bildirmek), diğeri ise tebyîn (açıklamak)..

Kur’an’a başvuruyoruz:

“Ey peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer böyle yapmazsan, O’nun risâletini (elçiliğini) tebliğ etmemiş olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır. Şüphesiz Allah kâfirler topluluğuna hidâyet vermez.” (Mâide: 67)

Bu ayette Peygamberimizin tebliğ görevi bildiriliyor…


"(Biz o peygamberleri) apaçık belge (mucize)lerle ve kitaplarla (gönderdik). İnsanlara kendilerine ne indirildiğini açıklayasın ve onlarda iyice düşünsünler diye sana da bu Zikri (Kur'an'ı) indirdik." (Nahl: 44)

Bu ayette de, Efendimizin Kur’an’ı açıklama görevinin olduğu açık şekilde belirtilmektedir…

Görüldüğü gibi, ayetlerde Peygamberimizin görevinin Rabbinin kendisine vahyettiklerini insanlığa tebliğ edip ulaştırmak ve o hakikatleri açıklamak olduğu görülmektedir. Peygamberimiz sadece Allah’la kullar arasında bir postacı mesabesinde değildir. Postacı, getirdiği mektubu açmaz, okumaz ve açıklamadan sahibine teslim eder ve görevi biter. Peygamberimizi bu şekilde postacı gibi düşünenler nübüvvet gerçeğini ve bu İslam’ın hakikatini anlayamamışlardır! Allah’ın insanlara bir melek değil de kendileri gibi; yiyip-içen, evlenen, çoluk-çocuk sahibi olan, çarşılarda gezen bir insanı elçi olarak göndermesinin hikmeti de, insanlara örnek ve model olması içindir.

“De ki: “Şayet yeryüzünde yerleşmiş yürüyen melekler olsaydı, Biz onlara gökten melek bir peygamber gönderirdik.” (İsrâ: 95)

Oysa Allah insanlara, kendisine uyacakları bir insan peygamber göndermiştir ki; onun hayatını kendilerine model alabilsinler.

“Andolsun ki sizin için, Allah’ı ve ahiret gününü ümit eden ve Allah’ı çokça anan kimseler için, Rasûlullah’ta güzel bir örnek vardır.” (Ahzâb: 21)

Peygamberimizi sözleri, fiilleri ve takrirleriyle yani tüm hayatıyla örnek almayanlar; bu ayetleri okumuyorlar mı? Peygamberimizin Hadislerine uymadan onu nasıl örnek alacağız? Bize model olsun diye gönderilen Peygamberin Sünnetini öğrenmeden, sadece Kur’an’a uyma iddiasıyla, Peygamberimizin açıkladığı Kur’an’a nasıl ulaşacağız? Peygamberin Hadislerine ve Sünnetine tâbi olmayan birinin, Kur’an’a uyma iddiası tutarlı mıdır? O Kur’an, Peygambere itaati emrederken, o ayetlerden nasıl yüz çevrilebilir?
Yoksa bazıları; Allah, Elçisine vahyettiği Hadisleri koruyamadı mı diyorlar! Allah’ın elçisine Kur’an’ın tefsiri olarak bildirdiklerinin gereksiz olduğunu kim iddia edebilir? Yoksa kimilerine göre, o Hadisler o dönemin Müslümanlarını bağlıyordu da bugünün insanlığı için geçersiz midir? Yoksa bazı câhiller, Allah gönderdiği vahy-i gayr-i metluv (Hadisler)’i boş yere indirip gereksiz ve hikmetsiz bir iş mi yaptı diyorlar? Düşünsenize, bu fikirlerin hepsi inançta şüphecilik değil midir, en hafif ifade biçimiyle..! Allah’ın el-Kadîr, el-Hafîz sıfatları varken; O’nu, Hadisleri korumaktan acizlikle suçlamak; O’nun el-Hakîm sıfatı varken; O’nu, hikmetsiz ve anlamsız bir iş yapmakla itham etmek, apaçık şekilde küfür değil midir? Allah, dinini korumaktan aciz olabilir mi? Vahyettiği Hadisleri, gereksiz yere bildirmediğine ve onları korumaktan da aciz olmadığına göre; Peygamberimizin Hadisleri neden dinde delil olmuyor?

 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Hadislere Çelişki Aramak İçin Yaklaşmak:

Hadisleri okurken, çelişki arayanlar yada Kur’an’a uygun olup olmadığını sorgulayanlar; henüz Hadislerin dindeki önemini kavrayamayan kimselerdir. Hadislere yaklaşım tarzımız, çelişki ve Kur’an’a aykırılık aramak yerine, Allah rızası için dinimizi güzelleştirip, takvâ sahibi bir mü’min olma gayesine matuf olmalıdır. Tabii ki, Hadislerin kritiğiyle alakalı kurallar vardır ki; bu esasları öğreten ilme Hadis Usûlü denir. Usûl, esasa mukaddemdir, diye bir kâide vardır. Yani usûl, esastan önce gelir. Esas amacı bir hedefe ulaşmak olan kimse, o hedefe nasıl ulaşacağını belirler. Yani bir usûl ile o hedefe varır. Usûlsüzlük vusulsüzlüktür denir, bu konuda.. İşte İslamî ilimlerin de yani Kur’an ve Hadis’in de usûlü bulunmaktadır. O usûl de, alimlerin Kur’an ve Hadislerden çıkardığı temel ilkelerdir. Vahiy, bu esaslar çerçevesinde anlaşılır. Yoksa, herkes Hadisleri kafasına göre yorumlayamaz.

Peki, bir söz bize Hadis diye sunuldu diyelim, n’apmamız gerekir? Öncelikle o sözün kaynağını isteriz… O söz muteber bir Hadis aliminin eserinde geçiyor mu? Diyelim ki, o söz Hadis kitaplarında geçiyor; ilmi olmayanlar yani avam o Hadise teslim olur ve bu konuda “acaba?” falan demesine gerek yoktur. Çünkü alimlere tâbi olmamızı Kur’an bize emrediyor.. Araştırmacı bir kimse ise, o Hadis’in senedi sağlam mı onu araştırır. Zaten muhaddisler o Hadisin sened zincirini incelemiş ve ortaya koymuşlardır. Araştırıcılar, Hadislerin senedlerinin sağlamlığına yada kopukluğuna ve râvilerinin adalet, zabt, ilim, takvâ gibi terceme-i hallerine ulaşacaklardır. Hadis tenkidi hem sened yönüyle olur, hem de metin yönüyle… Daha sonra da muhaddislerin o Hadisin metni üzerindeki açıklamalarını okumalıdırlar.. Hadisin uydurma olmadığını gördükten sonra ise o hadisin ihtiva ettiği hükümlerle amel etmelidirler. Tabii ki, bu tavsiyelerimiz Hadisler hakkında kuşkucu olanlar içindir.

İlmî araştırma ile kuşkucu araştırmayı birbirinden ayırmak gerekir! Muhaddisler Hadisleri titizlikle incelemeden asla rivâyet etmezler. Bir Hadis hakkında ancak bir muhaddis ilmî söz söyleyebilir. Ümmet-i Muhammed’i, müctehidlerin fetvaları bağlayıcıdır. İlimsizce –sadece aklına dayanarak- Hadisleri eleştiren; “bu hadis uydurma”, “bu hadis Kur’an’a uyuyor” gibi pirincin içinden taş ayıklar gibi, hareket edenlerin sözleri kendilerini bile bağlamazken; nasıl başkaları onların sözlerini delil alsınlar!

Ayrıca Hadislerin Kur’an ayetleri gibi muhkem ve müteşâbihleri vardır. Onun için aklımız almayan, bize anlamsız gelen Hadisleri reddetmek; büyük günahlardandır. Pek çok muhkem Hadis, normal şartlar altında açık ve anlaşılır durumdadır. Ama sen o normal şartları taşıyor musun, buna bakmak lazımdır! Hadis diye sağdan-soldan, onun-bunun kitabından, google’dan bir takım sözler getirip; “bu hadis hakkında ne düşünüyorsun?” diye sormak, ilmî ve makul bir davranış değildir! Zaten bizzat temel kaynağından araştırma yapmamak da samimiyetsizliğin bir işaretidir. Mesela; Hadis’in altında “müttaki”, “mültekâ”, “câmiu’s sağîr”, “müsned”, “muhtâru’l ehâdis”, “keşfu’l hafâ” gibi sayısız dipnotlar bulunmaktadır. Peki, bu yazılar neyi ifade ediyor? O kaynakları araştırıp, orada bu sözün geçip-geçmediğini ve o kaynakların sağlam olup-olmadığını tashih ettik mi? Hayır! O halde biz, o söz üzerinde nasıl konuşabiliriz. Hem de Peygamberimizin sözü… İnsanların sözü hakkında bile delilsiz konuşmak kul hakkı iken; kâinâtın seyyidi hakkında konuşmanın vebali nedir acaba? En kötüsü de, onun şefaatinden mahrum kalmak değil midir?
Bu nedenle önümüze bir Hadis yada bir söz geldiğinde; bu söz nerede geçiyor demeliyiz! İnsan ne kadar bilse de, bilmedikleri daha çoktur! Hadisler konusunda da durum böyledir. Acizane İslam Akidesinden sonra uzun yıllar Hadis ilmiyle uğraştım, sayısız Hadisler biliyorum ama bilmediklerim, bildiklerimden kat kat daha fazladır. Sözün burasında Türkçe Kur’an isteyenlere de şunu hatırlatalım. Allah Teâlâ bizden anadilimiz dışında ikinci bir dil daha öğrenmemizi istiyor. Yani Türkçe ve Arapça, Kürtçe ve Arapça, İngilizce ve Arapça şeklinde… Bu nedenle gerek ayetleri ve gerekse hadisleri yorumlarken, asıl metni üzerinde mütalâa etmeliyiz. Arapça metnini bilmediğimiz bir Hadis’i ele alıp ileri-geri konuşmak zulümdür! Sen, o Hadis’in metnini bilmiyorsun ki neden yorum yapıyorsun? Bir kişinin yaptığı tercümeyi esas alarak konuşuyorsun ve onun üslubuna göre kafanda anlamlar canlandırıyorsun! Bu doğru olabilir mi? Arapça’yı öğrenmek kolay mı, diyenlere de, deriz ki.. Bir çoğunuz, Michael Jackson’ın İngilizce şarkısını kelime kelime ezberliyebiliyor! Onun danslarını birebir taklit edebiliyor! İsteyince neleri öğrenmiyor insanoğlu, değil mi? Herkes kendi hayatına baksın? Dünyada da ahirette de kendinize hiç faydası olmayan neler biliyorsunuz? Bütün bunların yanında Arapçayı öğrenmeye, Kuran’ı anlamaya, Hadisleri okumaya ve anlamaya mı zamanımız olmuyor? Buna kim inanır? Kendimiz bile inanmayız! Allah’ı kandıracağımızı mı düşünüyoruz! Dolayısıyla demek istediğimiz, Hadisleri okurken ve anlamaya çalışırken yada sıhhatlerini araştırırken, asıl metni üzerinde durunuz… Çünkü o Hadisler Arapça olarak gelmiştir.

 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Hadisleri Kur’an’a Arz etmek; Uyuyorsa Almak, Uymuyorsa Atmak!

Hadis usûlünde böyle bir yöntem yok! Yani Müslüman, bir Hadis’le karşılaştığında onu Kur’an arz edecek; Kur’an’daki bazı ayetleri o Hadis’e aykırı bulursa, Hadis’i atacak; aykırılık göremezse alacak! Böyle bir yöntem olabilir mi? Hadis’in ne maksatla söylendiğini bilmediğin için, sen; Kur’an’a aykırı sanıyorsan ne olacak? Yada Hadis’te müteşâbih açıklamalar varsa; yorumu hiç de senin zannettiğin gibi değilse? Bu konuda bazı çevrelerin dört elle yapıştıkları mevzû bir hadis vardır. Sözde Peygamberimiz demiş ki: “Benden size bir Hadis geldiği zaman onu Kur’an’a arz edin; eğer Kur’an’da onun aslı varsa, onu alınız. Kur’an’da onun aslı yoksa terk ediniz.” Yani bir söz, Kur’an’a uyuyorsa alınız; uymuyorsa atınız demiş sanki! Bu söz tüm muhaddislerin ittifakıyla “Lâ asla lehu” yani “aslı olmayan” bir sözdür. Muhaddisler: “Bu sözü söyleyen Peygamberimize iftirâ etmiştir”, “Bu sözü söyleyen yalancıdır” vb çok sayıda açıklamalar yapmışlardır. Bir Hadis’in Kur’an’a uygunluğunu yani metin tenkidini sadece alimler yapar.

Düşünsenize, arkadaşımızın sorduğu soruda Hz. İbrahim’in seksen yaşında kendini sünnet etmesi sizce, Kur’an’a uyuyor mu? Bana göre uyuyor… Bazılarınıza göre belki uymuyor! Ama neden? Neresi uymuyor? Baltayla kesmesi mi acaip geldi? Peki, o balta kelimesinin asıl ifadesini okuyup araştırdıktan sonra mı bu kanaate vardınız, yoksa; rastgele mi fikir yürütüyorsunuz? Bir de her sözü kendi şartları içinde değerlendirmek gerekmez mi? Ayetlerin ve Hadislerin söylendiği şartları incelemeden fikirler üretmek zulüm değil midir? Hele hele Arapça’yı bilmeden ve birebir –tashih ede ede- araştırma yapmadan mealler üzerinde konuşmak haksızlık değil midir sizce de?

Metinleriyle sayısız Hadisleri ezbere bilmeme rağmen; arkadaşımızın sorusunda geçen diğer iki Hadis’i ben sahih olarak bilmiyorum. Kaldı ki, müttaki de geçiyormuş. Soruyu soran arkadaşımız müttaki nedir, biliyor mu acaba? Şunun için soruyorum; soru soran sorduğu soru hakkında araştırma yapmakla mükelleftir. Aksi takdirde, cevap verilmezse şaşırmamalıdır! Ve bu ifadeler de kişisel cevap değildir!

Gelelim, Hadislerin Kur’an’a arz edilmesi meselesinin arzına…


Kur’an’a götürdüğünüz bir Hadis muhkem ayetlere zâhiren aykırı gibi gözükürken; aslında ayet muhkem ama Hadis müteşâbih olabilir. Bu nedenle Hadislerde bağlayıcılık senedin sağlam olmasıdır. Bir Hadis’in senedi onun delilidir. Hadisleri ancak senedleriyle ispat edebilirsiniz. Anlasanız da, anlamasanız da muhaddislerin sahih hükmü verdiği Hadislere uymalısınız. O Hadisleri anlamaya çalışmalısınız. Unutmayınız ki, sened ilmi, sadece Ümmet-i Muhammed’e lütfedilen İlâhî bir nimettir. Önceki ümmetlerde bu ilim olsaydı, Peygamberlerinin sözleri tahrifâta uğramazdı. Sened, bir sözün asırlar sonrasına bile sağlam şekilde nakledilmesini sağlar. Allah Kur’an’ı kendi kudretiyle koruma altına alırken; Hadisleri de kullarının amelleriyle muhafaza etmektedir. Siz bu büyük iltifât-ı Rabbânî’den yüz çevirmemelisiniz!

Kur’an’a uygun olan Hadislerin kabul edilmesi meselesi de; gayr-i makul ve gayr-i ilmî’dir. Çünkü görünüşte Kur’an’a aykırı gözükmeyen sayısız hikmetli ve güzel sözler bulunmaktadır. Bu sözlerin başına “Peygamberimiz buyurdu” ilavesi getirildiğinde; bu sözler -size göre- Kur’an’a da aykırı değilse; bunları Hadis mi kabul edeceksiniz? Hadislerine bu yöntemle saldırılmasına Efendimiz razı olur mu sizce?


Bakın, sözün burasında şunu hatırlatalım; Hadis uydurma sebeplerinden birisi de, iyi niyettir… Yani insanlar daha çok ibadet etsinler ve haramlardan uzak dursunlar amacına matuftur. Bazı dönemlerde, insanlar ibadetten gâfil olmuşlarsa, birileri çıkıp onları ibadete sevk etmek için Peygamber adına hadis uydurmuşlardır. Yada haramlara dalmışlarsa o kötülükten sakındırmak için, hadisler uydurulmuştur.


Sözün burasında iki şey söylemek isteriz:


Birincisi
; İslam toplumları Peygamberimize itaatin önemini kavrayan toplumlardır. Onların cahillerine bile Peygamber şöyle buyurdu dendiği anda akar sular duruyor ve hemen o sözün gereğiyle amel ediyordu. Oysa siz Sahih Hadislerle amel etmede bile tereddüt ediyorsunuz!

İkincisi ise; bu uydurulan sözler görünüşte Kur’an’a aykırı değildir; ve bu sözler Kur’an’ın mefhumuna da uyuyor diye, sahih mi kabul edeceğiz! Oysa muhaddislere göre bu sözler uydurmadır! Onlar, bu sözlerin Peygambere ait olmadığını hem senedinin-sepetinin olmamasından, hem üslubundan ve hem de gramer hatalarından hemen anlarlar. Muhaddis Peygamberi o kadar iyi tanır ki, bu ifade biçimi Rasûlullah’a ait değil diyecek kadar onunla birliktedir. Siz, bir yakınınızın, sevdiğinizin neleri söyleyip neleri söylemeyeceğini ve söylediklerini ne şekilde söyleyip nasıl üslup kullanacağını bilirsiniz değil mi? En sevgilinin, en hayırlı maşuk’un sözlerini anlamaktan biz neden yabancılaştık peki! Hadis alimlerini de kendimiz gibi bilmeyelim; onlar en çok sevdikleri Peygamberimizin sözlerini, uydurmalardan hemen fark edecek bir dirayete ve olgunluğa sahip idiler…

 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Uydurma Hadisleri Kabul Etmemek:

Bakın, şu konuda anlaşalım; eğer maksadınız uydurma hadislere tepki ise, aramızda fikir ayrılığı yok kabul edelim ve her türlü şeytani vesveseyi bir kenara bırakıp, Kur’an ve Sünnet’e sımsıkı sarılalım. Uydurma hadislere karşı olma noktasında belki ben, sizden daha hassasımdır. Birisi bir Hadis söylediği zaman, hemen ondan kaynak isteyelim… Senedi sahih mi araştıralım… O Hadisin anlamı, açıklaması nedir, muhaddislerin temel eserlerine ulaşıp okuyup anlamaya çalışalım… Zaten muhaddisler tüm rivâyetlerin sahih’ini, zayıf’ını ve uydurmasını ayıklamıştır ve kıyamete kadar da bu konularda yetişmiş alimler çalışmalara devam edeceklerdir. Ama hiçbir alim çıkıp da Buhâri’ye, Müslim’e karşı ileri-geri konuşmaz. Ancak ilimden anlamayan; Kur’an ve Sünnet’ten haberi olmayanlar bunuyapar!

 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Bir Tartışma:

Küçük bir anımı anlatayım… Sözde ilmi olan ama Hadisleri dinde delil kabul etmeyen bir kişiyle konuşuyoruz. Bana, “Hadisler mütevâtir olmadığı için delil olmazlar” dedi. Ben de kendisine, “siz Peygambersiz bir dine mi inanıyorsunuz?” dedim. O: ”Hayır, Peygamberin Sünneti delildir” dedi. “Neden?” dedim. “Çünkü Sünnet, günümüze kadar uygulanarak geldiği için mütevâtirdir” dedi. Ben de: Sünnetin, kavlî, fiilî ve takrîrî olmak üzere üçe ayrıldığını söyledim. “Peygamberin kavlî Sünneti ile fiilî Sünneti birbirine zıt mı? Yani Peygamber diliyle söylediğini ameliyle yalanlamış mı?” dedim. Bu noktayı hiç düşünmemiş olan bu şahıs şaşırıp kaldı ve başka bir konuya geçti. Dedi ki: “Hadislerin dinde bağlayıcı olduğuna Kur’an’dan delil getir misin?” Ben de -yukarıda yazdığım- Nahl: 44’ü delil getirdim:

“İnsanlara kendilerine ne indirildiğini açıklayasın ve onlarda iyice düşünsünler diye sana da bu Zikri (Kur'an'ı) indirdik." (Nahl: 44)

Buradaki “açıklamak” ifadesinin anlamının “ulaştırmak” olduğunu iddia etti. “Ayetteki bu kelimeyi sizin gibi “ulaştırmak” şeklinde anlamış tek bir muteber müfessir getirin, sizden özür dileyeceğim” dedim. “Ayrıca dilediğiniz kadar da zaman veriyorum size” dedim. Hâlâ cevap gelmedi! “Peki, siz bu durumda Peygamberimizi bir postacı olarak mı görüyorsunuz?” dedim. “Evet, Allah’ın postacısı olmak; küçük bir makam mıdır?” diye karşılık verdi. “İyi de, Allah postacı olarak neden bir Peygamber seçsin; elçi göndermek dışında sayısız yöntemlerle de Kitabını bize ulaştırabilirdi?” deyince: “Bu konu çok uzayacak” dedi! İşlerine gelmeyince rahatsız oluyorlar. Peygambere itaat’den sadece Kur’an’a uymayı anlıyorlar; peki Allah’a itaat nedir, dediğimizde de yine aynı şeyi söylüyorlar… Peki, neden Allah Kur’an’ında mükerreren hem Allah’a, hem de Rasûlüne uymamızı emrediyor dediğimiz de ise, bir anda sessizliği bürünüveriyorlar!

Tavsiye:

Size iki kitap tavsiyem olacak… İkisi de İslam alimlerinine ait…

Birincisi; birbirine zıtmış gibi gözüken Hadislerin yorumlanması konusunda yazılmış İbn Kuteybe’ye ait olan Kayıhan Yayınlarından çıkmış ve Türkçe’ye “Hadis Müdâfaası” şeklinde tercüme edilmiş olan eser… Bu eserin ismi de aynı zamanda Hadis Usûlü ilminde müstakil bir konudur: Te’vîlü Muhtelefi’l Hadîs…

İkincisi; İmam Mevdûdi’nin Urduca’dan çevrilen “Sünnetin Anayasal Konumu” isimli eseri… Bu eserinde İmam Mevdûdi, Hadisleri kabul etmeyen Dr. Abdülvedûd diye birisiyle mektuplaşmaları sorulu-cevaplı, itirazlı-açıklamalı olarak akıcı bir üslupla kaleme alınmıştır. Bu eserde uydurma hadisler konusunu, Peygamberimizin şâri’ ve şârih olmasını, aklınıza gelen yada gelmeyen pek çok meseleleri ikna edici ve delilli olarak bulacaksınız.

Size tavsiyem İslamî kaynakları okumadan ve yeterince bilgilenmeden hiçbir konuda yorum yapmayın. Hele de, uydurma hadislerden hareketle tüm Hadislere önyargılı olmayın! Dediğimiz gibi; her asırda hadisçiler uydurma sözleri halka açıklayan eserler yazmaktadırlar. Zaten ilmen bu konuyu araştıran açısından, bu tür konularda asla bir karışıklık yoktur! Şahsen, benim için Hadisler Kur’an’dan sonra en kıymetli hazinedirler! Onlar istikametinde yaşamak kişiyi takvâ’ya, takvâ da cennete ulaştırır. Peygamberimizin Hadislerine yani kavlî Sünnetine karşı gelerek, onun şefaat-i uzmâ’sına layık olmak mümkün değildir! Aklınızdaki soru işaretlerini gidermek için uydurma hadisler isimli kitaplar okuyup hadis olmayan sözleri de öğrenebilirsiniz. Ama asıl yapmanız gereken şey; bir kez Kur’an’ı manasıyla okuyup bitirin sonra bir cilt Hadis kitabı okuyun ve bu böyle devam etsin; tâ ki Hadis külliyatı bitene kadar…
Sonra da kafanıza takılan önceden not ettiğiniz ayetlerin anlamlarını/tefsirlerini –seviyenize uygun- anlayabileceğiniz bir tefsir kitabından okuyun. Benim size kardeşâne –aklıma geldiği kadarıyla- söyleyebileceğim şeyler bunlardan ibarettir.


Allah, kalbinize Sünnet sevgisi bahşetsin…
 

Huseyni

Müdavim
[NOT]Hem de âb-ı hayat olan İslâmiyetten kariha-i fıtriyeleriyle istinbat etmeye kâbil iken, o hikmetin telemmüzüne tenezzül ettiler.[/NOT]

Malum dönemdeki müslümanların fıtri kabiliyetleri, İslamiyetin kaynağından feyizlenmeye yeterli iken, bununla kifayet etmeyip, Yunan felsefesinin talebeliğinde bulundular.

[NOT]Evet, nasıl ki ihtilât-ı A’câm ile kelâm-ı Mudarî’nin melekesi fesada yüz tutmakla muhakkikîn-i ulema o melekeyi muhafaza etmek için ulûm-u Arabiyenin kavaidini tedvin ettiler. Öyle de, şu hikmet ve İsrailiyat dahi, daire-i İslâmiyete duhulleriyle beraber, bazı nakkad-ı muhakkikîn-i İslâm temyiz ve tasfiyelerine teşebbüs ettiler. Fakat-hayfâ!-tamamıyla muvaffak olamadılar.[/NOT]

Arapların arap olmayanlarla karışması ve İslam dairesinin genişlemesi gibi sebeblerle, bozulmaya yüz tutmuş Arapçayı muhafaza etmek için, bazı muhakkik alimler Arapçanın kurallarını anlatan kitaplar telif ettiler. Aynen bunun gibi, İslamiyetle karışan ve tefsirlere giren İsrailiyyatı ve Yunan felsefelerini İslamiyetten ayıklamak için, muhakkik İslam alimleri de eserler telif etmişlerdir. Mesela İmam-ı Gazali'nin r.a. felsefeyi anlatan ve tenkid eden eserleri gibi. Her ne kadar bu şekilde eserler telif edilmişse de tamamen muvaffak olunamamıştır.
 

Huseyni

Müdavim
[NOT]İş bu kadar da kalmadı. Çünkü tefsir-i Kur’ân’a sarf-ı himmet edildiği vakit, bazı ehl-i zahir, Kur’ân’ın nakliyatını bazı İsrailiyata tatbik ve bir kısım akliyatını dahi hikmet-i mezbureye tevfik ettiler.
[/NOT]

Tefsirlerde Kur'anın nakilleri, İsrailiyyatın ve felsefenin bazı hükümlerine bağlanarak daha da ileri gidildi. Yani Kur'andaki bazı ayetler, Tevrattaki ve İncildeki bazı kıssalarla örtüşüyor, onu anlatıyor gibi anlatıldı. Ya da felsefenin öne çıkardığı bir fikir, Kur'an ayetlerinin kesin bir manasıymış gibi anlatıldı. Halbuki felsefe Kur'ana hizmetkar olabilir, Onu kendi fikirlerine esir edemez. Kur'anın manaları küllidir. Çok manaları murad edebilir. Felsefenin öne sürdüğü bir iddia ayetle örtüşebilir ancak ayet felsefeyi doğrulamak için inmiş değildir. Felsefe ayeti tasdik edebilir, ayet ise felsefenin görüşüne uymak mecburiyetinde değildir. Ayet hatasızdır, yanılmaz, kusursuzdur, felsefe ise beşerin kendi fikrinin ürünü olduğundan, isabet edebilir de, yanılabilir de...
 

Huseyni

Müdavim
[NOT]Çünkü gördüler ki, Kur’ân mâkul ve menkule müştemildir. Hadis de öyle... Sonra kitap ve sünnetin bazı nakliyat-ı sâdıkalarıyla ve bazı muharref İsrailiyatın ortasında bir mutabakat ve münasebet istinbat ettiler. [/NOT]

Kur'anda ve hadislerde nakil yoluyla anlatılanlar olduğu gibi, direkt akla hitap eden ayetler ve hadisler de var. İsrailiyyatı kullanan tefsirciler Kur'an ve hadislerde nakil yoluyla anlatılanlarla kendi yaptıkları arasında bir uyum, münasebet olduğu manasını çıkardılar. Kur'andaki ve hadislerdeki nakilleri İsrailiyyattan aldıkları nakillerle bir tuttular..
 

Huseyni

Müdavim
[NOT]Hem de hakikî olan akliyatları ile mevhum ve mümevveh olan şu hikmet arasında bir müşabehet ve muvafakat tevehhüm eylediklerinden, şu mutabakat ve müşabeheti kitap ve sünnetin mânâlarına tefsir ve maksatlarına beyan zannedip hükmeylediler.[/NOT]

Hem de felsefenin bazı teorilerini ayet ve hadislere uygun olmasından dolayı, ayet veya hadis sanki sırf o teoriden bahsediyorumuş gibi anlam verildi. Halbuki felsefenin terorileri uygun dahi gelse ayet ve hadisin manası, sırf o mana ile sınırlandırılamaz. Çünkü teori bir şekilde çürütülebilir. Teorinin çürütülmesi ile ayetin ya da hadisin hükmü değişmez. Felsefenin ayetlere ve hadislere mutabık teroileri izah niteliğinde kullanılabilse de kesin manası budur demek doğru düşmez. Mesela Kur'an-ı Kerim de Zariyat 47. ayette semanın genişletildiğinden bahsediliyor. Bu ayet bugün bing-bang diye bildiğimiz teoriye uygun düşebilir. Ancak olaki bing-bang teorisi çürütüldü, ayet yanlış söylemiş denilmez. Yani felsefe şaşırır, ayet şaşırmaz. Bu da ayetleri uygunluk olsa dahi felsefenin teroileriyle sınırlamamak gerektiğini gösterir. Allah bir ayetle çok manaları murad etmiş olabilir..
 
Son düzenleme:

Huseyni

Müdavim
[NOT]Kellâ, sümme kellâ! Zira Kitab-ı Mu’cizü’l-Beyânın misdakı, i’câzıdır. Müfessiri eczasıdır. Mânâsı içindedir. Sadefi de dürrdür, meder değildir.[/NOT]


Kur'anın tasdiki mucizevi oluşundadır. Manası içindedir. Felsefenin izahına ve tasdikine muhtaç değildir.
Sadece bir ayetinin bile benzerinin yapılamayışı Onun tasdiki için yeterli sebebtir.

[TAVSIYE]Eğer muaraza mümkün olsaydı, herhalde teşebbüs edilecekti. Çünkü muarazaya ihtiyaç şedit idi. Zira dinleri, malları, canları, iyalleri tehlikeye düşüyor; muaraza edilseydi kurtulurlardı. Eğer muaraza mümkün olsaydı, herhalde muaraza edecektiler. Eğer muaraza edilseydi, muaraza taraftarları kâfirler, münafıklar çok, hem pek çok olduğundan, herhalde muarazaya taraftar çıkıp iltizam ederek herkese neşredeceklerdi. (Nasıl ki, İslâmiyetin aleyhinde herşeyi neşretmişler.) Eğer neşretseydiler ve muaraza olsaydı, herhalde tarihlere, kitaplara şâşaalı bir surette geçecekti. İşte, meydanda bütün tarihler, kitaplar; hiçbirisinde, Müseylime-i Kezzâbın birkaç fıkrasından başka yoktur. Halbuki, Kur’ân-ı Hakîm, yirmi üç sene mütemadiyen damarlara dokunduracak ve inadı tahrik edecek bir tarzda meydan okudu. Ve derdi ki:

“Şu Kur’ân’ın, Muhammedü’l-Emin gibi bir ümmîden nazîrini yapınız ve gösteriniz.

“Haydi, bunu yapamıyorsunuz; o zât ümmî olmasın, gayet âlim ve kâtip olsun.

“Haydi, bunu da getiremiyorsunuz; birtek zât olmasın. Bütün âlimleriniz, beliğleriniz toplansın, birbirine yardım etsin. Hattâ güvendiğiniz âliheleriniz size yardım etsin.

“Haydi, bununla da yapamayacaksınız. Eskiden yazılmış beliğ eserlerden de istifade edip, hattâ gelecekleri de yardıma çağırıp Kur’ân’ın nazîrini gösteriniz, yapınız.

“Haydi, bunu da yapamıyorsunuz. Kur’ân’ın mecmuuna olmasın da, yalnız on sûresinin nazîrini getiriniz.

“Haydi, on sûresine mukàbil, hakikî, doğru olarak bir nazîre getiremiyorsunuz. Haydi, hikâyelerden, asılsız kıssalardan terkip ediniz, yalnız nazmına ve belâğatine nazîre olsun getiriniz.

“Haydi, bunu da yapamıyorsunuz; birtek sûresinin nazîrini getiriniz.

“Haydi, sûre uzun olmasın; kısa bir sûre olsun, nazîrini getiriniz. Yoksa din, can, mal, iyalleriniz, dünyada da, âhirette de tehlikeye düşecektir.”

İşte, sekiz tabakada ilzam suretinde, Kur’ân-ı Hakîm yirmi üç senede değil, belki bin üç yüz senede bütün ins ve cinne karşı bu meydanı okumuş ve okuyor. Halbuki, evvelki zamanda o kâfirler can, mal ve iyâlini tehlikeye atıp en dehşetli yol olan harp yolunu ihtiyar ederek, en kolay ve en kısa olan muaraza yolunu terk ettiler. Demek muaraza yolu mümkün değildi.

İşte, hiçbir âkıl, hususan o zamanda Ceziretü’l-Arabdaki adamlar, hususan Kureyşîler gibi zeki adamlar, birtek edipleri Kur’ân’ın birtek sûresine nazîre yapıp Kur’ân’ın hücumundan kurtulmasını temin ederek, kısa ve kolay yolu terk edip can, mal, iyâlini tehlikeye atıp, en müşkülâtlı yola sülûk eder mi?

Elhasıl, meşhur Câhız’ın dediği gibi, “Muaraza-i bilhuruf mümkün olmadı, muharebe-i bissüyufa mecbur oldular.”


Mektubat[/TAVSIYE]

[NOT]Faraza, bu mutabakatı izhar etmekten maksat, o şahid-i sadıkın tezkiyesi için olsa da, yine abestir. Zira Kur’ân-ı Mübîn, ona mekalid-i inkıyadı teslim eden öyle akıl ve naklin tezkiyelerinden pek yüksek ve ganîdir. Çünkü o, onları tezkiye etmezse, şehadetleri mesmû olamaz. Evet, Süreyya’yı serâda değil, semada aramak gerektir. Kur’ân’ın mâanîsini de esdafında ara. Yoksa, karma karışık olan senin cebinden arama; zira bulamıyorsun. Bulsan da, sikke-i belâgat olmadığından, Kur’ân kabul etmez.[/NOT]


Kur'anın ayetlerinin doğruluğunu felsefe ile açıklamak iyi niyetle dahi olsa hatadır. Çünkü Kur'an-ı Kerim İsrailiyyat ve hikmet (felsefe) in menkıbe ve ilimleri ile tezkiye edilmekten çok yüksektir. Yani Kur'anı İsrailiyat ve felsefeye tabi kılmak doğru değildir. Felsefe ve İsrailiyyat Kur'anın tasdikine muhtaçtır, Kur'an onların değil. Kur'an onları tasdik etmezse, onların aklen ya da naklen söyledikleri muteber değildir. Onun için nasıl Süreyya yerde değil semada ise, Kur'anın manaları da yerdekilerin tasdikine muhtaç değildir. Onun manasını da semavi kaynaklarda aramak gerektir. Aksi takdirde mana diye iddia edilen şey, Kur'an onu tasdik etmediğinden kayda değer değildir..
 

Huseyni

Müdavim
Kur'anın ayetlerinin doğruluğunu felsefe ile açıklamak iyi niyetle dahi olsa hatadır. Çünkü Kur'an-ı Kerim İsrailiyyat ve hikmet (felsefe) in menkıbe ve ilimleri ile tezkiye edilmekten çok yüksektir. Yani Kur'anı İsrailiyat ve felsefeye tabi kılmak doğru değildir. Felsefe ve İsrailiyyat Kur'anın tasdikine muhtaçtır, Kur'an onların değil. Kur'an onları tasdik etmezse, onların aklen ya da naklen söyledikleri muteber değildir. Onun için nasıl Süreyya yerde değil semada ise, Kur'anın manaları da yerdekilerin tasdikine muhtaç değildir. Onun manasını da semavi kaynaklarda aramak gerektir. Aksi takdirde mana diye iddia edilen şey, Kur'an onu tasdik etmediğinden kayda değer değildir..

[NOT]Zira mukarrerdir: Asıl mânâ odur ki, elfaz onu sımahta boşalttığı gibi, zihne nüfuz ederek vicdan dahi teşerrüb etmekle, ezâhîr-i efkârı feyizyâb eden şeydir.[/NOT]


Yani asıl mana Kur'anın kendisidir. Lafızları kulaktan girdiği vakit, önce zihne nüfuz ediyor, sonra vicdanı tahrik ediyor ve sonra fikirlerin inkişafına vesile oluyor. Kur'anı okumakla direk manaları bilinmese de, Allah cc. insanın aklına, kalbine, vicdanına vs.. o manaları nakşediyor..Bu yüzden çoğu zaman anlamasakta okuyoruz.
 

Huseyni

Müdavim
[NOT]Yoksa, başka şeyin kesret-i tevaggulünden senin hayaline tedahül eden bazı ihtimalât, veyahut hikmetin ebâtîlinden ve hikâyâtın esâtîrinden sirkat edip cepte doldurarak sonra âyât ve ehâdisin telâfifinde gizletmek, çıkartmak, elde tutmak, çağırmak ki, “Budur mânâ, geliniz, alınız” dediğin vakit alacağın cevap şudur: [/NOT]

İsrailiyyattaki hikaye ve menkıbelerle ya da felsefe ile zihnini çok meşgul edenler, bu malumatlarıyla ilgili Kur'anda bir ayet gördüklerinde ya da hadiste gördüklerinde "bak Kuran bunu anlatıyor ya da hadis direkt bundan bahsediyor" gibi kendi sözlerini asıl, Kur'anı veya hadisi ona tabiymiş gibi sözler sarfetmemeliler.


[NOT]
“Yahu! İşte senin mânân siliktir. Sikkesi taklittir; nakkad-ı hakikat reddeder. Sultan-ı i’câz dahi onu darb edeni tard eder. Sen âyet ve hadisin nizamlarına taarruz ettiğinden, âyet şikâyet edip hâkim-i belâgat senin hülyanı senin hayalinde hapsedecektir. Ve müşteri-i hakikat dahi senin bu metâını almayacaktır. Zira diyecek: Âyetin mânâsı dürrdür. Bu ise mederdir. Hadisin mefhumu mühec, bu hemecdir.”
[/NOT]

Çünkü kendi sözleri siliktir, ruhsuzdur. Sahte para gibi üzerindeki mührü taklittir, yani Kur'an değildir, ayet değildir. Nasıl nakkad paranın aslı ile sahtesini ayırdediyorsa, böyle silik sözler de ayetle mukayese edildiğinde, ayet hemen o sözün sahteliğini ortaya çıkaracaktır. Çünkü ayet i'cazlıdır. Belagatta zirvededir. Beşerin ona yetişmeye takati yoktur. Kur'andaki belagat ve icaz, sözünü ayet gibi gösterenlerin hülyalarını, hayallerinde hapsedeceği gibi, Kur'anın gerçek müşterileri dahi o sözleri ayetten kolayca tefrik edeceklerdir..

Ayetin manası incidir, o sözler ise çakıl taşı gibidir..Hadisin mefhumu ruh gibidir, o sözler ise adidir...
 

Huseyni

Müdavim
[NOT]Tenvir için bir darbımesel

Kürtlerin emsal-i edebiyesindendir: Bir adamın ismi Alo imiş. Bal hırsızlıyordu. Ona denildi: “Hırsızlığın tebeyyün edecektir.” O da aldatmak için bir boş petekte yabancı arıları doldurup balı başka yerden hırsızlar, küvarda saklıyordu. Biri sual etseydi, derdi: “Bu, bal mühendisi olan arılarımın san’atıdır.” Sonra da arılarıyla konuştuğu vakit, müşterek bir lisanla “Vız vız jive hingivîn jimin” derdi. Yani, “Tanîn sizden, bal benden...”[/NOT]

Burada felsefe ve İsrailiyata dayanan tefsiri ya da onlardan beslenenlerin zihnindeki manaları, Kur'an ayetinin karşılığı imiş gibi göstermelerine bir misal veriliyor.


[NOT]Ey teşehhî ve hevesle tevil edici efendi! Bu teşbihle tesellî etme. Zira bu teşbih, temsildir. Senin mânân bal değil, zehirdir. O elfaz arılar değil, belki kalb ve vicdana ervah-ı hakaiki vahyeden o kitab-ı kâmilin kelimatı, melâike gibidirler.

Hadis, maden-i hayat ve mülhim-i hakikattir.[/NOT]
 
Üst