mühim bir açıklama

ofaruk

Yeni Üye
.Risale-i Nur’un Kur’ân’dan aldığı dersin en birinci esası benlik, enaniyet, hodfu­ruşluğu terk etmek lüzumudur. Tâ ihlâs-ı hakikî ile imanın kurta­rılmasına hizmet edilsin. Cenab-ı Hakka şükür, o âzamî ihlâsı kazananların pek çok efradı meydana çıkmış. Benliğini, şan ve şerefini en küçük bir me­sele-i imaniyeye feda eden çoktur. Hattâ Nurun biçare bir şa­kirdinin düşman­ları dost olduğu vakit onunla sohbet etmek ço­ğal­dığı için, rahmet-i İlâhiye cihetinde sesi kesilmiş. Hem de ona takdirle bakanlar isabet-i nazar hük­müne geçip onu incitiyor. Hattâ musafaha etmek de tokat vurmak gibi sıkıntı veri­yor. “Senin bu vaziyetin nedir?” diye soruldu. “Madem milyon­lar kadar arkadaşla­rın var; neden bunların hatırlarını muhafaza etmiyorsun?”
Cevaben dedi: “Madem mesleğimiz âzamî ihlâstır; değil benlik, enaniyet, dünya sal­tanatı da verilse, bâki bir mesele-i ima­niyeyi o saltanata tercih etmek âzamî ihlâsın ikti­zasıdır. » (Emirdağ Lâhikası-ll sh: 246)
 

ofaruk

Yeni Üye
Evet, Risale-i Nur’un o kadar dehşetli muannidlere karşı galibâne mu­kavemeti, sırr-ı ihlâstan ve hiçbir şeye âlet edilmemesinden ve doğrudan doğruya saadet-i ebedi­yeye bakmasından ve hizmet-i imaniyeden başka bir mak­sat takip etmeme­sinden ve bazı ehl-i tarikatın ehemmiyet ver­dikleri keşif ve kerâmât-ı şahsiyeye ehem­miyet vermemek­ten ve velâyet-i kübrâ sahipleri olan Sahabîler gibi, veraset-i Nübüvvet sır­rıyla, yalnız iman nurlarını neşretmek ve ehl-i imanın imanlarını kurtarmak­tır.» (Kastamonu Lâhikası sh: 263)«Amma, “Mânevî ve makbul ve zararsız ve bütün ehl-i iman ve hakikatın is­tedikleri nu­rânî makamlar ve uhrevî rütbe­lerden, hâlis kardeşlerimizden hüsn-ü zanla verilen ve ihlâsı­nıza zarar gelmediği halde, eğer kabul etsen, reddedilmeye­cek derecede senetler, hüccetler bu­lunduğu halde; sen, değil tevazu ve mahvi­yetle, belki şiddet ve hiddetle ve o makamı sana veren kardeşlerinin hatırını kırmakla o rütbelerden ve makamlardan kaçıyorsun.”
Elcevap: Nasıl ki ehl-i hamiyet bir insan, dostların hayatını kurtarmak için ken­dini feda eder. Öyle de, ehl-i imanın hayat-ı ebediyelerini tehlikeli düşmanlardan muhafaza etmek için, lüzum olsa —hem lüzum var— kendim, değil yalnız lâyık ol­madığım o makamları, belki hakikî hayat-ı ebediyenin makamlarını dahi feda et­meye, Risale-i Nur’dan aldığım ders-i şefkat ci­hetiyle terk ede­rim.
Evet, her vakit, hususan bu zamanda ve bilhassa dalâletten ge­len gaflet-i umu­miyede, siyaset ve felsefenin galebesinde ve enâ­ni­yet ve hodfuruşluğun heyecanlı asrında büyük ma­kamlar herşeyi kendine tâbi ve basamak yapar. Hattâ dünyevî makamlar için dahi mukaddesa­tını âlet eder. Mânevî makamlar olsa, daha ziyade âlet eder. Umumun nazarında kendini mu­hafaza etmek ve o makamlara kendini yakıştırmak için bazı kudsî hizmetlerini ve hakikatleri basamak ve vesile yapıyor diye itham altında kalıp, neşrettiği hakikatler dahi tereddütlerle revacı zedelenir. Şahsa, makama faydası bir ise, revaçsızlıkla umuma zararı bindir.» (Emirdağ Lâhikası-l sh: 74)
«Tekellüfe ve kıymetten ziyade kendimi göstermeye ve zi­yade hüsn-ü zan edenlere karşı hoş görünmek için kendimi makam sahibi göstermek ve sırr-ı ihlâsa tam münâfi kendini büyük göstermek ve vakar perdesi altında benliğin za­rarlı ve fâni zevkini aramak hâletleri ise, ey nefsim, meftun olduğun o zevkleri hiçe indirirler.» (Emirdağ Lâhikası-l sh: 201)
«Sonra bizim hizmetimiz itibarıyla bizde zayıf damar sa­yı­lan, fakat hakikat nokta­sında herkesin makbulü ve her şahıs onu kazanmaya müştak olan “mânevî makam sa­hibi olmak ve velâyet mertebelerinde terakki etmek” ve o nimet-i İlâhiyeyi ken­dinde bilmektir ki, insanlara menfaatten başka hiçbir za­rarı yok. Fakat böyle benlik ve enaniyet ve menfaat­perestlik ve nef­sini kur­tarmak hissi galebe çaldığı bir za­manda, elbette sırr‑ı ihlâsa ve hiçbir şeye âlet olmamaya bina edilen hizmet-i imaniye ile şahsî makam-ı mâneviyeyi ara­mamak iktiza ediyor. Harekâtında onları istememek ve düşün­memek lâ­zımdır ki, hakikî ihlâsın sırrı bozulmasın.» (Emirdağ Lâhikası-l sh: 244)
«Nasıl ki Risale-i Nur’u ve hizmet-i imaniyeyi, dün­yevî rütbelerine ve şahsım için uhrevî makamlarına âlet yap­maktan sırr-ı ihlâs şiddetle beni men ettiği gibi; öyle de, Kendi şahsımın istirahatine ve dünyevî hayatımın güzelce, zahmetsiz geçmesine, o hizmet-i kudsiyeyi âlet yapmaktan cid­den çe­kiniyorum. Çünkü, uhrevî hasenatın bâki meyvelerini fâni hayatta cüz’î bir zevk için sarf etmek, sırr-ı ihlâsa muhalif olmasından, kat’iyen haber veriyorum ki, târikü’d-dünya ehl-i riyâzetin arzu ve kabul et­tikleri ruhânî, cinnî hüd­damlar bana hergün, hem aç olduğum zamanda ve yaralı oldu­ğum vakitte en güzel ilâç getirseler, hakikî ihlâs için kabul et­memeye kendimi mec­bur biliyo­rum. Hattâ berzahtaki evliyadan bir kısmı temessül edip bana helva bak­lavaları hizmet-i imaniyeye hürmeten verseler, yine onların elini öpüp ka­bul etmemek ve uhrevî, bâkî meyvelerini dünyada fâni bir surette ye­me­mek için, nefsim de kalbim gibi kabul et­memeye rıza gösteriyor. Fakat kast ve niyetimiz olmadan, inayet cihetinde gelen bereket gibi ikrâmât-ı Rahmâniye, hizmetin makbuliyetine bir alâmet ol­duğundan, nefs-i emmâre ka­rışmamak şartıyla ruhumla ka­bul ederim. Her neyse, bu mesele bu kadar kâfi.» (Emirdağ Lâhikası-ll sh: 12)
 

ofaruk

Yeni Üye
«Benim mezhebim, muhabbete muhabbet et­mek­tir, hu­sumete husumet etmektir. Yani dünyada en sevdi­ğim şey muhab­bet ve en darıldığım şey de husu­met ve adâvettir.» (Münazarat sh: 77)
 


Bu alana bir cevap yazın...
Üst